MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 14

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%207.jpgMUKADDERAT VE TALİH

Bir insan, talihim yardım etmedi, derken acaba kimin kendisine yardım etmesini beklemekte veya beklediği şeyi kendisine vermediği için kimi şikayet etmektedir? Talih nedir? Mukadderat meselesini iyice anlamış olanlar için talih hakkında uzun uzadıya izahlara lüzum ve ihtiyaç yoktur.

Çok basit bir misal vereceğim: Etrafı açık bir kulenin tepesinde gözlerini sımsıkı yumarak alabildiğine koşan bir adam aşağı yuvarlandığı zaman talihsizliğinden bahsederse onun akıllı bir insan olmadığına hükmedebilirsiniz.

Talih insanın kendi basiretli hareketlerinin, talihsizlik ise akılsızca yaptığı işlerin neticesidir. Bir tebliğinde talih mevzuuna temas eden kadri şunları söylüyor.

KADRİ: Mayıs 24, 1948                                                 Medyom: Ö…

<< Muvaffakiyet yalnız çalışma ile olmaz. Çalışma bir sebeptir. Bir çok hareketlerin biraraya gelmesi, ve mukadderin çizdiği planın çerçevesine girmiş bulunması iledir ki onların neticesi olarak insan muvaffakiyete kavuşur. Biri eksik olursa ya çalışmandaki noksan, ya hüsnü niyetinin tam olmaması, yahut kaderinin bu işe müsait bulunmamasının neticesidir. Bunların üçü de bir araya gelirse gene senin muvaffak olman için lüzumlu bazı hususlara ihtiyaç vardır. İşte bunlar da kendiliğinden muhtelif sebepler tahtı tesirinde olarak meydana çıkar ki bunada bazıları talih, bazıları tesadüf der. Ne talih, ne tesadüftür. Bunlar senin o yolda yürümeni hazırlayici sebebi meydana getirmek için senin yapmış olduğun mesainin garnitürleridir. >>

Yukarki satırlar, talih hakkında güzel sözleri ihtiva etmektedir. Talihine küsen bir adam kendi kendisine şu suali sorsa nasıl olur: Ben şu hareketleri yaptığım için böyle bir kötü netice aldım. Ama onun aksine hareketler yapsa idim neler olacaktı? Fakat insanın kendi kendisine böyle bir suali sorabilmesi için yaptığı işin mahiyeti ile onun neticeleri arasında münasebetleri az çok görebilecek bir durumda olması lazımdır. M. Mollanın, bir tebliğinde haklı olarak şunları söylediğini görüyoruz: << Siz kendi talihinizi daima mesul tutarken ihtiyatlarınızın, ruhani kaabiliyetlerinizi ne dereceye kadar bel’eylediğini hesaba katmıyorsunuz, ve demiyorsunuz ki biz işte şu yolda gittiğimiz için şu netice ile karşılaşmaktayız. Eğer aksine gitmiş olsaydık ne olacaktı? >>

İnsanlar talihlerini kendi arzularile meydana getirirler. İstek büyük ve yapıcı bir kuvvettir. Yolile, devam, sebat üzere istenen şey tahakkuk eder. Yalnız bir şeyin tahakkukunu isterken daha evvelden onun tersine olarak istenmiş şeylerin gerçekleşmesi icap edeceğini de unutmamak lazımgelir. İşte ikinci isteğin tahakkukuna birincinin mani olması bu yüzdendir. Bundan mütevellit bir muvaffakiyetsizlik karşısında kalıncada talihsizlikten şikayete kalkışmak doğru bir iş olmaz. Mesela bu sene yağmur yağmamasını istemiştim. Bu isteği o kadar candan ve yolu ile istemiştim ki eğer bu isteğim tabiat kanunları muvacehesinde daha liyakatli aksi isteklerle çarpışmıyor idiyse muhakkak gerçekleşecekti. Fakat bahar gelince bunu unuttum. Ve bir an geldiki tarlalarımı sulamak için yağmura ihtiyacım oldu. Ve bu defa da yağmuru istedim. Eğer bu yağmur isteyişim evvelce yağmur aleyhindeki isteğimden daha yolsuz ve zayıf ise veyahut evvelki isteyişimin tahakkuk şartları meydana çıkmış bulunuyorsa şimdiki arzumun yerine gelmiyeceği tabii bir hal olur. Ve bu yağmur isteğime rağmen yağmurun yağmaması benim için hiç bir zaman bir talihsizlik eseri sayılmaz.

