RUHLAR ARASINDA - DR. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 8

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%205.jpgC- HASİSLER ve HODBİNLER

Dünyada iken bütün hayatlarını para biriktirmek, altın toplamak için geçirmiş ve zenginliği bir vasıta değil, gaye olarak kabul etmiş bazı kimseler vardır. Bunlarda yardım ve muavenet gibi diğerkamlığa bağlı duyguların hiç birisi yoktur. Böyle kimseler yardıma muhtaç insanlardan adeta nefret ederler. Bu hareketlerini makul göstermek için de kendi telakkilerine göre bir sürü sebepler ve deliller bulmağa çalışırlar, bir sürü fikirler yürütürler, hulasa bir fakire bir kuruş vermemek için yüz kuruşluk çene yorarlar. Buradaki bütün dava onların ruhuna işlemiş olan cimrilik duygusunun rencide edilmemesi etrafında cereyan eder. İşte böyle zavallıların da, hususiyle spatyomun ilk merhalelerinde, oldukça müşevveş halleriyle karşılaşırız. Deneycilerin rasgelmeleri çok muhtemel olan bu nevideki ruhlar hakkında da bir iki misal vermeği lüzumlu ve faydalı görüyorum. İlk müşahede Allan Kardec’den alınmıştır. Hayatında iken hasisliği ile tanınmış bir adamın spatyomdaki haleti ruhiyesini gösteriyor:

 <<Angouleme’de iğrenç bir hasis hayatı geçirerek, yaşamış olan herkesin tanıdığı bir adam vardı. L.  ismini taşıyan bir adam, servetinin çokluğuna rağmen evinin çatısında oturmakla ömrünü geçirmişti. Evin diğer kısımları boş dururdu. Komşuları onu günlerce meydanda görmediler ve polise haber verdiler. Polis eve girdiği vakit şu manzara ile karşılaşmıştı: L.  ölüm halinde bulunuyordu. Başında yarısı yanmış, kağıttan bir takke vardı. Üzeri tozla dolu bir masaya dayanmıştı. İstiğrakla seyrediyormuş gibi gözlerini masanın üzerine serpilmiş birkaç altına dikmişti.

<<Adalet makamı, ailesinden uzun zamandanberi ayrı yaşamakta bulunan bu adamın menfaatini korumak için evin orasına burasına saklanmış, bütün paralarını toplattı, mahekeme kasasına saklattı ve sonra da darülacezede metruk bir halde bırakılan L. e onları iade etti. Adam bunu müteakip ölmüştü.

<<Ruhunun ilk daveti, ölümünden birkaç gün sonra yapıldı. Geldi ve asla ölmemiş olduğundan bahsetti. Ve mütemadiyen kendisinden gasbolunan paralarını istedi. Bu davetin üzerinden aylar geçti. Aynı gurup tarafından 25/IX/ 1863 de tekrar davet edildi. Celsede bir yazıcı, bir de somnambül haline konulmuş görücü medyom vardı. Görücü Medyom hayatında iken, bu adamı hiç tanımamıştı, bununla beraber fizyonomisi ve kıyafeti ile doğru olarak onu tarif etti. Ve kendisi vasıtasiyle sorulan suallerin cevabını ruhtan aldı. Aynı zamanda yazıcı medyom da ruhun tesiri altında aşağıdaki tebliği yazdı. Bunların mukayeseli mütalaası için ikisi de takdim edildi.

Yazıcı Medyom: Bn. B…        

<<?. – Benden daha ne istiyorsunuz? Rica ederim beni bırakınız. Beni sıkmağa başladınız. Çalmış olduğunuz paralarımı bana iade etseydiniz daha iyi olurdu. Yaptığınız işin iğrenç olduğunu düşünmüyor musunuz? Ben ki, bütün ömrümce, küçük bir servet yapabilmek için namuskarane çalıştım. Peki! Ama, efendiler bütün paralarımı elimden aldılar. Beni mahvettiler. Şimdi ben sokak kaldırımı üzerinde kaldım. Başımı nereye koyacağımı bilmiyorum. Oh! Paralarımı lütfen bana veriniz. Eğer beni memnun ederseniz, size minnettar kalırım.

