MEDYOMLUK - Dr.BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 1

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%203.jpgBİRİNCİ KISIM

Medyumluk her şeyden evvel, Spatyom dediğimiz Ruhlar âlemi ile üç buut şartlarının cari olduğu dünyamız arasındaki münasebet tarz ve imkânlarının tetkik ve izahını icap ettiren bir mevzuu olur, kanaatindeyim.

Söze başlamazdan evvel şunu arzetmek isterim ki bir Neo-Spiritüalizma anlayışına müstenit, ruhlarla insanların birbiriyle olan münasebetlerinin cereyan tarzına ait görüşmelerimiz bazı klasik görüşlerden hissedilir derecede ayrılmaktadır.

İNSANLARIN DÜNYA HADİSELERİ KARŞISINDAKİ DURUMLARI  :

İnsan, dünya hadiselerinden ancak fizik bedeninin muhtelif teşekkülatı kanaliyle haberdar olur. Keza, bu teşekkülatın mevcut imkanları dahilinde dünya hadiselerinin içinde aktüel bir varlık olmak kıymetini kazanır, yani dünya hadisatı içinde faal ve müessir bir unsur halini alır.

Anadan doğma kör olan bir adam bizim anladığımız Fizyolojik manada bir görmek imkânını hiçbir vakit elde edemiyeceği gibi, bütün hareket organlarından tamamiyle mahrum olan bir insan da dünyada hiçbir şey üzerine her hangi bir hadiseyi husule getirebilecek şekilde bir hareket kudreti gösteremez. Bu hakikati kabul etmeden hareket eden bir Spiritin karşısına çok kuvvetli itirazların çıkabileceğini düşünmekte kendimizi haksız görmüyoruz.  
   
O halde ilk müdafaa etmemiz ve taraftar olmamız lazım gelen hakikat şudur: Bedensiz bir ruhun dünyada yaşayabilmesi mümkün değildir.

Bir muhitte yaşamak mefhumunun manası nedir?  
 
Bir varlığın her hangi bir muhitte yaşaması demek, onun orada cereyan eden hadiselere fikriyle, hisleriyle ve fiilleriyle karışmış bulunması demektir. Bir varlık ki her hangi bir muhitte geçen hadiselerden katiyen haberdar olmaz ve bir duygu almazsa ve o hadiseler üzerinde müessir olabilecek hiçbir kudret göstermezse o varlığın orada yaşadığı kabul edilemez.

HADİSENİN  İZAHI  :     

Fakat bir  << hadise >> ne demektir?

Hadise; her hangi bir muhitte, o muhiti teşkil eden maddelerden bazılariyle alakalanarak onları tahrik eden bir amilin muhtelif şekilde husule getirdiği tezahüratıdır. Demek ki bir hadisenin vukuu için:

A – Az çok ince veya kaba maddi unsurlardan müteşekkil bir muhitin,
    
B – Bu unsurlar üzerine tesir edebilecek alaka kabiliyetini haiz hareketlerin,

C – Ve nihayet, bu hareketleri tevlit etme kudretini haiz müessir bir amilin mevcut olması şarttır. Bu şartlardan mahrum bütün hallerde her hangi bir hadisenin vukua gelebileceği iddiası ilmi realiteye aykırı bir hareket olur. Bir misal veriyorum:

Bir taş parçası gelerek şu pencerenin camını kırdı. Bu camın kırılması bir hadisedir. Ve bu hadisenin vukua gelebilmesi için yukarıda belirttiğimiz şartlar bir araya toplanmıştır, yani:  Cam olmasaydı ortada kırılacak bir mevzuu kalmazdı.

Hareket halinde bulunan bir taş olmasaydı bu cam kırılmazdı.Taşa hareket unsurunu ekliyecek müessir bir kudret, mesela bir insan kolu olmasaydı taş bu cama çarpmaz ve onu kırmazdı.  

Hadiseler böylece birbirini illeti ve neticesi halinde birbirine bağlanarak temadi edip gider. Mesela burada bir netice halinde görünen cam kırılma hadisesi, o camın yanında duran bir insanın gözünü kör etmek gibi bambaşka bir hadisenin, yani neticenin amili de olabilir. Keza bu cam kırma hadisesinin amili olan bir kolun hareketi, bir netice yani bir hadise olabilir ve bunun amili de bir insan iradesi olur.

