RUH VE KAİNAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 24

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%206.jpgREENKARNASYON FİKRİNE UYGUN
GÖRÜNEN HALLER

1 – Umumi mütalaa

Doğru fikrin müeyyidesi çok olur. Aldatıcı nazariyeler üzerine kurulmuş fikirleri teyidedecek deliller bulmak güçtür. Zengin tezahürleriyle kendini gösteren ruhun reenkarnasyonlarına ait deliller o kadar çoktur ki insan elini nereye uzatsa orada bu hadisenin lehine birkaç misal yakalıyabilir.

Reenkarnasyon fikrini kuvvetlendiren bazı hadiselerin tetkike değmiyecek kadar << bayağı >> veya izahı ucuz şeyler olduklarını öne sürerek onları kıymetten düşürmek gayretini gösterenler vardır. Fakat hakikaten kendileri bayağı olan bu düşünceler bu hadiselerin kıymetlerini düşüremez. Yüksek ve muğlak birçok hakikatlerin anahtarları ekseriya basit yapıdadır. Ve bunlar çok defa insanlar tarafından ihmal edilirler ve kullanılmaz bir halde paslanıp giderler.

Tabiatta bayağı hiçbir hadise yoktur. Fakat bayağı düşünceler çoktur. Bu düşünceler bazı hadiselerin hakiki manalarına nüfuz edilememiş olmaktan ileri gelir. Mesela, bir elmanın ağaçtan yere düşmesi, müşahede kabiliyeti noksan insanlar için adi ve değersiz bir hadise olabilir. Ve hatta böyle küçük olaylar üzerinde fikir yormağa kalkışanlar, bu sathi düşünceli insanların nazarında çürük akıllı bile sayılırlar. Fakat Newton gibi dahinin kafasında bu << bayağı >> hadise üç buutlu alemimizin en büyük kanununu tesbite yarıyan bir kıymet kazanır ( cazibe ).

Bir kilisenin tavanında asılı duran bir kandilin sallanması her gün olup biten  << bayağı >> hadiselerdendir. Birçok << ciddi >> insanlar bununla uğraşmağa lüzum görmezler. Fakat aklı tabiat hadiselerine eren bir müşahit bu hadise ile fizikin mühim kanunlarından birini tesbit eder ( rakkas).

Pankreası alınmış bir köpeğin rasgele her yere sık sık işemesi kadar bayağı bir hadise tasavvur edilemez. Bu hal olsa olsa ancak bir laboratuvar hademesinin dikkat nazarını çekmeğe değer. Fakat aynı zamanda Minkowski gibi büyük bir müşahidin nazarında bu hadisenin başka bir manası tebellür eder ve bu mana ona, tababette şeker hastalığının patojenisinde ve hatta tedavisinde bilahara büyük keşiflere ve tecrübelere yol açan fikirleri ilham eder.  İlim tarihinde böyle misaller çoktur.

Bir elmanın ağaçtan düşmesi, asılı bir kandilin sallanması, bir köpeğin sık sık işemesi acaba bu koca alimleri neden bu kadar meşgul etmiştir ve neden bu büyük adamlar, ilme ve insanlığa hizmet eden bu araştırıcılar bu hadiseleri bayağı görmemişlerdir?

Bereket versin herkesin her gün bakıp da göremediği hadiselere hakiki kıymetlerini verebilen böyle insanlar mevcuttur. Ve en büyük keşifler bu insanlar sayesinde mümkün olmuştur.

Tabiatta gördükleri bütün hadiselerin illetlerini araştırmağa kendilerini alıştırmış olanlar, avamın ehemmiyetsiz telakki ettikleri hadiselerin büyük illetlere doğru uzanan yollarını bulmakta gecikmezler. Bu yolları bulmanın birinci şartı dediğimiz gibi kainatta hiçbir tesadüfün ve illetsiz neticenin bahis mevzuu olmıyacağını bilerek hiçbir hadiseyi küçümsememek ve birtakım kabli hükümlerle tek taraflı hareket etmemektir. Mesela hastalık ilmini öğrenmek için hastalığın teşhisine yarıyacak en küçük ve ehemmiyetsiz görünen arazlarını bile gözden kaçırmamak lazımdır. Fakat bir tek mikrobu görmekle de hastalığın hakiki amilini bulduk diye iddiakarlığa kalkışmak doğru olmaz. Mesela: << Bazı hastalıklar mikropların tesiriyle olur, zira bu hastalıklarda hususi mikropların mevcudiyetini görüyoruz >> dediğimiz zaman, ilimde yeni ufukların açılmasına engel olmıyan ve belki de yeni araştırmalara yol açan bir söz söylemiş oluruz. Fakat, birisi çıkıpta: << Hastalık yalnız mikroptan olur. Zira biz, mikrobun hastalık yaptığını ilmen isbatettik. >> derse bu da iddiakar ve şaşırtıcı bir söz olur, ve bu söz bayağı görünen – hastalıkla ilgili – birçok hadiselere ehemmiyet vermemek gafletinden ileri gelir. Buradaki birinci sözün arkasında ilmi hakikatlere doğru açılmış muhtelif yollar vardır. İkincisinde ise bu yolların hepsi tıkanmıştır.