Arzu ve isteğin talih mevzuundaki rolü hakkında Şemi isminde bir ruh dostumuz bize şunları söylüyor:

ŞEMİ:                                                                  Medyom: M. Aray

<< İyi dediğiniz sizin arzularınız, kötü dediğinizde sizin arzularınız çerçevesinde kalıplanmış, şekillenmiştir. Onlara, talihin bir sevki diye de bakabilirsiniz. Fakat bu talih de ancak sizin arzunuzun kisvesini ifade eden başka bir tecellidir. >>

Yeryüzünden, insanlar bütün varlıkların en ileride olanıdır. Ve talihtende sık sık o bahsettiğine göre, talihini bizzat kendisinin meydana getirdiğini bilmemesine hayret edilebilir. Fakat talihinden şikayet eden bir adam, bizzat kendi efal ve harekatının neticelerini ve hatta hakiki isteklerinin neler olduğunu düşünemiyor demektir. Bu takdirde onun, kendisine iyi talihler hazırlıyamamasını da tabii görmek lazımgelir.

MUSTAFA MOLLA: Şubat 9, 1951                            Medyom: M.Aray

<< İnsan demek, kudretleri, arz planındaki diğer canlılara nazaran en üstün olan mahluk demektir. Şu halde onlara tefavvukunuz maddi kütlenizin azametile değil, bilakis manevi kudretinizin vüsatile ölçülürse ve hakikat de böyle olduğuna göre ruhi vüsatinizin ebedi seyir ve izan yolundaki karakteri tezahür eder, zannındayım. O halde talihiniz sizi gene sizin iradi kudretinizle olan nisbetiniz ayarında karşılar. Bundan mütevellit neticeler, Halikin size müteveccih arzularının en iyi şekli tahakkukuna doğru yaklaşmanızı temine matuftur. >>

İnsanlar maddi ve günlük hayatlarının içine o kadar fazla gömülmüşlerdir ki onların bu maddi meşguliyetleri, mucizeler göstermeye muktedir olan kendi ruh kudretlerini kullanabilmelerine imkan vermek şöyle dursun, hatta onların mevcudiyetlerini düşünüp takdir etmek fırsatından bile insanları mahrum eylemektedir. Ve böyle acayip hallerile bu günün adem oğulları ve kızları şöyle şaşkın seyyahlara dönmüşlerdir ki onlar bir yolun yolcusu olduklarını tamamile unutmuşlar, fakat gene kendi beceriksizlikleri yüzünden içine dalmış oldukları karanlık bir geçidin ortasında da umdukları gibi barınacak yerleri bulamayınca ne yapacaklarını şaşırıp kalmışlardır. Böyle olunca onlar elbette talihsizliklerden, şanssızlıklardan sık sık bahsetmek fırsatını karşılarında bulacaklardır. Fakat bunlar böyle adaletsizlikten, alınlarının kara yazılarından, kötü kaderlerden yana yakıla bahsedip dururlarken kendi nefsaniyetlerine bir az çeki düzen vermeği akıllarına getirebilseler ne iyi olur? Zira onlar, yollarının istikametlerini, yolculuklarının mahiyet ve icaplarını öğrenip hareketlerini ona göre ayarlamağa çalışmadıkça ne bu şikayet ve isyanlarından vaz geçebilirler, ne de mesuliyetlerinden, binaenaleyh – gene kendilerince – kötü talihlerden kurtarabilirler. Yüksek bir kudret tarafından, hiçbir kimsenin alnına zorla vurulmuş bir kara talih damgası yoktur. Bu hakikati iyice anlayıp kabul etmiyen insanın selametli bir hayat geçirebileceğine inanmak pek güç olur.

MUSTAFA MOLLA: Nisan 1, 1948                            Medyom: Macit Aray

<< İmkanlar zuhur ediyor, farkındasınız. Fakat bunlardan hanginiz ne anladınız? Öyle perişansınız ki bu tarafa doğru olmanıza asla mahal bırakmıyorsunuz. Size tecelliyi bu halinizle mi vereceğiz?

<< Siz ufku ruyetinizi perdelemeyiniz. Anlamasını bildikçe en küçük hadiseler dahi manidardır. Bu bir keyfiyet ifade etmez mi? Daha ileri tezahüratla, yani ihsanı Rabbani ile buluşamıyorsanız onu göremiyorsanız bundan bize ne? bu ihsanlar tevali edip gidiyor ve etmekte ve edecek. >>