PERİSPRİNİN DÜNYA HADİSELERİ KARŞISINDAKİ ROLÜ  :

Perispri ruhun dünyadaki tesir vasıtasıdır, yani Perisprisiz bir ruh dünya teşekkülatı üzerinde hiçbir müessiriyet gösteremez. Bu cihet bütün Spiritlerce malum olan bir hakikattir. Fakat hadise hakkında serdolunan yukarıdaki mülahazalara göre Perisprinin dünya muhitindeki veya âlemindeki rolü ne olmak lazım gelir? Ruhun müessiriyet kudreti, Perispride tezahür ettiğine göre dünyada Perispri tezahürlerini biz, ruhun tezahürleri olarak kabul ediyoruz. Fakat his organlarımız yolu ile asabi merkezimizde doğan bir takım hareketlerin asabi seyyaleler tarafından Perispri’ye intikal ederek orada bir takım hareketler husule getirmesi de bir hadisedir. Ve bu hadiselerdir ki idrak yolu ile ruhta <<Fehim>> dediğimiz hali meydana getirir. O halde her hangi bir idrakin hâsıl olabilmesi için evvela, bu idraki doğuran hadiseye zemin teşkil edecek bir vasata ihtiyaç vardır ve bu vasat da Perispri dediğimiz çok seyyal bir maddedir. Saniyen, bu vasata tesir edecek hareketleri taşıyan nakil diğer bir unsura yani hareket unsuruna lüzum vardır ki bu da asabi seyyaledir. Ve nihayet asabi seyyaleyi harekete getirecek amillerin bulunması lazımdır ki bu amiller de sinir sisteminin muhtelif merkezleridir.

Her hadisede olduğu gibi burada bu saydığımız şartların da yerinde olması lazımdır. Binaenaleyh, asabi sistemin bu hadise ile ilgili kısımlarından her hangi birisinde vukua gelecek bozukluk bu hadisenin husulüne engel olabilir.

Ruhun maddelerden intibalar alması ve madde üzerine tesir etmesi elbette ancak bir takım hadiselerin meydana gelmiş olması sayesinde isbatı mümkün bir realite haline girer. Ruhta kalmış <<Sübjektif >> veya dışarı aksetmiş <<Objektif >> ruhi faaliyete ait hiç bir hadise göstermiyen ruhun her hangi bir muhitteki hayatından bahsetmek böylece abes bir hareket olur.

İşte bir ruhun dünyada yaşayabilmesi için maddi beden teşekkülatına ihtiyaç hissetme zaruretini bu bakımdan kabul etmek lazım gelir. Bu düşünceyi kuvvetlendiren fizik, fizyolojik ve Spirit mülahazalar ve müşahedeler vardır.

1- FİZİK MÜLAHAZALAR  :

İnsanın madde ve kudret hakkındaki bilgileri üç buutlu maddi idrak dahilinde kabili tesbit ve tayin olabilen cevherlere şamildir. Ve bunlar da ancak üç buut realitesinin şümulü dahilinde kalan çeşitli ölçülerle anlaşılır ve ifade edilir.

Üç buud realitesi, uzunluk, enlilik ve derinlik gibi birbirinin lazımı gayri müfarıkı olan üçlü bir mefhum içinde yaşamak zaruretinin ifadesidir. O halde dünyamızda beşeri idrakin nüfuz edebileceği hiç bir maddi hadise, hiç bir madde, hiç bir hareket yoktur ki üç buut zaruretinin dışında bir seyir takip etmiş olsun.

Esasen bu âlemin icapları dahilinde kalan hareket mefhumu da ancak yine bir mekan zaruretine bağlı idrakin malıdır. Halbuki mekan bizim âlemimizde üç buutla tahdit olunmuş bir hayyızdır. Yani âlemimizde uzunluk, enlilik, derinlik mefhumundan hariç bir mekan düşünülemez. O halde bütün hareketler ancak uzunluk, enlilik ve derinlik mefhumu dahilinde şekiller alarak hadiseleri meydana getirmek imkanını bulabilirler. Böyle bir mekan mefhumundan ayrılmış dünyamızda ne hareket, ne hadise, ne de madde veya nesne mevcut değildir.

