RUH VE KAİNAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 22

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%205.jpgVERASET

1 – Ruhların yeryüzüne inişleri, dünya kamunlarının tesirinden azade kalamaz

İlk nazarda reenkarna  yon fikrinin istihdaf ettiği gayelere uygun görünmiyen hadiselerden biri de veraset yolu ile intikal eden vasıfların tezahürüdür.

Hayattar varlıkların bazı hususiyetleri vardır ki bunlar saitten nazile intikal ederler. Ve bu intikal bir takım kaidelere tabi olarak vaki olur. O halde böyle muayyen kaideler altında ister istemez yaşamak zorunda kalan kayat sahiplerinin, Ispatyomda bir çok hususiyetlerle ayrı ayrı çizilmiş hayat planlarını tahakkuk ettirmek üzere dünyaya inmelerinin manası kalmaz.

Zira birincisinde fatalizma ikincisinde de determinizma mutaları caridir. Filhakika bir çok ahvalde oğul ebeveynine veya yakın akrabadan birisine benzemektedir, bir çok zamanlarda iki kardeş birbirine fevkalade benzer. Bütün bu haller biyolojik birer hadisedir. İlmi amillerle izah edilebilen bu hadiselerde metapsişik unsurlar aramağa hem lüzum yoktur, hem de bu, mümkün görünmemektedir. Zira evvelden takdir edilmiş böyle mazbut biyolojik kanunlar üzerine müesses ailevi beden teşekkülatı içinde hususi tekamül ihtiyaçlarına göre yetişmek istiyen fertlerin bu ihtiyaçlarını tatmin etmek imkanı tabiatiyle kalmıyacaktır.

İşte bu fikirler bir taraftan veraset bahsinin reenkarnasyonizmaya aykırı olduğunu, diğer taraftan da nazillerin saitler tarafından meydana getirildiğini ve hem fizik, hem de moral bakımdan onlarda dünya dışından gelmiş yabancı bir unsur aramağa lüzum kalmadığını, yani ademci materyalist fikirlerin güya doğruluğunu telkin eder.

İlk nazarda yalnız reenkarnasyonizmanın değil, hatta ruhun bedenden müstakil varlığının da aleyhinde görünen bu fikirler üzerinde durmak isteriz.

Her şeyden evvel şunu söyliyelim ki veraset, reenkarnasyon fikrini çürütmek şöyle dursun, bilakis her noktasında onu takviye edici ve ruhların tekrar dünyaya gelmelerindeki gayelere yardım edici bir hadisedir, tekamül kanununun bir neticesidir. Bu bakımdan veraset bahsine, reenkarnasyonizmanın tetkik sahasına giren bir ilim şubesidir, diyebiliriz.

Fakat, reenkarnasyon işi de yer yüzünde cereyan eden bütün diğer işler gibi fizikoşimik kaidelere tabidir. Zira bu kaideler ve onlara bağlı olan bütün hadiseler dünya hayatının temelini teşkil eder. Evvelki bahislerimizde tekrar tekrar söylediğimiz gibi, maddi kainatta madde mefhumundan tecridedilmiş bir ruh nasıl bahis mevzuu olmazsa tıpkı onun gibi dünyamız da da fizikoşimik konsepsiyondan tecerrüdetmiş bir insan varlığı düşünülemez. Hatta klasik ispiritizma celselerinde vukua gelen materyalizasyonlarla bu dünyaya muvakkaten inmiş olan Ispatyom sakinleri de materyalizasyonlarının devamı müddetince ve materyalizasyonları derecesi nispetinde bu dünyanın fizikoşimik bütün kanunlarına zaruretiyle tabi olurlar. Bu halin istisnası yoktur. Onlar da kesafetleri nispetinde dünyamızda bizim gibi yaşarlar, materyalizasyonları nispetinde Ispatyom hayatını unuturlar. Ve etiyle, kemiğiyle tam bir insan halini alacak kadar materyalize olmuş bir ruhun fizikman ve moralman bir dünya insanından hiç bir farkı kalmaz. Bu fikrimizin doğruluğunu kabul etmek için klasik ispiritizma külliyatında bolca yazılmış materyalizasyon hadiselerini ve materyalize ruhların hallerini fizyolojik ve psikolojik yollardan tetkik etmek kafidir. Bunun içindir ki - yani fizikoşimik kanunların haricinde yaşama imkanlarının mevcudolmadığı içindir ki - materyalize haldeki bir Ispatyom sakini fizikman ve hatta biraz da moralman bazı noktalarda medyomuna benzer. Zira kendisini maddi hale koyup muvakkaten yer yüzünde yaşatabilmek için lüzumlu maddeleri o, medyom denilen bir insanın bedeninden almıştır. Binaenaleyh verasette cari olan kaidelere onun da o esnada tabi olması zaruridir. İşte verasetin reenkarnasyonizma aleyhinde olduğuna dair verilen hükümleri –her yerde fizikoşimik kanunları öne sürerken bazı noktalarda onları unutarak – mesela, materyalizasyon hadisesinde materyalize ruhların medyomlara benzemesini müstakil dezenkarne bir ruh varlığı aleyhinde delil saymağa kalkışan aceleci bazı ulemanın hükümlerinden kıymet itibariyle farksız sayarız. Zira hem reenkarnasyon, hem de materyalizasyon hadiselerinde cereyan eden fizikoşimik kanunların birbirine çok yakın olması muhtemeldir.

