MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 26

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%201.jpgMUKADDERAT VE NİZAMI KAİNAT

Beşeri bir hüviyet içinde, çok eksik olan görüşlerimize nazaran bile ilahi irade kanunlarının değişmez hükümlerile icaplanmış kainatın nizamı ne kadar haşmetli ve ahenklidir!

Tabiatta daima güzelliğe, iyiliğe ve tekamüle müteveccih planlı, tertipli bir akışın tezahürlerini gördüğümüzü söylemekle beraber ruh dostlarımızın vermiş olduğu kıymetli tebliğatın da bu bahsin bazı noktalarında bizleri aydınlatmış olduğunu ayrıca ifade etmek isteriz.

AKIN : Ağustos 15, 1948

<< Tabiatta bir akış, bir gidiş, daima tekamüle, iyiliğe doru yükseliş ve bir deveran vardır. Bu deveran bildiğiniz gibi, maksatlı ve planlıdır. İşte her hareket, her şey buna uygun olarak cereyan eder. Bu maksat ve plana taş, toprak, her şey, bütün kainatlar dahildir. Onların hareketleri, onların nizamları, onların gidişleri her şey tabiat kanunlarının, büyük ilahi irade kanunlarının seyri dahilinde vukua gelir. >>

Keza

MUSTAFA MOLLA : Mart 13, 1949

<< Aleminiz de büyük nizam yolu üzerinde bir geçittir. Ve orada her şey hesaplı ve her şey gayeye en vazıh, en kısa, ve müessir yoldan hesaplı bir dereceye kadar muvazzaftır. >>

Keza

M. MOLLA : Nisan 26, 1949

<< Kainat bir bütünlük manzumesidir. O kadar ki sizin ruhunuzdaki büyük tesanüt ahenginden – ki bunu kurmağa çalışıyoruz – en küçük bir atoma kadar büyük ve ilahi bir kanunu küllinin cari olduğunu müşahede her fırsatta ve her vesile ile mümkündür. >>

Keza

M. MOLLA : Nisan 15, 1949

<< Kainatta her şey öyle bir titiz ölçü üzerine kurulmuş ve öylece en azdan, en çoğa doğru ahenkleştirilmiştir ki bunlardan en ufak bir hareket solaklığı belki bütünün herci mercini intaç eyler. >>

Fakat kainattaki nizam ve ahengi görebilmek değil hatta sezebilmek bile herkes için pek kolay bir iş değildir. Bunun için az çok görgü ve tecrübe silahı ile teçhiz edilmiş bulunmak gerektir. Bize öyle geliyor ki insan, kainatın nizam ve ahengini, o nizam ve ahenge bizzat hayatını ayarlamış olduğunu hissedebildiği nisbette idrak edebilir. Şu halde bu işte muvaffak olabilmek için insanın her şeyden evvel vicdanının gösterdiği ilahi irade kanunlarının icabatı dahilinde kendi varlığına çeki düzen vermiş olması, ve binnetice iç huzuruna kavuşmuş bulunması, hülasa evvela kendi öz benliğinin dış alemle olan ahengini temin etmiş bulunması lazımdır. Taki tabiatın büyük ve layezal nizamının kendi ruhundaki inkiaslarını idrak edebilecek bir duruma gelmiş olsun. Yoksa henüz paslı kapanık ve sakar bir insan ruhu, kainatın parlak nizam ve ahenginin ışıklarını nasıl aksettirebilir? Bütün bunlardan da şu çıkıyor ki insan ruhunun paslarının silinmesi, kainat nizamına makes olabilmesi, yani kainat nizam ve ahengini idrak edebilmesi onun tekamülü ile mütenasip bir haldir.

M. MOLLA : Ekim 30, 1949

<<  Kainattaki büyük nizamı, mukaddes intizar halini, gaşi halindeki müebbet fecirlere doğru ilhamla sarhoş bir haldeki koşuşları görebilecek insan dünyanız çevresinde mukadder yolculuğu elde edebilmiş sayılmalıdır. Ancak, bu pek kolay olur ve kolay tedarik edilir iğreti bir iktisap olamaz. >>