Görücü Medyom: B. Gimberteau

<<Medyom – Orada yazı yazan ihtiyar görüyorum. Çok sıkıntı veren bir adam! Ağzında diş olmamakla beraber bir de kalın dudakları ve sarkık ağzı var. Pamuktan yapılmış gibi bir takke giymiş. Üzerindeki elbisesi çok kirli. Aman Allahım! Ne sıkıntı veren bir adam!

<<Operatör, ruha dünyayı terkettikten sonra kendisinden bir şeyin gasp veya sirkat edilebilmesinin bahis mevzuu olamıyacağını anlatmaya çalışıyor.

<<?. – Benden bir şey almadıklarını ve hiç bir şeyimin noksan olmadığını söylüyorsunuz. Küstahlık yapıyorsunuz. O halde paralarım nerede? Bunu hiçe mi sayıyorsunuz.

<<O. – Siz kimsiniz?

<<O. – M. Gimberteau, bu yazıları yazan ruh mudur?

<<G. – Evet. Medyomun yanında duruyor. Her taraftan taşa tutulmuş bir insan gibi. Bu, eski bir kaplan.

<<?. – İşte görüyorsunuz ya, yanınızdayım.

<<O. – Fakat niçin mütemadiyen dünyada bıraktığınız serveti arayıp duruyorsunuz? Onu daha iyisi, bulunduğunuz alemde temin etmeğe çalışsanıza!

<<?. – Oh! Aradığım şeyin nerede olduğunu bana derhal söylemeliydiniz. Siz kötü bir maskarasınız, anlıyor musunuz?

<<O. – Siz Allaha inanmıyor musunuz?

?. – Ben onunla teşerrüf etmedim. Paramı istiyorum.

<<O. – Buraya sizi zorla mı getirdiler?

<<?. – Öyle düşünebilirsiniz. Ve eğer sizin karşınızda teşhir olunmam için beni zorlamış olmasalardı, çoktan burasını terkederdim.

<<O. – Demek ki, bizimle beraber olmaktan canınız sıkılıyor.

<<?. – Hem de pek çok (Kalem şiddetle masaya çarptı ve kırıldı) (10/66).

<<O. – O, buraya zorla mı getirilmiştir.

<<G. – Onu iten birisi daha var. 

<<O. – Mademki bizimle beraber bulunmaktan sıkılıyor, neden gitmiyor?

<<G. – Çünkü siz onu çağırdınız ve bu da onun içinde bulunduğu durumu anlıyabilmesine yarıyacaktır.

İşte böyle çok hasis bir adamın, ölümünden hatta aylarca sonra bile bir spiritizma celsesine gelebilmek fırsatını bulduğu zaman orada göstereceği tipik haleti ruhiyesi bu olur.

Şimdi, bu mevzua dair çalışmalarımız sırasında elde etmiş olduğumuz diğer bir müşahedeyi naklediyoruz. Bu müşahede bütün tafsilatiyle ilmi, metodik ve öğretici mahiyettedir. Burada, hayatında iken, altın toplamaktan başka hiç bir faaliyet üzerinde durmamış hasis bir zavallının maddeden ayrıldıktan sonra, çırçıplak kalan ruhunun objektif ve sübjektif hallerini bütün hususiyetleriyle göreceğiz.

Bu müşahede, psikolojik infisal yolu ile alınmıştır. Ve vak’a ile ilgili kaynaklardan ve planlardan, imajların doğrudan doğruya medyomun ruhuna aksettirilmesi suretiyle elde edilmiştir. İşte müşahedeye asıl orijinaliteyi ve hususiyeti veren nokta da budur.

Dikkat edilince müşahede altında bulunan ruhun hayatında, birisi dünyaya ait, diğeri de öbür aleme geçtikten sonra tebarüz eden iki haleti ruhiye görülür. Bu müşahede evvelce zikrettiğim * metotla ilgili bulunduğundan orada geçen mülahazalar burada da kıymetini muhafaza edecektir. Binaenaleyh, bu müşahedeyi de iki kısımda mütalaa etmek lazımgeliyor. Birinci kısımdaki parçalar bu hasis ruhun dünyadaki son günlerine ait, medyomumuzda husule gelen intibalardır. İkinci kısımdakiler ise ruhun artık spatyoma intikalinden sonraki hayatına ait imajlardır.

