Yollar konusu o kadar çok geniş ve kapsamlı tutulmuştur ki daha önce söylenmişlerden farklı bir şey söyleyecek durumda değiliz. Ebediyet yolcusu ruh varlıklarının kafileler halindeki seyahatlerinin ne başı ne de sonu olduğunu biliyoruz. Onun maddi alemlerdeki molası, ilkeler ışığında kah rehber tarzında, kah insan tarzında veya başka çeşit vazifelere bilinmeyen aday varlıklar tarzında tezahür etmektedir. Görünür halde bizler ise doğuyoruz, büyüyoruz ve sonunda ölüyoruz, bunun haricinde ne oluyoruz, veya ilişiğimiz nedir?
Madde de şuur, kudret, yücelik, ilham veya ilahilik gibi kavramların bulunmaması ve sadece insana, pratik bir benzetimle tesir dalgaları halinde yansıması, insan varlığının ölümsüz olup yok olamayacağının delili ve teselli kaynağıdır.
Kainatlar sakini ruh varlıklarını dünyaya cezbeden nedir? Nereden geliyor nereye gidecek, ilk sebeplere ve her şeye aklımız ermez . Neticeye baktığımız gibi başa da bakmak gerek, milyarlarca insan bu dünya da ne arıyor, ne yapmaya gelmiş? Herhalde sayısı kadar fikir ve bilgi var. Bereketli toprağa düşen tohumlar gibi, insanlar da dil, din, ırk, renk olarak ayrı bir güzellikte yeşermiş, farklı farklı duygular, sevgiler, nefretler, endişeler, herkese sirayet etmiş ve muhteşem bir hareket kabiliyetini göstermişiz. Her yer tanrı nın işçileriyle kaynıyor. Seven, sevmeyen, döven, dövülen, küsen, barışan, bağıran, çağıran, herkes ayrı bir sahanın tecrübesini yapmış ve tebrik edilecek derecede büyük eforlar göstermiştir. Bütün bunlar hizmettir. Kendi varlığından bihaber insan tanrıya hizmet etmiş, şeytana hizmet etmiş, veya kendine hizmet etmiş hiç önemli değil.Önemli olan önce hizmet etmesidir. Cezbolup cezbedecektir. Işıklar, renkler, acı tatlı eğlenceler her şey hangi gayenin hizmeti oluyor, bu sonra anlaşılacaktır. Dünyada doğup dünyada yaşıyoruz, spatyomda tartıyoruz. Mesele anlaşılmışsa kainat yolculuğuna devam. Bulaşmışsak uçamıyoruz, aşağı inip temizlenmek için doğuyoruz, tekrar bulaşıyoruz, tartıyoruz, ağırlık artıyor, tekrar doğuyoruz tekrar bulaşıyoruz, tartıyoruz, ağırlık artıyor, tekrar doğuyoruz, tekrar bulaşıyoruz. İnsan heybesine bakmaz mı ne var ! Bakmaz elbet.Gel git gel git tecrübeli olmuştur. Ancak,bir zaman sonra ‘ben neyim,kimim’ diye sorduğu vakit, bir arpa boyu yol katetmiş olduğunu anlıyor. Hesap kitap burada başlıyor. İlham, irade, kudret, şuur, içeriden dışarıya doğru netleştiği zaman insan kendisini insan zannediyor. Dünyada yaşayanların dejenere olmuş birer prototip olduğunu, yani yüce insan için birer örnek model olduğumuzu herkes anladığı zaman, hal ve hareketlerle ortaya çıkmış olan iyilerin kötülerin doğruların yanlışların veya ne kadar karman çorman görünen işler varsa, o kadar doğal ve kaçınılmaz büyük işler olduğu anlaşılacaktır.İyisiyle kötüsüyle rengarenk bir karmaşa içerisinde yaşadığımız bu hayatın derin manaları vardır. Yepyeni bir insanın ve insanlığın doğuşu için mercek altında detaya çalışıyoruz, aşağıda çalışan biz, yukarıdan idare eden gene biz. Bu gidişle dünyanın bazı ince maddelerinde bir kabiliyet, akıl mantık gibi bir şuur hali belirirse şaşmamak gerekir. ‘ Her şey dile gelecek ve bir bir söyleyecek ‘ Ancak ruhun madde üzerinde geliştireceği kabiliyetle mümkündür. ‘ dile gelmek, söylemek’ ağızla olan bir iştir. Tahtayı konuşturamazsınız. Çalınan bir mal da ‘ben çalındım’ diyemez. Fakat o tahtadan evvel biz konuşabilmeliyiz. Taşla toprakla veya tahtayla her ne olursa olsun insan konuşabilmelidir. Ne var ne yok diye sormadan evvel maddenin kulağını görmek gerek, nereye fısıldanacak, kulak nerede ? Herşeyin kendine has bir dili vardır. Bunları öğrenip öğretmek için geliyoruz. Dünya bizden çok iş bekliyor fakat bizde iş yok, biz ona hakim olacakken o bize hakim olmuş, gerimi kalacağız! Sonsuz kainatların bir yolcusunu kim dünyaya hapsedebilir! Her türlü engeli aşıp, her türlü zorluğa katlanıp içimizdeki bütün güzellikleri dünyada sevgiyle sunup tezahür ettirmek devre sonu ödevidir. Tık nefes olmamak lazım. Çok büyük bir ihtimalle dünya insanı olarak bunun üstesinden geleceğiz zira bu güce sahibiz. İçimizdeki kutsal varlık bizden uzakta da değildir, zaten biz o’yuz. Dünyayı tuzak olarak görmek , pis, kirli veya çirkef görmek onunla olan samimiyetin fazlalığındandır. Arada sis var. Fazla haşır neşir olmuşuz. Işıltılar içerisinde bir varlıkken şu an karanlıklar içerisindeyiz. Yol çok . Meşaleyi ele alıp etrafı aydınlattıktan sonra, ki, meşalede içimizdeki kutsal olandır, meşaleyi ele alıp etrafı aydınlattıktan sonra gideceğimiz yol bizim yolumuz olacaktır.Varlıklar ışık ister….
Muharrem Gök ( 1998 )