Kainatın nizam ve ahengine vukufumuz derecesini bir tarafa bırakalım, hatta dünyamızdaki hayatın akışı ve varlıkların çeşitli durumları, telakkileri, kanaatleri ve tekamül dereceleri arasındaki derin ve bazan büyük uçurumlarla ayrılmış gibi görünen fark ve zıddiyetleri bir insan gözü ile gördüğümüz zaman sanki ilahi nizamla telifi kaabil değilmiş gibi bir ahenksizlik bir karmaşıklık ile karşılaştığımızı sanmaktan kendimizi bir türlü kurtaramıyoruz. İşte bunun içindir ki insanlar boyuna birbirini tenkit edip dururlar, birbirlerini kırıp geçirirler, hatta birbirlerini sevmezler. Herkes, hakkın kendisinde olduğunu iddia eder durur, en doğru yolu kendisinin bulmuş olduğuna herkesi inandırmağa, hatta zorla yola getirmeğe çalışır. Ve diğerlerinin fikir ve kanaatlerine küçümsiyerek, abes şeylermiş gibi istihfaf gözü ile bakar. Ve gene bunun içindir ki insanların çoğu dünyada ne ilahi adaletin, ne ilahi nizamın, ne de ilahi ihtişamın mevcudiyetine inanabilir. Bütün bu insanlar kendi görüş zaviyeleri dahilinde haklıdırlar. Takdir edebilmek için görmek, görebilmek için anlamak, anlıyabilmek için bilmek, bilmek için de duyabilmek lazımdır.

Kainatta ilahi muradın şümulü dışında hiç bir hareket olmadığı gibi, nizamsızlığı ve yolsuzluğu ifade eden hiç bir hadise, hiç bir hal de yoktur. Ve olamaz. Allahın emrinin, muradının, kudretinin bizim duyabildiğimiz en küçük bir parçasının bile tahakkuku hiç bir adem oğlunun kavrıyamıyacağı bir füshat içinde yayılan nizam ve ahengi zaruri kılar. Tabiatta gördüğümüz birbirine zıt tezahürler, ilahi ahengin bizim anlamaktan aciz bulunuşumuzun bir ifadesidir. Orada görünen aykırı hareketler, aykırı düşünceler, aykırı kanaatler ancak ilahi yolun çeşitli merhalelerinin pek cüzi kısımlarıdır. Oradaki her kanun, her icap, her tertip, her suret ve hal hilkatin mana ile dolu tezahürleridir.

Bütün varlıklar – bütün hareketlerile -  Allaha doğrudur. Bütün madde halleri, bütün tekamül vasıtaları her türlü görünüşü ile Allaha doru olan varlıkların yükselmelerine yarıyan birer basamaktır. Tekamül namütenahidir, basamaklar namütenahidirler. Allahı duyuş, Allaha bağlanış, Ona inanış layetenahi bir kudrettir. Ve tekamülün manası bu kudreti iktisaba devam halinde bulunmaktadır.

Bütün kainat mukadder bir oluş halidir. Bütün oluş halleri, bütün kainatlar ilahi iradenin zaruri kıldığı birer tezahürdür. Ne ezeli, ne ebedi sorulamıyan bu muhteşem zaruretin en küçük bir tezahürüne dahi insan ruhu, ancak sonsuz minnet, sevgi, hayranlık ve şükranlıkla meşbu bir kendini veriş, bir teslimiyet halinde makes olabilir.

* * *

Madem ki kainat bütün hadisatile muntazaman akıp giden büyük ve ilahi bir nizamın ahenkli tezahüratına bir zemin teşkil etmektedir, o halde bu ahengin dışında kalmaları mümkün ve muhtemel olmıyan bütün ruhların, varlıkların yapmış olduğu işler ve hareketler ve bütün faaliyetler de ayni nizama dahil olmak icap eder. Bu bakımdan mukadderat ile kainatın nizam ve ahengi de birbirile kucaklaşmış bulunmaktadırlar.

İlahi muradın, gözleri miyop, hatta kör olan biz faniler karşısında mütecelli muazzam tezahürlerinin küçücük bir zerresi bile – bu körlüğümüze rağmen – bize, kainatta büyük bir nizam ve tertip dahilinde herşeyin iyiliğe, olgunlaşmağa, ve ilahi emirlerin tahakkuk zaruretine doğru mütemadi bir hareket halinde bulunduğunu gösteriyor.