Binaenaleyh herhangi bir hadisenin illeti hakkında verilen hükümlerin isabetsizliğini, o illetlerin yolunu gösteren delillerin kafi miktarda toplanmamış olmasından mütevellit yanlış veya eksik görüşlerde aramak icabeder. Bundan çekinmek için hadiseleri tetkik ederken birtek delil üzerinde durmamak, onların illetlerine doğru muhtelif yollardan yürüyen diğer delilleri de bir araya toplamak ve bu hususta hiçbir hadiseyi müşahede sahasından uzak tutmamak en garantili bir iş olur. İşte dünyaya tekrar gelişlerin hakikatini gösteren deliller de böylece toplanmıştır.

Eğer bir nazariye hakkında görünen lehte ve aleyhteki deliller birbirini çürütürse o nazariyenin hakikatinden şüphe etmek haklı olur. Kuvvetli bir delil nispeten zayıf delile dayanan bir nazariyenin aleyhinde olursa o nazariye ilmi kıymetini kaybeder. Fakat eğer bütün deliller nazariyenin doğruluğu lehinde tecelli ederse o nazariyeyi, bu delillerden daha kuvvetli çürütücü bir delil zuhur edinciye kadar realite olarak kabul etmek zaruri olur ve ilim de bu suretle gelişir. Bu hakikati görmek istemiyenlerin, ya ilmi terbiyelerinden veya samimi olduklarından haklı olarak şüphe ederiz. Ve her iki takdirde, onların ayaklarını hakikat yollarında yürüyemiyecek derecede kösteklenmiş sayarız.

Biz gerek şahsi araştırmalarımızla elde etmiş olduğumuz müşahedelerde, gerek diğer araştırıcılardan aldığımız bilgilerde reenkarnasyon fikrini çürütücü hiçbir delile rasgelmedik. Fakat reenkarnasyon vetiresini sarih bir surette kuvvetlendirici birçok vakaları ve hadiseleri gördük ve işittik. Tabiatın bu yüksek vetiresine zahirde aykırı görünen, geçen bahislerde kısmen mütalaa ettiğimiz bazı hadiselerin de, dünyaya tekrar geliş fikrini çürütmeleri şöyle dursun, bilakis onu takviye edici mahiyette olduklarını da gördük.

Bu ve bunu müteakip kısımlarda mütalaa edeceğimiz bahisler reenkarnasyon fikrini bize adeta zorla kabul ettirici mahiyette birtakım müşahedelere ve tecrübelere tahsis edilmiştir. Sathi görüşle ve ayrı ayrı gözden geçirildiği takdirde belki bunların mutat yollarda izah edilebilen ehemmiyetsiz hadiseler olduğu iddiası öne sürülebilir. Fakat herbirinin üzerinde iyice durulur ve bilhassa heyetiumumiyesi ile mütalaa olunursa bunların adeta cebri yürüyüşle bizi reenkarnasyonizmaya doğru sevkettiği anlaşılır. Zira bunların ayrı ayrı ve zoraki diğer yollardaki izahları, heyetiumumiyesiyle mütalaalarında bütün kıymetlerini kaybeder. Yalnız reenkarnasyon nazariyesiyledir ki onlar manalarını ve hakiki delaletlerini daima muhafaza ederler.

2 – Antipati ve sempati

Psikolojide iyi izah edilmiş olmıyan meselelerden biri de antipati ve sempatidir. İlk gördüğümüz bir insana karşı duyduğumuz yakınlık veya sevimsizlik duyguları acaba daima birtek hayatın icaplariyle kabili izah olabilir mi?