Medyom : B. H. Turgut  (B. R.)
Operatör : Ruhselman  (B. R.),
Rehber : Şems.
Tarih : 15/VIII/1947.
Yer : İzmir,
Vetire : Psikolojik infisal.

Birinci Kısım

<<B. R. – … Bu celsede gene karanlık muhitlerde, bazı tetkikler yapmak istiyoruz. Medyomumuzu, mesela dünyada iken parasını fena kullanmış, hasis bir adamın ruhu ile temasa getirmenizi ve bu hususta yardımda bulunmanızı rica ediyoruz.

<<Ş. – Her türlü temas medyomunuz için mümkün ve müsaittir.

<<B. R. – O halde medyomumuzu muvakkat bir zaman için ve icabında derhal kendi muhitine dönmek şartiyle böyle geri bir plana, lütfen indiriniz ve himayenizi onun üzerinden eksik etmeyiniz. (Uzunca bir sükuttan sonra : )

<<B. R. – (Medyoma hitaben: ) Nasılsınız, neredesiniz?

<<H. T. – (Bu sırada medyomun sesi değişmiş, kendisinde hakiki bir uyuşma hali başlamış ve çok derinden, çok yavaş sesle ve adeta yarı uyku halinde gibi konuşmağa başlamıştır. Aşağıdaki cevaplar, o ruhun mazisine ait çok maddi bir hayatın sembolik imajlar halinde medyomun ruhuna akseden intibalarının ifadesidir.) Bir daha geri vermek üzere, her şeyi yutan, (absorpsiyon ve rezorpsiyon yapan) bir ihtizaz muhitindeyim. Etrafında bir nevi hayatsızlık, kısır bir saha tevlit eden, bununla beraber ihtizaz yapmakta olan bir varlıkla devre teşkil edip, temas haline geçiyorum.>>

İleride medyomluğun, neo-spiritüalizmaya göre izahı yapılırken burada kullanılan <<ihtizaz>>, <<devre teşkil etmek>>, <<intişar>>,  <<temas sahası>>... ilh. gibi tabirlerin ilmi manası tebarüz ettirilecektir. Şimdilik, müşahedenin karanlık kalmaması için yalnız şu kadar söyleyebiliriz : Bu sözleriyle medyom, kendisinde kısırlık, nekeslik, verimsizlik velhasıl kimseye zerre kadar, faydası dokunmayan boş bir varlık intibaını bırakan bir ruh, veya bir insan ile karşılaşmış olduğunu anlatıyor. Devam edelim :

<<B. R. – Şimdi bu varlığın sübjektif ruh hallerine nüfuz ediniz ve ondan aldığınız intibaları bize naklediniz.

<<H. T. – Kızgın kum çölü… Her zerre kumdan büyük bir hareket intişar ediyor. Hesapsız kum taneleri bir araya toplanmış, geniş bir saha teşkil ediyor.>>

Bu sözleri bir edebiyat telakki etmemelidir. Burada bir realite vardır, bu realite de medyomun o anda karşılaşmış olduğu hasis ruhun, dünyadaki son günlerine ait duygularının sembollerle ifadesidir. Nitekim aşağıdaki yazılarda bu sembollerin gittikçe canlandığı ve şümullendiği görülecektir.

<<Bu saha, hudutlanmak istemiyor, çok genişlemek istiyor. Her zerresi diğeriyle birleşerek, büyük miktarda hareket neşreden kumlardan müteşekkil olan bu saha mütemadiyen rutubeti yutmak istiyor. Üzerinde dolaşan hava tabakalarını emerek, onların haiz olduğu rutubeti çekiyor, mütemadiyen çekiyor. Bununla beraber kendisini harareti, kızgınlığı bir türlü geçmiyor. Ne kadar su varsa, hepsinin kendisine dökülmesini istiyor. Sahası genişledikçe üzerinde dolaşan rutubet tabakasını daha fazla çekip hepsini yutmak ve hararetini söndürmek için, bir zerreye kafi gelecek kadar değil, sayısız bütün zerrelerini tatmin edecek kadar çok rutubet almak hırsına düşüyor. Halbuki bu istek mübalağalıdır. Burada köklü bir egoizma ile karşı karşıyayım: Her yer çöl olsun. Her yer çöl olduktan sonra, bu çöller birleşsin… Ben olsun, ben olayım. Tabiatta ne kadar su varsa, nerede rutubet varsa hepsi bana gelsin. Ben onu kucaklıyayım, onu yutayım. Zaman hiç bitmesin. Ebediyet içerisinde hep çekeyim, hep yutayım. Bu rutubet bir taraftan bana girsin, fakat hiçbir tarafımdan dışarı çıkmasın… İçimde kalsın… Böyle bir taraftan gelip, içimde kalan rutubet birike birike, beni şişirerek, büyülterek akıl ve hayali geçen eb’ada ulaştırsın. Bu eb’at genişleyerek bütün kainatı istila etsin. Bütün evreni birliğe dönüştürsün. Bu birim ancak o olsun.