Fakat yine biliyoruz ki kainatın bütün maddeleri yalnız üç buut kanunlarının hakim olduğu alemlerinkinden ibaret değildir. Bu hususta Türkçe olarak neşredilmiş bir eserimizde kâfi derecede izahatta bulunmuştuk. (1) Maddeler seyyaliyet dereceleri itibariyle ayrı ayrı safhalar arzeden ve birbirinden çok farklı tezahürlere zemin olmak kabiliyetini gösteren haller içinde kâinatta namütenahi bir imtidat ve vüs’at içinde yayılıp giderken üç buutlu maddi alemimiz bu hudutsuz vüs’atin içinde çok küçük ve kabili ihmal denecek kadar dar hudutlu bir safha olarak kalır.

Üç buutlu madde safhasının teşkil ettiği alemdeki varlıkların o alemde birer kıymet olduklarını takdir ve tesbit edebilmek için yine bu alemin maddi vasıtaları birer ölçü ve miyar olarak kullanılır ve onlara böylece birer kıymet biçilir. Fakat üç buutlu madde safhasının mesela üstündeki her hangi bir seyyaliyet derecesine ulaşmış diğer madde safhalarındaki alemleri teşkil eden maddelerden veya kudretlerden her hangi birisi bu alemde bahis mevzuu olunca, onu da yine aynı muameleye tabi tutmağa kalkışırsak ve mesela onu da dünyamızın maddi vasıtalariyle ölçmek ve mukayese ederek kıymetlendirmek istersek bu yoldan hiç bir müspet neticeye varamayız. Zira uzunluk, enlilik ve derinlik vasıflarıyla kaim bir mekan zaruretinden varlığını kurtaramıyan bir obje veya bir hareketle, böyle bir mekana nisbeti bulunmamak zaruretinde olan diğer maddeler ve hareketler nasıl birbirine karşı birer mukayese mevzuu olabilir? Binaenaleyh üç buutlu bir aleme farazi olarak girmiş başka bir madde seyyaliyeti safhasından her hangi bir maddi teşekkülün, bu alemde hiç bir mevcudiyet gösteremiyeceğini kabul ettiğimiz kadar, bizim alemimizden başka bir maddi safha realitesinin cari olduğu aleme yine farazi olarak geçtiğini tasavvur ettiğimiz bir maddenin de orada hiç bir varlık eseri gösteremiyeceğini kabul etmek mecburiyetini duyuyoruz. Ve bize öyle görünüyor ki her hangi bir maddi safha aleminden başka bir maddi safha alemine maddelerin intikal edememesindeki zaruret de bu bakımdan ileri gelmektedir. Yani mesela bir insan dünyadan kurtulduğu zaman dünyanın hiç bir maddesini ruhunun göçtüğü aleme götürememesi zarureti, bizim anladığımız maddi manada onları bir mahalden kaldırıp diğer bir mahalle götürmek gibi bir düşünce ile değil, ancak maddi bir safha realitesinin diğer bir maddi safha realitesine intibaksızlık halinin doğurduğu bir zaruret mefhumu ile kabili izah olacaktır. Fakat bu zaruret nasıl dünyamızdaki bir maddenin, dezenkarne (2) ruhların gittikleri yerlere götürülmemesi şeklinde tecelli ediyor. Bu hal nasıl bir tabiat kanunu icabı olmak lazım geliyorsa tıpkı onun gibi, ruhların dünyamıza geldikleri yerlerden, oraların maddelerini alarak onları oradaki halleriyle buraya getirebilmelerinin de yine ayni tabiat kanunu mucibince mümkün olamıyacağını kabul etmek lazım gelmez mi? Şimdi dünyamızdan ayrılmış bir Perispriyi ele alalım: Bu Perispri ya dünyamızın maddelerinden yapılmıştır, yani üç buut kaidelerine tabi bir alemin anasırı müşekkilesinden meydana gelmiştir, yahutta bu alemin daha üstündeki maddi seyyaliyet safhalarında bulunan maddelerden müteşekkildir. Eğer bu Perispri hakikaten bizim dünyamızın maddi unsurlarından iptidai maddesini almış bulunuyorsa o zaman bugün bizce keşfedilmiş bulunmasa bile ileride keşfedilecek her hangi bir dünya maddesi vasıtasiyle Perispri’nin takdir ve tesbiti mümkün olacaktır, diyebiliriz. Buna mukabil eğer Perispri üç buut kanunlarına tabi bir alemin maddelerinden yapılmış değilse o zaman onları üç buut kanunlarına tabi maddelerle ölçmek ve takdir etmek düşüncesine inanmamakta mazur sayılırız. Bu takdirde Perispri’nin her hangi bir dünya maddesiyle doğrudan doğruya karşılaşması da mümkün olamıyacağından bu maddelerle onun bir teksif ameliyesine tabi tutularak dünya ölçülerinden birisinin maddi seviyesine indirilebilmesi de ilmi bir düşünce mahsulü olmasa gerekir. Demek ki – ne bilvasıta, ne de bilavasıta – Perispri’nin dünya ölçüleriyle ve vasıtalariyle takdir ve tesbitine imkan göremiyoruz.