Fizikoşimik kanunlar ve onlara bağlı bütün hadiseler dünya hayatının temelini teşkil eder. Ve esasen yeryüzüne inişimizin yegane saiki de tekamülümüz için lüzumlu olan şartları bu kanunların icaplarında bulabilmemizdir.

Bu bakımdan bir reenkarnasyonist, biyolojinin veraset bahsini inkar etmek şöyle dursun, onu memnuniyetle ve tezini tamamlayıcı bir mütalaa mevzuu olarak kabul ve müdafaa eder. Neden?

2 – Enkarnasyon ameliyesinde veraset kanunlarından
faydalanmak ruhlar için bir zarurettir

Yukarki, << neden >> sualinin cevabını vermeğe bir misal ile başlıyacağım: Ben üşüyorum ve ısınmak ihtiyacındayım. Kendime öyle bir muhit arıyorum ki orada benim bu ihtiyacımı karşılayacak vesait mevcudolsun. Bu da ocağı yanan kapalı bir oda olacak ve ben oraya gireceğim. Bu hal benim için en tabii bir hadisedir. Fakat benim gibi üşüyüp ısınmak istiyen daha bir çok insanlar var. Onlar da buraya gelecekler. Bu da onlar için tabii bir hadisedir. Demek ki bir çok insanlar aynı ihtiyaçla aynı fizikoşimik kanunlardan faydalanmak üzere bu odada toplanmış bulunmaktadır. Fakat bütün bu insanların ısınmak için bir kısım tabiat kanunlarından müştereken istifade etmek üzere bir odanın içinde muvakkaten toplanmaları ve orada beş on dakikalık bir müddet geçirmeleri, aynı havayı teneffüs etmeleri, aynı şartlar altında müşterek hayat geçirmek mecburiyetinde kalmaları ne şahsiyetlerinin istiklaliyetini, ne de gayelerindeki şahsi kıymetleri ihlal etmez.

Veraset kaideleri ilimde henüz maalesef tamamiyle aydınlanmış olmamakla beraber biyolojinin en dikkate değer ve esaslı bahislerinden birini teşkil eder. Fakat aynı zamanda reenkarnasyonizma da ruhların dünyaya tekrar inişi gayeleriyle o gayelerin tahakkukuna yarıyan maddi vasıtalar arasıedaki münasebetleri animik bakımdan aydınlatıcı bir mevzu olur. Zira ruhların hususi ihtiyaçlarına uygun hayat şartlarını dünya üzerinde tahakkuk ettirecek bedenlerin teşekkülü ancak bu ve buna benzer diğer biyolojik kanun ve kaidelerle temin olunabilir.