<<Toplanan dağ gibi kum yığınlarından arasıra bir tek zerre alıp etrafıma atayım. Fakat o da benden temelli gitmesin. Attığım o kum zerresi tekrar bana dönsün. Ve hatta bir zerreye mukabil çuval dolusu gelsin. Onunla beraber denizler, nehirler de gelsin, hepsini içeyim… Sönmiyen hararetim var…>>

Tekrar ediyoruz, bu bir realitedir. Ve dünyada öyle insanlar vardır ki, yukarda canlandırılan kötü duyguların belki birçok misliyle yanar, tutuşurlar. Fakat duygularının milyonda birini bile anlatamazlar ve bu da onların daha dünyada iken başlıyan büyük azaplarından biri olur. Bu zavallı insanlar aramızda güya normal bir haleti ruhiye içinde imiş gibi dolaşırlar. Zahiren belki müsterih ve hatta, bazılarına göre mesut görünürler, fakat dikkatli ve olgun bir müşahit bunların çekmekte oldukları azabı ve kendilerini sinsi sinsi kemiren ıstıraplı hayatı ancak, medyomumuzun fezadaki ihtizazlardan alarak anlatmış olduğu bu intibalariyle ifade edilebilir.

Medyom bu ihtizazları nasıl almıştır, hangi mihanikiyetle (mekanizmayla, işleyişle, sistemle) bu reel dediğimiz intibalar onda husule gelmiştir. Bu mevzua burada girilemez. Ve ileride çıkaracağımız ayrı bir kitabın, belki de bütün hacmini doldurmağa kafi gelecek izahatla aziz okuyucularım bu husustaki meraklarını tatmin etmiş olabilirler. Şimdilik yalnız şu kadarını söyliyebilirim. Burada medyom, karşılaşmış olduğu ruhun mazisine, dünya hayatına dönmüş ve dünyada yaşarken, onu kemiren duygularına nüfuz etmiştir. Binaenaleyh yukarıdaki ifadeler hasis ruhun insan halindeki duygularının, medyomun ruhunda yeniden canlanmış  olmasının bir tezahürüdür.

Şimdiye kadar açıklanan duygular sadece ateş gibi kavurucu bir hırsın ifadesi idi. Bundan sonra araya başka ve asıl mühim olan unsurun, yani ıstırabın karışmağa ve gittikçe tazyikini arttırmağa başladığını görüyoruz.

<<O, bir an için düşünüyor. Ya bütün bunlar kime kalacak?... Ağlıyor… Kalbi kıskaç içinde sıkılıyor… O kadar çok kum toplamış ki, bunları kaldırabilmesine asla imkan yok…>>

Bu haleti ruhiye dünyadan spatyoma böyle hazırlıksız geçmek üzere bulunan ruhların, belki hakikaten azaplarının başlangıcını teşkil eder :

<<Avucunu kuma batırarak dolduruyor… <<Bu defa olmadı, daha çok alabilirdim,>> diyor. Ellerini tekrar daldırıyor. Avucunu alabildiğine genişletiyor. Fakat ellerini yukarı kaldırırken, parmaklarının arasından kumların döküldüğünü görüyor ve ağlıyor… İşte hararetini söndürebilmenin çaresini asıl şimdi bulmuştur : Gözyaşı ile söndürecek!... Havadaki rutubet, muhitteki sular, dış alemden gelen sular onu söndüremiyor… Şimdi kendi içinden gelen ifraz ettiği suyu kullanarak hararetini söndürmek istiyor. Fakat hele bu tecrübe hiç kafi gelmedi… Büyük ıstırap içinde… Çok sıkıntısı var… Herşeyi unutmuş halde görünüyor… Kum mefhumu kayboldu… Yalnız adet var… Çok olsa… Tanelerin miktarı… Yalnız adet.. Sayı… Onun dışında hiçbir şey yok…