(1) Ruh ve Kainat – Dr. Bedri Ruhselman, 1946 İstanbul.
(2) <<Enkarne ruh>>  dünya bedeninde yaşıyan <<dezenkarne ruh>> ise ölmüş bulunan insanların ruhu demektir.

Acaba Perispri üç buutlu bir alemin maddelerinden mi yapılmıştır, yoksa bu üç buutlu alemin dışındaki maddi seyyaliyet hallerinde bulunan cevherlerden mi teşkil olunmuştur? Eğer evvela bir Spirit olarak düşünürsek ruhun, Perispri’yi dünya maddelerinden yapmadığını ve dünyaya gelmezden evvelinde olduğu gibi dünyaya geldikten sonra da Perispri’nin ayrılmaz bir şekilde ruha refakat ettiğini pekala tasdikte gecikmeyiz. Fakat ayrıca Spiritlerin bu kanaatlerini destekliyen fizik mülahazalar bilhassa burada üzerinde durduğumuz bahsi teşkil etmektedir.

Modern fizik çalışmalarının ilerlemesiyle, bugün müsbet bir hakikat halinde kabul ediyoruz ki maddenin dünyamızda en küçük ve son hadi, atom ve Atomun eczasına ait Partikülleridir. Binaenaleyh eğer Perispri dünyamızın maddi unsurlarından müteşekkil bir organizma ise, bir Spirit olarak onu bu Atom bilgisinin verdiği imkanlar dahilinde arayıp bulmağa çalışmak, mesleğimizin ilmi yollardaki inkişafının temini bakımından bizim için mühim bir vazife haline girer. Zira dünyamızda, en hücra köşelerde kalmış maddi teşekkülata varıncaya kadar maddeler, bu atom teşekkülatına bağlı bir sistem dahilinde ve çok defa muvaffakiyetle tetkik edilip dururken dünyamızın en hakim rolünü elinde tutan ve bütün maddi hadiselerin üstünde faaliyet gösteren Perispri’nin – bir dünya maddesi olduğuna göre – bu tetkikten hariç tutulması veya bu tetkikin dışına kaçacak kadar kendisini gizlemesi hakkında makul bir izah imkanı bulunamaz.

Kaldı ki yalnız dünyayı değil bütün kainatı dolduran ve dünyada en küçük bir bedenden en kudretli insan varlığına kadar bütün canlıları yaşatan ruh’un bir tesir vasıtası olarak kabul ettiğimiz Perispri’nin asarı hiçbir maddenin gösteremiyeceği kudretten fazla bir kudretle dünyamızda tebarüz etmektedir. Yani bu cevherin gizli kapaklı bir faaliyeti olmadığı gibi yaptığı işler de en kör bir gözün dahi hissedebileceği kadar aşikar ve barizdir. Binaenaleyh mesela bir hidrojen, bir foton, bir elektron partikül’ünden daha gizli kalmıyan perispri varlığına ait tezahürler de eğer dünyamızın maddelerinden doğmuş şeyler olsaydı, onların da bu tetkikata dahil olmaları ve Mendelejeff’in meşhur tablosunda Perispri atomuna, partikül’üne veya çekirdeğine ait bazı işaretlere de bir yer ayrılması icap ederdi. Bakalım böyle bir şey var mı?