Veraseti tayin eden fizikoşimik kanunlarla, tecrübe planlarının nizamı arasındaki irtibat ilk nazarda görünmemekle beraber, biraz tetkikten sonra derin hususiyetleriyle meydana çıkar. Bu fikrimi bir misalle izah edeyim: Dünyaya inmek istiyen geri bir insan ruhunu tasavvur ediniz; bu, yeryüzündeki tecrübelerini muvaffakiyetle ikmal edebilmek için kendisiyle sempatize olabilecek, kendi ayarında ve aynı ihtiyaçlar içinde bulunan bir insan topluluğu arasında gelecektir. Bu ruhu insanlık alemine yeni girmiş bir ruh olarak düşündüğümüze göre; o, henüz çok genç ve tecrübesizdir. Bu halin neticesi olarak onda insan eti yemek, adam boğazlamak gibi, ilerlemiş ruhların nefretle karşılayacağı geri temayüller mevcuttur. Bu haliyle onun medeni memleketlerle dünyaya gelmesi ne bu geri temayüllerine uygun düşer, ne de tekamülü için lüzumlu unsurları kendisine temin eder. Binaenaleyh eğer o, yanılıp böyle kendi seviyesinden çok yüksek bir muhitte doğarsa muhtelif sebeplerden dolayı dünyada yaşıyamaz ve muvaffakiyetsizlikler içinde ölüp gider. Demek onun muhiti ancak yamyamların arasıdır. İşte insan cemiyetinde onun en büyük ailesi bu suretle taayyün etmiş oldu. Fakat iş bu kadarla kalmaz. Ona bu umumi plan içinde biraz daha hususi tekamül ihtiyaçlarına göre ayarlanmış bir topluluk hayatı lazımdır. Bunu o, ancak diğerlerinden azçok farklı temayüllerle ve hayat şartlariyle ayrılmış daha küçük bir topluluk içinde mesela yamyamlar arasından seçtiği bir kabilede bulabilir. Farzedelim ki bu kabile yamyamlar arasındaki diğer kabilelerden daha az vahşi olsun. Bu hususiyet, tekamül etmek istiyen ruha, nefsine karşı mücadeleler açmak ve onu doğru yollara sevketmek gayretini göstermek imkanını verecektir. Yani onun böyle daha az vahşi bir kabileyi intihabetmesi, ilerleme imkanları nispeten bolca bir tecrübe hayatı hazırlamak için olmuştur. Fakat bu ruhun yeryüzüne inmekteki gayeleri bu kadarla temin edilmiş olmaz. Zira daha mahrem ve kendine mahsus temayüllere malik olan bu ruhun tekamülü için hususi birtakım hayat şartlarına ihtiyacı vardır. Mesela o, bu çetin tecrübeleri karşısında yalnız iradesine güvenemez. Bunun için kendisinde bazı beden kusurlarını vücude getirmek ister. Bu sayede o, insan avı peşinde mücadeleler yaparken, kendisini bu mücadeleden her vakit muvaffakiyetli çıkarmıyacak maddi unsurları hazırlar. Ve bu halin kaba ve dünyevi neticelerini geri ruhiyle duyarak ıstırap çekmek imkanını elde etmiş olur. Mesela, budala olarak gelir veya sebatsız, kararsız ve beceriksiz bir yamyam olur veyahut körlük, topallık gibi bir beden suişekliyle veya herhangi pir hastalıkla malul olarak doğar. Fakat böyle bünyeye bağlı illetleri bedeninde yapabilmek için bu ruh hangi tabiat kanunlarından istifade eder? Biz biliyoruz ki sadece ruhun tahayyülü, yapılacak işlerin tahakkuk etmesine asla kafi gelmez. Bu tahayyülün mutlaka tabiat kanunlarından birisine uymuş olması lazımdır. Odamda oturup dururken << aya kadar gidip geleceğim >> demekle bu işi imkan dahiline sokmuş olmam. Eğer aklımda bir sakatlık yoksa bu tahayyülün tahakkukuna imkan verebilecek tabiat kanunlarını bulmadan ve onların icabatına göre hareket etmesini öğrenmeden bu işi istemekliğimin ve bu işe teşebbüs etmekliğimin manasız ve yersiz olduğunu kolaylıkla anlarım. İşte bedenini şu veya bu şekilde kurmasını istiyen ruhlar için de vaziyet aynen böyledir. Onların burada müracaat edecekleri tabiat kanunları bizim pek küçük bir kısmını sezebildiğimiz ve veraset kaideleri namı altında yadettiğimiz biyolojik kanunlardır. Yamyamlar içinde de birçok aileler vardır. Ve her ailenin iştihası ve reaksiyon kabiliyeti azçok bariz hususiyetlerle diğerlerinkinden ayrılır. Her halde bunların arasında bahis mevzuu etmek istiyen aileler de vardır. İşte bu ailelerin intihabında diğer bir tabiat kanunu, yani ruhlar arasındaki alaka kanunu, bu ruha yardım eder ve o, alakalandığı bir aile içinde dünyaya gelir. Bütün bu işler o kadar kolay olur ki geri ruhlar bunu bilmeden, adeta tabii bir insiyakla yaparlar. Tıpkı bizim de bilmeden sayısız tabiat kanunlarından her dakika, her saniye istifade ettiğimiz gibi. Bu suretle mürettep olan planındaki beden kusurları ile dünyaya malul olarak gelmesine yarıyacak tabiat kanunlarından bu ruh bol bol istifade ederek o kanunların, yani veraset kanunlarının, icabatına göre, hasta, zayıf, korkak, kör, topal, mecnun, aptal... ilh. gibi hallerde dünyada yaşıyabilmesini temin eder.