Bu meseleyi izaha çalışan klasik nazariyeleri tekrarlamağa lüzum görmüyorum. Bunlardan hiçbirinin reenkarnasyon nazariyesi derecesinde vuzuhlu ve şümullü olmadığını zannediyorum. Gerçi klasik bazı izahların da akla uygun gelen tarafları yok değildir. Mesela sempatiyi doğuran sebeplerden birini duygu, düşünce ve temayüller arasındaki müşabehetlerde ve mümaseletlerde arıyan düşünceler bu miyandadır. Yalnız herhangi bir mesele hakkında kati hüküm vermezden evvel o hükmün müeyyidelerini iyice tayin etmiş olmak icabeder. Zira ekseriya bir hadisenin izahında kuvvetli amil gibi görünen müeyyideler hakikatte birer neticeden ibaret kalır. Ve acele verilmiş kararla insan bunların mahiyetlerini teşhiste yanılabilir. İşte yukarda bahis mevzuu olan nazariye hakkında da aynı hal vakidir. İyi araştırılırsa görülür ki birbirine sempatik olan iki şahıs arasındaki benzerlik veya antipatik olanlar arasındaki aykırılık bu hislerin sebebi değil, bu hisleri de husule getiren müşterek başka bir sebebin neticesidir. Bu noktainazarı kabul etmek kolaydır. Zira düşünülürse antipati ve sempati duygularının illetleri gibi gösterilen bu benzerliklerin ve aykırılıkların sebeplerinin de meçhul ve izaha muhtaç oldukları görülür. Bir meçhulü, halli güç diğer meçhullerle izah etmek zaruretine ancak elimizde müsbet ve izah edilmiş delillere dayanan makul nazariyeler bulunmadığı zaman katlanabiliriz. Eğer sempati ve antipatiyi diğer müsbet delillerle tahakkuk etmiş reenkarnasyon fikri izah etmiş olmasaydı o zaman bunların izahlarını başka yollarda aramak zorunda kalırdık. Kaldı ki bu başka yollardaki << izahların >> izahları da gene reenkarnasyon fikrine dayanan nazariyelerle mümkün olmaktadır.

Antipati ve sempati duygularının hakiki illetlerini daha yakından mütalaa edebilmek için bir misalle işe başlıyalım:

A... ile B... akraba olmadıkları halde bir evde doğdular ve büyüdüler. Yedi yaşına gelinceye kadar birçok tatlı ve acı günlerde beraberce yaşadılar, birbirini teselli ettiler ve karşılaştıkları nahoş hadiselere karşı el ele vererek yürüdüler. Senelerce aynı şartlar altında yaşamanın, aynı duygu ve düşüncelerle hareket etmek zorunda kalmanın bu iki varlığı birçok maddi ve manevi müşabehetlerle birbirine yaklaştıracağı aşikar bir hakikattir. Fizik teşekkülatın moral ve moral durumun da fizik teşekkülat üzerinde müessir olduğuna dair evvelki bahislerde birçok şeyler söylenmişti. Binaenaleyh akraba olmamasına rağmen, bu iki çocuğun müştereken aynı hayat şartları altında yaşaması ve aynı düşünce ve duygularla hareket etmek itiyadını kazanması, aralarında birçok maddi ve manevi müşabehetler doğurabilir.

Farzedelim ki günün birinde dünya hayatının zaruretleri kardeş gibi yaşıyan bu iki insanı birbirinden ayırdı. Ve bunlar yeni hadiselerin ve heyecanların içinde o kadar kayboldular ki bu hal onlara birbirini tamamiyle unutturdu. Aradan seneler geçti, yüzler değişti. Tabiatlarda birtakım yenilikler ve değişmeler husule geldi. Ve bütün bu hadiseler onları birbirine karşı tanımaz bir hale koydu. Fakat böylece birbirinden ayrı olarak ellişer yaşına giren bu iki eski dost, günün birinde tesadüfen yabancı bir memlekette, bir seyahat esnasında karşı karşıya geldiler. Birbirlerini tanıyamamakla beraber ilk görüşte aralarında büyük bir sempati hasıl oldu ve birbirine yakın olduklarını duydular. İçlerinden gelen bir his onlara mütemadiyen yabancı olmadıklarını ihtar ediyordu. Bu duygu nerden gelebilir? O sırada bu sualin cevabını araştıran bir müşahit bu iki insanın duygu ve düşüncelerindeki bazı müşabehetlere dikkat ederek aralarındaki yakınlığı ve sempatiyi bunlara atfedebilir. Fakat bu doğru mudur?