Madde aleminde şimdiye kadar tanınmış ve isimlendirilmiş yüz kadar eleman vardır. Hidrojen, Oksijen, Azot, Helyum gibi. Bunlardan bazıları gaz: civa gibi bazıları mayi: kurşun, demir gibi olanları da sulptür. Bunlar bazen birbirleriyle birleşerek diğer bir takım cevheri meydana getirirler. Mesela Hidrojen ile Oksijen’in karışarak suyu teşkil etmesi gibi.

Bugünkü ilmi ve fiziko – şimik anlayışa göre maddenin tek kurucu unsuru Nükleon’dur. Nükleon nedir? Bugün ilim adamlarının bildiği ve keşfedebilmiş oldukları neticelere göre Nükleon iki şekilde arzı mevcudiyet eder: Bunlardan birincisi Pozitif elektrikle mahmul olan Proton, diğeri elektrik bakımından Nötür olan Nötrondur. Bunların büyüklükleri birbirine müsavidir. Ve bir tanesinin ağırlığı, gramın bir milyarının altı yüz milyarda biridir (0 gr. 000 000 000 000 000 000 000 0016)

Bunları fizisyenler birbirine müsavi birer kürre halinde farzederler. Demek ki en basit madde çekirdeği bir proton kürresidir. İşte böyle dünyamızda bir tek proton kürresini havi olan madde hidrojen Atomudur. Demek ki hidrojenin tek kürresi ilk maddi eleman’dır. Buna bir de elektrik bakımından Nötür olan ikinci bir kürre yani bir nötron kürresi eklenebilir. Fakat bu ikinci kürre mutedil olduğundan hidrojen unsurunun elektrik kıymetini değiştirmez, yalnız onu bir kürrelik daha ağırlaştırır. İşte böyle ağırlaşmış olarak teşekkül eden hidrojen şekline deuteryum derler. Bu suretle bir atomun sabit kaldığı halde nötron adetleri değişebilir.


Proton + Neutron                            = Proton = Hidrojen
Ağır hidrojen veya deuteryum.

İşte yukarıda gösterilen en basit unsurun bünyesi budur. Bu unsur vaktiyle bir Rus kimyacısının yapmış olduğu, hala kendi ismine izafeten kullanılan Mendelejeff tablosunun birinci hanesine bir numaralı işaretle konur. Her unsur böylece iki rakam ile gösterilir. Bu rakamlardan birisi üste, diğeri alta mesela şu tarzda konulur. 2-1. Burada üstteki rakam, o unsuru teşkil eden kürrelerin adedini alttaki rakam ise bu kürrelerin içinde kaç tane proton yani pozitif elektrikli kürrenin bulunduğunu gösterir. Demek ki yukarıdaki şifrenin manası şudur. Bu elemanda iki tane nükleon vardır ve bu nükleonlardan bir tanesi proton’dur. Şu halde basit bir hidrojen atomunun rakamla ifadesi 1 iken ağır bir hidrojen atomu olan Deuteryum’un rakamla ifadesi 2-1 dir.

Buna göre yukarıdaki şemada gösterilen iki nevi hidrojen atomu şu sembollerle ifade edilir.

2 H                                         1 H
1                                             1                
Deuteryum                             Hidrojen

Keza mesela şöyle bir sembol ile karşılaşsak: (11-5 Bore) unsurunu teşkil eden Nükleon’ların, yani kürrelerin adedinin 11 tane olduğunu ve bunlardan da beş tanesinin proton olduğunu anlıyacağız. Bu da, nazari olarak şöylece şematize edilebilir:

Sözü bu kadar uzattığımızın sebebi bundan sonraki izahatlarımızın daha iyi aydınlanabilmesi içindir. Şimdi bu iptidai görüşmeden sonra mütalaamıza devam edelim:



Bu Mendelejeff’in tablosunu dolduran yüz veya daha fazla unsurun hepsi işte bu bir tek proton kürresinden başlar ve nükleon’ları tedricen yüksele yüksele aşağıda naklettiğimiz tabloda görüldüğü gibi sıralanır.