<<Şimdi bütün bu adetler, bu sayılar maden haline geçiyor… Herbiri kırmızı birer altın… Altın yığınları… Hi, hi, hi, hi, hi…>>

Yukarıdaki haleti ruhiye artık spatyoma dönmek üzere bulunan bu zavallının son dünyevi duygulariyle beslenmektedir. Öbür aleme giderken hiçbir şeyini beraber götüremiyeceğini düşünüyor ve ilk azabını duymağa başlıyor. Servetini, büyük bir hırsla ruhuna yapıştırmış olduğu parasını bırakmak istemiyor; Fakat ne yapsın ki, öbür aleme götürmek için bu servetini koymağa yarıyacak boş bir para keseciği bile yok!... Ancak bu işi görebilecek iki avucu var ama, o da muazzam servetini ihata edecek kadar büyük değil!.. İşte azabın sebebi!... Müşahedenin son satırlarında medyomun gülmeğe başladığını görüyoruz. Celse sonunda öğrendiğimize göre, medyomun tuhaf bir manzaraya şahit olması onu böyle güldürmüştür, Medyom şöyle bir şahne görmüştür: Zavallı varlık bu sırada arkası üstü yatmış, sırtını altın kümelerine dayamış, bir merkebin dört ayağını havaya kaldırıp sırtını toprağa sürtmesi gibi>> altınlara sürtünmektedir. Burada artık sembolik tasvirler bitiyor ve böyle çok kötü geçmiş bir hayatın son demleri hakiki imajlarla anlatılmağa başlanıyor :

<<Bir yerde bir mahzen görüyorum… Türlü kaplar içersinde gümüş ve altın madenleri duruyor… Işık yok. Tek mum ışığı bile yok… Hava yok… Rutubet kokan pis bir yer… Hatta ayni yerde defi hacet etmiştir… Uzun zaman o aradan çıkmamış… Yanında bozulmağa başlıyan yiyecekler var… Kurumuş et parçası, kuru ekmek, yosunlaşmış su… Kendisinde hemen hemen hiçbir duygu yok gibi… Bir nevi cinnet halinde bulunuyor… Altınlar parlıyorsa da zihninde parlıyan bir kıvılcım gibi her zaman akis yapamıyor. Bazen altından intişar eden şualar bir aydınlık şuası gibi mantıki düşüncelere ve makul hislere bir hamle yaptırmağa kafi gelebilirken onda bu tesiri yapamıyor… Nafile… Yüzünü soğuk madene kapıyor, vücudundaki harareti ona naklediyor. Öylece serinliyor. Humma içerisinde kendisinden geçmiştir. Ve öylece orada öldü…

<<Girdiği bu mahzeni kimse bilmediği için kendisine hiç ilişilmemiş… Aradan çok zaman geçmiş… Etler dağılmış, kemiklerin üzeri tozlanmış… Maden parçaları birbirine karışmış… Bu yerde çöküntüler hasıl olmuş ve insan gözünden orası kaybolup gitmiş!.>>

Anlaşılıyor ki, bu zavallı varlık altınlarını gömdüğü mahzeni kendisine mezar yapmış!... Ve sevgilileri ile kucak kucağa o mezarda yalnızlık, hastalık ve humma içinde can vermiş.

Burada müşahedenin çok öğretici olan birinci kısmı bitiyor, fakat daha çok öğretici olan ikinci kısmı başlıyor. Bu kısımda bu miskin insanın spatyomda başlıyan enteresan hayatını takip ediyoruz. Bu hayat da görüleceği gibi boşluğun ve tatmini bahis mevzuu olmıyan sonsuz mahrumiyet duygularının bir ifadesidir.

İkinci Kısım

<<B. R. – Şimdi bu ruhu ne halde görüyorsunuz?