Bu noktaya gelince verasetin reenkarnasyonizmadaki gayelere aykırı olmadıktan ma’da tekamülün bir zarureti olduğunu açıkça görürüz. Fakat bizim verdiğimiz misaller hiçbir şey değildir. Ve ruhların tabiat kanunlarından istifade etmek için gösterdikleri lüzum ve ihtiyaçlar o kadar çoktur ki bizim mahdut düşüncelerimiz karşısında bunlar nihayetsiz sayılır. Keza bu nihayetsiz ihtiyaçlar içinde ruhların müracaat ettikleri nihayetsiz tabiat kanunlarının nihayetsiz tecelliyatı vardır. Bir avuçluk yeryüzünde herhangi bir tabiat hadisesi hakkında hüküm vermezden evvel bütün bu nihayetsiz imkanları unutmamak akilane bir hareket olur.

3 – İnsanın moral varlığı üzerinde veraset
kaidelerinin tesiri

Şimdi akla diğer bir itiraz daha gelebilir: Haydi maddi veraseti zaruretleriyle ve tabii icaplariyle kabul edelim, manevi verasete ne diyeceğiz? Madde maddeden gelir. Maddi vasıfların intikali de bu bakımdan tabiidir. Ve yukarda söylendiği gibi ruhlar kendi ihtiyaçlarına göre bu tabii hallerden istifade ederler. Fakat mademki ruh madde değildir ve onun perisprisi yeryüzüne başka bir alemden gelmiştir. O halde bir aile arasında görülen ruhi hallerdeki müşabehetler nerden geliyor?

Evvela şunu tebarüz ettirelim ki aile efradı arasında görülebilen müşabehetlerin hiçbiri sabit değildir. Bir çocuk şu veya bu bakımdan babasına benzerken diğer bir çocuk anasına, başkası dayısına benzer ve diğer bir başkası da bunların hiçbirine benzemez. Demek ruhların moral tezahürlerini dünyada şu veya bu yolda gösterebilmeleri için verasette geniş imkanlar mevcuttur.

Saniyen yukarki sualin üç yoldan cevabını vermek icabeder. Birincisi ruhların arasındaki alakaya aittir. Aşağı yukarı aynı seviyede bulunan, aynı temayüller gösteren ruhların birbiriyle kaynaşması ve birbirini çekmesi esasen dünyada da malum olan bir kaidedir. Bunlar aynı ihtiyaçlarla bir araya toplanırlar. Binaenaleyh böyle bir arada toplanmış ve bir aile teşkil etmiş olan insan ruhlarının bazı cihetlerden birbirine benzemesi gayet tabiidir. Biliyoruz ki birçok insiyaklar, temayüller ve arzular madde ile olan rabıtalardan doğar. Aynı derecede ve aynı şekilde maddeye bağlı bulunması zaruri olan aynı seviyedeki ruhların arzuları, temayülleri ve birçok fiilleri arasında tabiatiyle müşterek noktalar mevcudolacaktır. Esasen böyle benzerlikler, bir aileden olmıyan ve birbirine tamamiyle yabancı bulunan birçok kimseler arasında da vardır. Veraset meselesinin bahis mevzuu olmadığı böyle yerlerde de biz bu hadiseyi yadırgamıyor ve tabii görüyoruz.