Yani, buradaki sempatinin asıl sebebi bazı ruhi hallerin birbirine benzemekte olması mıdır, yoksa bu benzerliklerin de husulünde amil olan evvelce müştereken geçirmiş bulundukları hayatın icapları mıdır? Bu sualin cevabı müşahitlerin bilgisine göre değişir. Eğer bir müşahit bunların evvelki müşterek hayatını bilir ve bu vakıaya delaili ile vakıf bulunursa o, şüphesiz ikinci şıkkı ileri sürer. Bu müşahide göre buradaki sempatinin sebebi evvelki tanışıklığın ve müşterek hayatın icaplarıdır. Vakıanın esasından haberi olmıyan veya bunların eski arkadaşlıklarına inanmıyan diğer bir müşahit ise birinci şıkkı müdafaa eder ki hakikatte bu da ona hiç birşey kazandırmış olmaz. Zira bunun arkasından gelecek, bunlar niçin birbirine benziyor, suali, niçin aralarında sempati var sualinden daha az izaha muhtacolmıyacaktır.

Ruh hayatının sonu yoktur. Hayatın bir tek dünya realitesi içinde mahsur sayılması ancak mahdut bir görüşe nazaran mümkün olabilir. Umumi ruh hayatının yedi yaşına kadar geçen kısmı karşısında elli yaşından yukarı olan kısmı ne ise, bir evvelki enkarnasyon karşısında gelecek enkarnasyon da aynı şeydir. Hayat maddede değil, ruhtadır. Binaenaleyh hadiselerin canlı intibaları dünya maddelerinde değil, ruhi unsurlarda meknuzdur. Kesif maddeler değişir, tanınmaz olur. Fakat, o maddeler yolu ile ruhta yerleşmiş olan intibalar orada ebedileşir ve şahsiyetin inkişafına imkan verir. Kitabımızın geçmiş bahislerini hatırlayanlar bu iddiada hiçbir fevkaladelik görmezler.

Şu halde misalimizde geçen iki arkadaş hikayesindeki sempatiyi izah edebilmek için nasıl gençlik ve çocukluk zamanlarına ait intibalardan bahsedebiliyorsak, ruhun dünya varlığından evvelki hayatını kabul ettiğimize göre, eski hayata ait intibalardan da öylece bahsedebiliriz. Hele ileride bahsedeceğimiz muhtelif yollardan yapılmış tetkikler neticesinde ruhun geçmiş hayatına ait elde edilen delillerle bu sempati ve antipati meselesi beraberce gözden geçirilirse itminan verici daha kati neticelere varmak mümkün olur. Yani, evvela geçmiş müşterek bir hayat safhasının ruhlarda birtakım benzerliklere zaruretiyle sebebolacağı ve onları birbirine yaklaştıracağı veya eski düşmanlıkların tesiriyle birbirinden uzaklaştıracağı düşünülür, saniyen birtakım diğer delillerle ruh hayatının dünyada yalnız bir defada olup bitmeyeceği gözönünde tutulursa hem antipati ve sempatileri bu yolda izah etmek mümkün olur, hem de bu duyguları izah eder gibi görünen zahiri sebeplerin de hakiki izahları yapılmış olur.

Antipati ve sempati meselesi ile geçmiş hayatların münasebetini canlı bir misalle göstermek isterim. Bu misal metapsişik tecrübelerden alınmıştır:

H. Sausse hipnoz halinde iken insan ruhunun serbesliğinden istifade ederek eski hayattaki hatıraları uyandırmağa çalışırken buradaki mevzuumuzu alakadar eden enteresan bir hadise ile karşılaşıyor. Bu hadise şudur:

Manyatizör süjesi Louise’i manyatik uyku ile uyutuyor. Celsede hazır bulunan Sophie isminde seyirci bir kız, kendisinin de uyutulmasını istiyor. Manyatizör Sophie’nin uyutulmasında kendisine yardım etmesini, o sırada uyumakta olan Louise’den rica ediyor. Fakat Louise, bilhassa telkine karşı hassas süjelerde görülmiyen bir mukavemetle bu arzu karşısında isyan ediyor: << Hayır, diyor. İstemiyorum, istemiyorum. Ne isterseniz yapınız. >> Operatör bu halin sebebini anlıyamıyor, ve hayret ediyor. Fakat fazla ısrarda da bulunmuyor. Ertesi günü kimseye birşey söylemeden süjesinin evine gidiyor ve onu yalnızca uyutuyor. Süjeden dün geceki isyankar hareketinin sebebini soruyor. Kız söylemiyor ve bir sır olarak onu saklamak istiyor. Operatör ısrar ediyor. Nihayet bu ısrara dayanamayan süje şiddetle şu sözleri söylüyor: << Size muhalefet ettim, çünkü uyumasına yardımımı istediğiniz şahıs, geçen hayatımda benim felaketime sebebolan birisidir. Biz aramızda ebedi bir kin yemini yapmışızdır. Ondan nefret ediyorum. Ve onu asla affetmiyeceğim, asla !.. >> Operatörün çok yorucu ikna yollu telkinleri ile süje nihayet affa razı oluyor. Operatör bu hikayeyi kimseye söylemeden yeni bir celse tertibediyor. Bu celsede mutat süjelerinden Maria’yı Louise’i ve Mularet’yi birbirini müteakip uyutuyor. Ve en son olarak da Sophie’yi uyutmağa teşebbüs ediyor. Tam bu sırada uyumakta olan süjelerden Mularet ile Maria, Louise’e yaklaşıyorlar ve kendisine şunları söylemeğe başlıyorlar: << Haydi bakalım Louise, cesaret! Sophie’nin uyumasına yardım etmek lazım. Evet, affediniz ve unutunuz. Dostlarınız sizden bunu istiyor. Bu adavetin nihayet bulması ve samimi bir affın sizi barıştırması lazım. >> Bu sözlerin söylendiği sırada Sophie uyuyor. Bunu müteakip Louise Sophie’nin yanına geliyor ve onu elinden tutup şunları söylüyor:     << Görünüz ve hatırlayınız. >> Bu sözleri müteakip Sophie bir müddet şaşkın bir halde kalıyor ve sonra birdenbire ağlamağa başlıyor ve: << Hayır, diyor. Siz beni affedemezsiniz. Ben size o kadar büyük fenalık yaptım ki bunu unutmanıza imkan yoktur. Sizden nasıl kaçayım, nereye saklanayım?.. Kendimden de utanıyorum. >> Sophie’nin ağlaması devam ediyor, bu sırada Louise ve diğerleri de ağlıyorlar. Bir müddet sonra Loise şu sözleri söylüyor: << Mademki dostlar herşeyin unutulmasını ve mazinin silinmesini istiyorlar öyle olsun. >> Bu sözleri müteakip dört medyom bir araya geliyor ve kuvvetle birbirine sarılıyor. Tekrar ağlıyorlar fakat bu defaki göz yaşları ıstırabı değil, sevinçli heyecanları ifade ediyor.

Kabli hükümlerin tesiri altında kalarak bu müşahedenin dramatize edilmiş histerik bir tezahürü ifade ettiğini söyleyip omuz silkecek kimseler şüphesiz vardır. Fakat kitabımızın hacmi ve mevzuu her müşahedenin ve hadisenin uzun uzadıya tahlilini yapmağa müsaidolmadığından burada maalesef böyle düşünenleri ikna etmeğe yarıyacak noktalar üzerinde durmak imkanına malik değilim. Ancak kısaca şu kadarını söylemekle iktifa ederim ki esasen bizzat kendisi izaha muhtacolan bu << histerik tezahürat >> hikayesi yukarki hadiseyi kanaat verici tarzda izah etmekten çok uzaktır. Ve akla ilk gelebildiği gibi birçok karışık ve gayrı mutat hadiselere tezahür zemini olan hipnoz halindeki bu süjeler, etrafındakileri eğlendirmek ve onlara hoş vakit ğeçirtmek için de böyle bir komedyayı oynamış değillerdir. Binaenaleyh biz bunu dramatize edilmiş bir imajlar kompleksi değil, geçmiş bir hayat dramının hakiki hikayesi olarak kabul ederiz. Ve dünya hayatının ilerisini göremiyen bazı kimselerin bu gibi hadiseleri izafi ve itibari ölçülerle kıymetlendirdikleri akıl hastalıkları guruplarından kerhangi birisine sokmuş olmaları da, diğer kuvvetli deliller karşısında bizi bu kanaatimizden ayıramaz.