http://www.dunyaana.com/images/toblo.jpg

Bu unsurların sıra numaraları, ihtiva ettikleri proton adetlerine göre tertiplenmiştir. Mesela bu cedvelde 29 uncu haneyi ve sıra numarasını işgal eden bakır unsurunun 29 tane protonu vardır. Demekki Mendelejeff’in tablosunda, unsurlar birinci haneden itibaren yükseldikçe onların sıra numarası yani 1-2-3-4 ilh… olarak protonlarının adetleri artar ve protonlarının adetleri arttıkça da elektrik hamuleleri bittabi o nisbette çoğalır. Mesela Mendelejeff cedvelinin birinci, ilk hanesini işgal eden hidrojen atomunun bir tek protonu ve yalnız bu proton’un yüklendiği pozitif elektrik hamulesi mevcut iken aynı cedvelin 92 nci hanesini ve sıra numarasını tutan Uranyumun 92 tane protonu ve o kadar fazla müspet elektrik yükü vardır. Şimdi mevzuumuzu yakından ilgilendirdiği için bu cedvele birlikte bir göz gezdireceğiz: Bu cedvelde tabiatta mevcut olan ve olmayıp ta sentetik yollardan yapılmış bulunan unsurlar mevcuttur.

Birinci hanede maddenin en iptidai ve basit unsurlarından başlıyan bir hidrojen atomu ile karşılaşıyoruz. Demekki maddenin bugün tespit edilen ve bütün maddi unsurların numaralanma tertibinde esas olan çekirdek halinde en küçük parçası hidrojen dediğimiz dünyadaki en hafif unsuru teşkil eden protondur. Yani bir atomun en küçük çekirdeği budur. Fakat yine fizikçiler biliyorlar ki Atomun en küçük unsuru bu nükleon değildir. Bundan başka bir takım partikül’ler daha vardır ki bunlar yukarıda yazdığımız Nükleon’lardan daha küçüktürler. Elektron denilen bu partikül’lerin ağırlığı 9,1 X 10 – 28 Gr.dır. Yani bu partikül’lerin ağırlığı gramın milyarda birinin, milyarda birinin yüz milyonda biridir. Yine fizikçilere göre bu partikül’lerin fevkalade bir sürati vardır, fakat alelade elektron partikül’lerinin sürati, ziya partikül’leri olan ve saniyede 300.000 kilometrelik yol kat eden foton’ların süratinden azdır. Yani eğer elektronların sürati saniyede 300.000 kilometrelik sürate varırsa o zaman bunlar birer ziya partikülü, yani photon halini alır. Elektronlar, müsbet elektrikli proton nükleon’ların etrafında devreden ve onların aksine olarak menfi elektrik hamulesiyle yüklü bulunan Atomun en küçük parçalarıdır ki bunların da dünyamızca malum olan en büyük ve son sürati Photon halindeki partikül’lere aittir ve bu sürat de saniyede 300.000 kilometredir.

Şimdi tekrar Perisprimize dönelim. Acaba Spiritlerin anladıkları ve kabul ettikleri manadaki perispri’yi bu nükleon’da veya onun anasırı müşekkilesi olabilecek bir takım daha küçük cüzüler arasında mı, yani Mendelejeff cetvelinin birinci hanesinin gerilerinde mi, yoksa bu partikül’lerin birbirine eklenerek husule getirmiş bulundukları Atom mürekkeplerinde mi, yani ayni cetvelin birinci hanesinden ileriye, yukarıya doğru olan haneleri arasında mı aramaklığımız icabeder? İşte perispri’nin dünya maddeleri arasında aranması mümkün olup olmadığı mevzuunun fizik mülahazalara göre halledilebilmesi bu sualin cevabını araştırmaya bizi sevketmektedir.

Haşiye :

Bir Perisprinin dünya maddeleriyle olan irtibatı ancak yine bir takım tabiat kanunlarının icapları altında mümkün olabilen dünyaya girme (İncarnation) vetiresiyle vaki olur. Böylece izafi bir maddeleşmeden mütevellit bir nevi kutuplaşma ile husule gelen Perisprinin maddi temas sahası, yine ruhi bir faaliyet neticesinde teşekkül etmiş olan dünyanın yarı maddi denecek kadar ve belki de en süptil maddesiyle, yani asabi seyyalesiyle irtibat haline geçer ve bu seyyalenin yine dünyada en nazik bir cihaz addedilebilecek asabi sistem ile olan alakasından istifade ederek Perispri dünya maddeleriyle temasa geçmek imkanını bulur ki bu, dediğimiz gibi, ancak dünyada yaşıyanlar hakkında varit olan hususi bir ameliye neticesinde hasıl olmuş bir haldir. Ve ölmüş insanların Perisprileri için böyle bir imkan düşünülemez.