İzah yollarının ikincisi şudur: Bir ailede senelerce aynı hayat şartları, aynı havayinesimi ve aynı terbiye içinde yaşamış, aynı ıstıraplarla ağlamış, aynı sevinçle gülmüş insanların bazı temayüllerinde, bazı fiil ve hareketlerinde müşabehetlerin peyda olacağı tabiidir. Bunu inkar edemeyiz. Esasen terbiye bahsinde de bu yol tutulur. Bir insanı terbiye etmek, onu muayyen bir ideale veya kendi idealimize uydurmak demektir. İnsanların telkine kabiliyetli olması ve muhitlerinin tesiri altında kalması tekamülün bir zaruretidir. Eğer insanlar mermer gibi duygusuz ve gayrıkabili hitabolsalardı tekamülleri dururdu. Terbiyeciler daima bu hakikatin tatbikatından istifade ederler.

Fakat bütün bu noktalar bir aile arasındaki moral benzeyişleri izah eden biyolojik mefhum kadar kuvvetli değildir. İşte üçüncü izah yolu da budur. Dünyaya inmiş bir ruh her şeyden evvel buranın malıdır. Ve o ruhun yeryüzündeki varlığı, maddelerin tabi olduğu kanunlar ve imkanlar nispetinde tezahür edecektir. Dünyadaki varlığını ancak maddi vasıtaları nispetinde izhar etmek zaruretindeki bir ruhun bütün tezahüratı tabiatiyle bağlı bulunduğu maddelerin tesiri altında kalacaktır. Verasetle aileden aileye intikal eden maddi unsurlardan bahsetmiştik. Determinist bir görüşle bu iz üzerinde yürürsek varacağımız hakikat şu olur: Saidin ruhi hallerini tayin eden ve nazile geçen bazı maddi unsurlar onda da aşağı yukarı aynı ruhi hallere sebebolacaktır.

Eskiden ruhun varlığını isbat etmek için öne sürülen klasik bir piyano hikayesi vardı. Ben bu hikayeyi burada başka bir maksatla tekrarlıyacağım:

Muktedir bir piyano virtüozunu düşününüz. Bu, mükemmel bir piyano aleti üzerinde sanatının bütün inceliklerini gösterir. Ve sanatkar şahsiyetinin bütün hususiyetlerini tebarüz ettirir. Fakat onun eline tellerinin onda dokuzu kopmuş, akodu bozulmuş, tuşlarının mekanizması tamamiyle harabolmuş, işlemiyen bir alet verirseniz bu alet üzerinde onun çalacağı parçalarla hiç piyano çalmasını bilmiyen birisinin rasgele parmaklarını dolaştırmasından çıkacak sesler arasında hemen hemen bir fark göremezsiniz. Yani birisi mükemmel ve yüksek bir sanat şahsiyetine malik, diğeri bu bakımdan hiç bir şahsiyet sahibi olmıyan bu iki insan, kullanmış oldukları vasıtanın icabiyle aynı seviyede görünürler. Halbuki hakikatte bunların arasında daglar kadar fark vardır. Tıpkı bunun gibi en parlak ve kabiliyetli bir ruh bile, hasta ve malul bir dimağ içinde en şuursuz ve manasız bir varlık halinde görülebilir ve bu, onun için çok tabii bir hal olur. Bazı akıl hastaları konuşamaz. Bu hal, ruhun maddeler üzerinde tekellüm tezahürünü göstermek melekesinden mahrum olduğunu değil, onun bu melekesini izhara yarıyacak maddi vasıtalarının müesseriyet vasıflarını, marazi hallerinden dolayı kaybetmiş olduklarını gösterir. Demek burada hastalık ruhta değil, maddededir. İşte biz bu bakımdan ruh hastalığı tabirini yanlış buluyoruz. Bunun yerine beyin hastalığı, akıl hastalığı gibi maddi mefhumla alakadar bir ifade kullanmak daha iyi olur. Cinnet veya hamakatte olduğu gibi bütün ruhi halattaki bozukluklar, asabi cümlenin her hangi bir noktasında mevcudolan az çok gayrı tabii veya gayrı mutat bir tegayyürü ifade eder. Bu tegayyürler bugün tamamiyle ilimde malum olmamakla beraber gene mevcuttur. Ölümde olduğu gibi hastalıklarda da bütün hikaye ruhta değil ruhun bedenle olan münasebetlerindedir.