<<H. T. – Kendisi mütemadiyen dolaşıp duruyor, boşluk içinde akıp gidiyor. Aramsaz olamıyor. Ağır maddeye kavuşmak için kendisine yeni bir kılıf aramakta, arz küresine sürünerek, topraklara temas ederek mütemadiyen dolaşmakta… İhtizazları sönük, çok menfi, hep ıstırap içinde maddeye bağlı ve hatta müsait bir ekran bulursa adeta bir fantom gibi hiç olmazsa bir an için dünyada tezahür etmek, bir an için tekrar maddenin soğukluğuna dokunup onu göğsüne serpmek, içinde yuvarlanmak, ondan zevk duymak istiyor…>>

Bilhassa son satırlar, ilerde obsesyon hakkında yazacağımız kitabın mevzuuna dahi kıymetli bilgileri ihtiva ediyor. Orada da bu bilgilerden istifade edilecektir. Medyomluğun en mühim bahislerin birini teşkil eden bu tasallut keyfiyeti her operatörün, her medyomun ve hatta ne medyom, ne operatör olmıyan her hassas kimsenin bilmesi lazımgelen bir hadisedir.

İşte böyle yukardaki gibi, geri bir ruhun dünyaya olan aşırı bağlılığı hemen hemen gayrı şuuri bir irade ile münasip ve müsait gördüğü bir vasata doğru kendisini çeker ve aynı zamanda o vasatla kendisi arasında gittikçe kuvvetlenen bir takım bağlar peyda olur ki, bu hal, obsesyonun izahına yarıyan mühim unsurlardan birini teşkil eder.

Dünyada iken bütün faaliyetini kesif ve ağır maddeler üzerinde toplamış bu zavallı varlığın spatyomda bu maddelerden tamamiyle mahrum kaldığı zaman kendisini boşluk ve büyük  bir mahrumiyet için de hissedeceği tabiidir. Nitekim aşağıdaki ifadeler de bunu gösteriyor:

<<O kötü bir alem içerisinde boşu boşuna dolaşıyor… Nedense hiçbir gaye yok… Neden yığın yapmak istediğini bilmiyen ve mecnunca sevdiği madde üzerinde can veren bu varlığın ölümünden beri iki asır kadar vakit geçmiş… Bu müddet zarfında kendine müşabih başka ruhlar yüzünden kendisine dünyaya inmek sırası gelmemiş. Maddeye kavuşmak hasretini tatmin edememiştir.

<<Çekingendir, kaçıyor… Kimse ile temas etmek istemiyor. Kendisi ile ancak kesik kesik temas edebildim. Bu ruh, ruhlar arasında adeta en kötü bir planda, en aşağı bir tabakada bulunuyor. Adeta arz küresi üzerindeki cisimler içerisinde saklanır derecede… Ağırlığını üzerinden bir türlü atamıyor. Çekirdeği onu daima aşağı doğru çekiyor. Bir canlı adamın kalbi yerinden söküldüğü zaman ne kadar ıstırap duyarsa, bu da o kadar fazla ıstırap duymaktadır. Hem hastalığı, hem de yığınları çoğaltırken yapmış olduğu işler açık bir kitapta olduğu gibi önünde duruyor. Bu hem madendir, hem de kitaptır. Zira her maden parçası üzerinde bir kitap yazacak kadar tarih ve hadise vardır.

<<Ruh huzur bulmamıştır. Karanlık, karışıklık, pislik içerisinde ıstırap, eziyet ve ebedi susuzluk çekiyor. Kupkuru bir sünger gibi, mesamatlı bir taş gibi sıkılıp duruyor. Ben onu  yakalamak istedikçe o kaçıyor. Ben de ona sokulamıyorum. Karşı karşıyayız, fakat ihtizazlar yabancı olduğundan tamamiyle süzülemiyor.>>

Yukarda hasis bir ruhun spatyomdaki haleti ruhiyesi bütün tafsilatiyle gösterilmiştir. Bir spiritizma celsesinde böyle bir ruhla karşılaşıldığı zaman onunla ne tarzda bir muvasala yapılabileceğini bu müşahede açıkça gösteriyor.

BEDRİ RUHSELMAN