Kainatta alelade gözler için bir nizamsızlık ve kargaşalık içinde geçip gidiyormuş gibi görünen hadiselerde bile kainat nizamına dahil büyük bir tertibin mevcudiyetini görenler veya duyanlar vardır. Bir küçük ve belki de iğrenç görünen sirke sineğinin bir tek kanadını alıp mikroskop altında, tetkik ederseniz gördüğünüz manzaranın güzelliği ve ahengi sizi hayran bırakır. Biz şuna kani bulunuyoruz ki her şeyde bir nizam, her şeyde bir tertip ve ahenk hülasa bir güzellik vardır. Kainatta çirkin diye vasıflandırdığımız her şey ancak ruhumuzun mahdut kudreti karşısında kainat ahengi ile olan münasebetini takdir edemediğimiz mevzulara aittir. Hakikatte onlar çirkin değildirler.

Gene bize ve kanaatimize göre, kainatta kötü ve nefreti mucip şeyler yoktur. Zira her şey ilahi nizam ve tertip dahilinde olduğuna göre onda hiç bir kötülük veya nefrete şayan bir cihet bahis mevzuu olamaz. Eğer burada da gene bazı şeyleri kötü veya şayanı nefret olarak görmekten kendilerini kurtaramıyanlar varsa onlar bunun sebebini, kainat nizam ve ahengi babındaki kendi vukufsuzluklarının derecelerinde aramalıdırlar.

Ahenk güzelliktir. Güzelliği ahenk mefhumu ile tarif etmek, onun en iyi anlaşılabilir bir manasını kavramış olmak demektir. Güzelliği ve ahengi yalnız, şekilde, biçimde, renkte, velhasıl yalnız maddi mefhumlarda değil, bütün varlıkların bünyesinde, melekatının ve kudretlerinin ilahi ahenge ve nizama uygun tezahürlerinde aramak icap eder. Ve asıl güzelliğin en iyi numunelerile de burada karşılaşmak mümkün olur. Binaenaleyh insanın güzeli takdir salahiyeti, varlıkların ilahi irade kanunlarile olan intibak derecelerini takdir edebildiği nisbette artar. Bu da dünyamızda vicdanın inkişafı ile mümkün olur. Bununla beraber her insanın güzel diyebileceği bir çok şeyler ve varlıklar vardır. Çünkü her insanın ilahi nizam ve tertip hakkında kendi kendine izah edebildiği veya edemediği, kendine göre bir sezişi veya bilgisi mevcuttur. Ve o insan güzelliği bu gözle görebilmektedir.

Demekki ilahi kanunlar icabatı, icabat mukadderatı, mukadderat ahenk ve nizamı, ahenk ve nizam ise güzelliği neticelendirir. Şu halde çekinmeden diyebiliriz ki her güzel hareket, her güzel iş, her güzel varlık, her güzel durum ve bir kelime ile, esasen güzel olan her şey ilahi bir mefhumdur. Çünkü usaresini ilahi irade kanunları kökünden alır.

Böyle umumi bir güzellik içinde, kevni bir ahenk dahilinde görünen zahiri çirkinliklere ve münasebetsizliklere rağmen her şeyin sevgi ve sempati bağlarile birbirine yaklaşması icap etmez mi? İşte buraya gelince sevgisizliğin kainat nizam ve mukadderatı, içinde insanlar için ne kadar aksak, yani dolambaçlı neticeler doğurabileceği hakikati ile karşı karşıya kalıyoruz ki bu da bu günkü dünyamızın hazin durumu ile kolayca kaabili isbat ve takdir bir keyfiyet oluyor.

O halde bize bahşettiği hürriyet nimetlerini hiç bir vakit unutmıyarak Allaha bütün varlığımızla şükredip birbirimizi sever ve ona göre hareket ederek dünyamızın ve dünya dışı hayatımızın müstakbel mesut akibetlerini hazırlamış oluruz. Her şeyi unutur, birbirimize düşman olur ve ona göre hareket edersek dünyamızın ve dünya dışı hayatımızın acı akibetlerini davet etmiş bulunuruz. İşte insanlığın dünyadaki ve dünya ötesindeki akibetinden iki nümune! Bunlardan hangisini isterse insan onu elde eder, kendisine neyin layık kılınması yolunda cehit ve gayret sarfederse onu bulur. Bunun da adı mukadderat ve icabattır.

BEDRİ RUHSELMAN

 

                                                                                              S O N