Beyinlerin aynı noktasında aynı bozukluğa müptela olan iki insanın, aynı arazla tezahür eden değişik bir haleti ruhiye göstereceği tabiidir. Zira ruhların yer yüzündeki tezahürleri ancak o merkezlerin keyfi ve kemmi hallerine bağlı bir hadisedir. Bunlardaki müşterek bozukluklar - ne kadar ayrı tabiatta olursa olsunlar - ruhların yer yüzündeki tezahürlerinde de az çok müşabih noktaların vücude gelmesine sebebolacaktır. Hangi artist olursa olsun mesela, Do diez tuşu eksik bir piyanoda bu notayı daima eksik olarak çalacaktır. Burada bazı paradoksal vakalar çıkarsa onların sebebini de gene maddi şartlarda aramalıdır.

Bir aile içinden olsun, birbirine tamamiyle yabancı ailelerden olsun müşabih maddi vasıflara ve maddi oluş şartlarına tabi ve ruhi faaliyetlerini ve hallerini ancak bu müşabih maddelerle göstermek zorunda bulunan ruhların bazı moral cihetlerden birbirine benzemesi kadar tabii bir hadise tasavvur edilemez. Kaldı ki yukarda gösterdiğimiz diğer iki sebep de aynı ailedeki ruhları moral vasıflar bakımından birbirine yaklaştırmaktadır.

Bir karınca ile bir sineği yanyana koyalım. Bunların ikisi de hayvandır ve böcektir. Fakat sineğin tabiatı karıncanınkine hiçte benzemez. Sinek serseri ruhludur, göçebedir, ne vatan tanır ne yuva. Her yer onun yuvasıdır. Nerde yorulursa orada konaklar. Onun istikbale ait hiçbir faaliyeti yoktur. Yemeğini ancak karnı acıktığı zaman düşünür. Ne yiyeceğini tedarik etmek hususunda, ne de istikbalini temin etmek için onun sebatkar hiçbir hareketi yoktur. Tam manasiyle sinek derbeder ve başıboş bir mahluktur. Karıncaya gelince onda bambaşka bir haleti ruhiye görürüz: evvela o, bir yurt sahibi olmak ihtiyacını gösterir. Karınca yurdundan ve yurttaşlarından ayrı yaşıyamaz. Bundan başka onun yurttaşlarına karşı hususi bir sempatisi de vardır. İcabederse o, bu uğurda ölmesini bilir. Yuvasına taarruz edecek düşmana karşı yurttaşlarının safında yer tutarak döğüşür. Onun bu husustaki hassasiyeti bir taassup derecesindedir. O, havaimeşrep de değildir. Çalışır ve istikbale hazırlanır. Yiyecek hususundaki faaliyeti bugün için değil yarın içindir. Ve o, işinde çok sebatlıdır. Takibettiği avının peşinde, ondan bir fayda gelmiyeceğine kani oluncıya kadar koşar, yapıştığı yeri bırakmaz. Sineğin korkak ve sulhperver haline mukabil o, mütearrız ve harpçidir. Hulasa sineğin ve karıncanın ruhi halleri arasında birçok aykırı tezahürler vardır. Aşağı yukarı aynı ruh seviyesinde bulunan bu iki mahlukta görülen bu tezat ne suretle vukua gelmektedir? Burada şüphe yok ki eğer sinek ruhu bir karınca bedenine girmiş olsaydı derhal değişecek ve bütün sinekliğe müteallik tabiatlarını bırakarak karınca tabiatlarını iktisabedecekti. Yani karınca bedenindeki bir ruhun sinek gibi, sinek bedenindeki bir ruhun da karınca gibi yaşaması mümkün değildir. O halde sinek ve karınca ruhlarının kendilerine mahsus hallerini tayin eden ve neticelendiren şey onların beden teşekkülatıdır.