Talih bahsini kapatmazdan evvel bu mevzu üzerinde söylenmesi çok lüzumlu olan bir sözü daha buraya ilave etmek isteriz. Esasen şimdiye kadar söylenmiş sözlerden de çok iyi çıkarılabileceği gibi, insan kendi talihini gene kendisi hazırlar. Bu işde en mühim rolü oynıyan amilin de insanın, ruhi kudreti derecesine göre ayarlanmış olan irade ve tahayyül melekesi ile hayatının herhangi bir safhasında tayin ve icra etmiş olduğu hal ve hareketi olduğunu görmüştük. Şu halde insan, kendi talihini ancak o sıralardaki ruh kudretinin derecesine, yani kendisine o anda en layık olduğu şekilde bilerek veya bilmiyerek seçmiş demektir. Halbuki insanın her türlü hareketi ancak tekamül içindir ve ancak tekamülü yolundadır. Yani bir insanın hiç bir hareketi ve fiili yoktur ki – beşeri görüşle ne kadar abes, ne kadar manasız ve yersiz ve hatta yanlış, hatalı görünürse görünsün – o hareketin ve fiilin o insana getireceği akibetlerle hayırlı neticeler zuhur etmiş olmasın. Buradaki hayrın manası ise o insanın ruhunun tekamülü bakımındandır. Fakat o tekamülü böyle zahiren hayırsız, veya zahmetli görünen hadiseler içinde vukua geliyorsa ne yapalım! Tayyare ile gideceği yere hareket etmek şartlarından veya kudretinden mahrum bulunan bir insan ayni yere yürüyerek gitmek üzere pekala yoluna devam edebilir. Bu yürüyüş elbette konforlu ve süratli bir nakil vasıtasının rahatlık ve kolaylığını ona vermez ve onu pek zahmetli ve çetin bir seyahate mecbur kılar ama gene ergeç kendisini varmak istediği yere ulaştırır. Ve bu da bir talihtir. Fakat eğer o adam bu kudretsizliğine rağmen inat edip tayyareye binmeğe kalkışmış olsaydı ve bu imkan da kendisine verilseydi o gene kudretsizliği yüzünden havada bindiği vasıtayi idare edemiyerek yere yuvarlanıp parça parça olsaydı; yaya yürümekle – geç de olsa – menzili maksuduna varmaktan daha mı iyi bir hale düşmüş olurdu? Fakat ne yazık ki bunları düşünemiyen o insan, süratli nakil vasıtalarile seyahat edenleri görerek kağnı arabasile seyahate katlanmak zorunda kaldığı için talihsizliğinden dem vurup durur! Böyle yapacağı yerde o tayyareyide kullanabilecek bir kudreti iktisab etmeğe çalışsa ne kadar akilane hareket etmiş olur!

Kötü talih diye bir şey yoktur. İnsan ne ile karşılaşmış bulunuyorsa bu, ancak o anda kendisine en lüzumlu ve en layık olan durumdur. Ve tekamülüne en uygun olanı da gene budur. Eğer o insan bu hali beğenmiyecek kadar ve bu durumdan azap duyacak derecede etrafını görebilecek bir idrak seviyesine varmışsa bu halinden dolayi beyhude yere talihinin kötülüğü ile sızlanıp durmaz, daha iyi talihleri elde etmek için lüzumlu olan şartları ve yolları araştırır, bulur ve vakit kaybetmeden o yollara – ne kadar güç görünürse görünsün – koyulmakta bir an bile tereddüt etmez. Ve esasen bir talihin insana zahmetli görünmesinin sebeplerinden birisini de burada aramalıdır. Zira insan ancak mahrumiyet duygusu içinde, bulunduğu halden ileriye atlamak ihtiyacını duyar. Tekamül ise daima ileriye doğru hamle almak ve bir yüksek menzilden diğer yüksek menzile atlıyarak mesafeler katetmektir. İşte insanlar da evvela talihlerinin kötülüğünden bahsede ede çok defa bilmeden otomatik olarak, içinde bulundukları hallerden kurtulup ileriye doğru fırlamıya çalışmak zorunda kalırlar. Burada gene meşhur ateşi tutma ve yanma hikayemize dönmüş olduk. Eğer bir çocuk ateşi tutuyor ve eli yanıyorsa bu hal onun için hiç bir vakit kötü bir talih değil, bilakis ateşi tutunca insanın elinin yanacağını öğretmiş olması ve bu sayede ona bir sürü görgü ve tecrübe kazandırmış bulunması bakımından lazım ve faydalı olan en iyi bir talihtir. Binaneleyh ne olursa iyi olur, yerinde olur ve layıkını bulur. İşte onun içindir ki en çok arzu edilen şey insanların liyakatlerini arttırmalarıdır. Yani ateşi tutmanın zahmetli neticeleri olacağını bile takdir edemiyecek bir hal olan çocukluk devresinden bir an evvel kurtulmağa çalışmalarıdır. Taki onların elleri artık yanma afetinden masun kalsın! Bundan çıkan netice gene şu oluyor ki iyi telakki edilen talihlerin kazanılması da tekamül yolunda, vicdanın sesine uyularak gösterilecek iradi cehit ve gayretlerin derecesine bağlıdır. Ve bu hakikatin bilinmesinin bu bakımdan da insanlığa çok büyük faydası olacaktır kanaatindeyiz.

BEDRİ RUHSELMAN