Yalnız, beden bahsinde söylendiği gibi burada çok mühim olan bir noktayı gözden kaçırmamak lazımdır. Beden vasıta, ruh gayedir. Bir ruh varlığının şu veya bu bedeni intihabetmesi ancak onu kullanabilecek bir duruma gelmiş olmasının neticesidir. Bir sinek ruhu karınca bedenini kullanabilecek kabiliyete varmadıktan sonra karınca bedeninde dünyaya gelemez. Ve o takdirde de karınca tabiatını gösteremez. Halbuki bu mertebeye varmış milyarlarca diğer ruhlar karınca bedenine girerler ve karınca tabiatını gösterirler. Netekim veraset kanunundan istifade ederek ruhların şu veya bu beden teşekkülatına bağlanmaları da tıpkı bunun gibi, tekamüldeki durumlarına göre taayyün eder. Ve her ruh kendisine layık ve münasibolan beden teşekkülatını gözeterek veraset kaidelerinden istifade etmek üzere gireceği aileyi seçer. Onun içindir ki veraset kaideleri çok geniş imkanları ihtiva eder.

Fakat şunu da gözönünde tutmak lazımgelir ki dünyaya inen ruhlar tekamül gayelerine varmak için biyolojinin yalnız veraset kaidelerinden değil bütün diğer kanunlarından da bol bol istifade ederler. Onlar, bizce malum olan bir kanunla tahakkuk ettiremedikleri gayelerini bilmediğimiz diğer bir kanundan istifade ederek gerçekleştirebilirler. Binaenaleyh görünüşte veraset kanunu ile izah edilemiyen ruh faaliyetleri de dünyada yok değildir. Hatta bunlar bazı psikologları verasetin sıhhatı hakkında şüpheye düşürecek kadar veraset kaidelerine aykırı görünür. H. Marion böyle bir hadiseden aşağıdaki lisanla bahsediyor:

<< Mesela arıların mesaisine ait insiyakların teşekkülünü veraset bahsi izah etmeğe muktedir değildir. Balmumunu yapan kimdir? Bu, yavru meydana getirmiyen nötür bir arı tarafından yapılır. Demek bu arının iş maharetini, hendesi bilgisini intikal ettireceği yavru arılar yoktur. Bu insiyaklar ona tenbel, işe kabiliyetli olmıyan bir bey arı tarafından intikal etmişlerdir. Burada veraset meselesi yoktur. >>

Gerçi verasetin bütün kaideleri biyolojice malum değildir. Fakat Marionun bahsettiği bu hadise verasetle izah edilse de edilmese de reenkarnasyonizma mefhumunun kıymetini eksiltmez, bilakis arttırır. Zira bu mesleğin mutalariyle bu hadise de kabili izahtır.

Hulasa biz, beden teşekkülatımızın normal veya anormal değişmelerinin zaruri olarak tesirleri altındayız. Ve esasen dünya hayatımızın matlup gayelere uygun neticeler verebilmesine yardım edecek amillerden biri de budur. Bu değişmelerdeki esaslar umumi tabiat kanunlarının bir kısmı olan veraset kaideleriyle taayyün etmiştir. Ve bu kanunların henüz pek azı ilimde malum olmuştur. Bu bakımdan veraset meselesi biyolojinin en mühim ve şümullü bir bahsini teşkil eder.

Kainatta tabiat kanunlarının haricinde hiçbir hadisenin mevcudiyeti tasavvur edilemez. Böyle bir tasavvur kainatın nizamı fikrine aykırı gelir. Muhtelif alemlerdeki ruhlar, o alemlerde cari tabiat kanunlarında türlü türlü şekillerde istifade ederek tecrübe ve görgülerini arttırmak ve bu suretle yükselmek imkanını bulurlar. Bu kanunların neticeleriyle, ruhların onlardan faydalanma şekilleri arasında zahiren gorünen bazı mübayenetler varsa aldanmamak için acele etmeden araştırmalara koyulmak ve illet – netice zincirinin bütün halkalarını bilmediğimizi gözönünde tutarak ileriye ve geriye doğru olan namütenahi meçhul sahalardaki bilgimizi arttırmak suretiyle hadiselerin esrarına nüfuz etmeğe çalışmak icabeder. Böyle yapınca görürüz ki tekamül gayesine matuf bütün hadiselerde zahiri mübayenetlere rağmen birbirini destekleyici hareketler vardır. Ve bütün bu hareketler kainatın umumi ahengi ile kaynaşmış bir haldedir.