Elektronların dünyamızca en ince hali Foton’lardır. Fotonların bir saniyedeki sürati 300.000 kilometreyi tecavüz etmemektedir. Halbuki perispri’nin sürati intikali yanında bu sürat çok bati ve onunla kıyas edilemeyecek kadar kaba kalır. Spiritlerin anladıkları manadaki perispri’nin sürati bizim hiç bir ölçümüze ve rakamımıza sığmıyacak kadar fazladır. Mesela bir Spirite göre bir ruh, perisprisinin bu sürati intikali sayesinde dünyamızdaki en büyük bir elektron sürati ile ancak milyonlarca ziya seneleri geçtikten sonra varılabilen, birbirinden uzak iki Nebülüz arasındaki mesafeyi hemen bir anda katedebilir. Vasıtalı usullerle mevcudiyeti tespit edilmiş bir fotonun sürati mahdut ve saniyede 300.000 kilometredir. Halbuki dünyanın ne vasıtasız, ne de vasıtalı maddi metotlarının hiç birisi ile bugüne kadar tesbit edilememiş olan Perisprinin sürati, beşer anlayışı karşısında hiçbir hududa girmeyen bir namütenahilik karakteri arzeder.

Ciddi araştırıcı Spirit dostlarımla birlikte beni, Perisprinin spatyomdaki süratinin dünyamızca kabili takdir olmadığı fikrine götüren düşünce şudur: Her şeyden evvel, spatyom, üç buut kaidelerinin cari olduğu bir mahal değildir. Orada üç buut realitesinin üstünde bir maddi safha alemi vardır. Biliyoruz ki üç buutlu alemde mekan, her biri yine üç buut mefhumunu, yani uzunluk, enlilik ve derinlik mefhumunu taşıyan noktalarla tahdit edilmiştir.

Biz bir uzunluk mefhumunda, iki nokta arasında bir parça yani bir uzunluk tayin ve ifraz edebiliriz. Esasen bir uzunluk demek olan hat, noktalardan müteşekkildir. Yanyana iki noktayı düşünmediğimiz anda hat mefhumunu idrak edemeyiz. Enlilik ve derinlik hakkında da vaziyet aynen böyledir. Demekki hareketten doğan bütün hadiseler üç buutlu alemimizde ancak böyle her biri üçlü mefhumuna bağlı iki nokta ile tahdit edilmiş bir mesafe dahilinde cereyan eder. Yani hareket demek, bir cismin iki nokta arasında yer değiştirmesi demektir. Binaenaleyh hareket dünyamızda mahduttur. Zaman ise bir cismin yer değiştirmesine tekabül eden bir bekleme kıymetidir. Şu halde mahdut bir mekana bağlı olan hareket ve onunla kaim bulunan zaman da mahduttur. Bu itibarla dünyamızda namütenahilik mefhumu, anlaşılması mümkün olmıyacak bir nazariyeden ibaret kalır. Zira namütenahi farzettiğimiz bir hattın her noktası bile yine ayrıca beheri üçlü mefhumuna bağlı iki nokta arasında mahdut bir vaziyet almaktan kendisini kurtaramaz. Yani bir hattın temadisi demek, bir noktadan itibaren onu ikinci bir noktanın takip etmesi demektir. Bu ise bir <<had>> dır. Binaenaleyh, dünyamızda namütenahi addedebileceğimiz bir hattan tutunuz da bir noktaya kadar her şey mahduttur. Yani iki nokta arasında mahsur kalmak, daha doğrusu ikiye bölünmek arazından kendisini kurtaramaz.  

İşte bu iki nokta birbirine ne kadar yakın olursa onların teşkil edeceği hat mefhumu bize göre o kadar kısa ve bu hat boyuca cereyan eden hareketin vüs’atı o kadar küçük, bu hareketin tekemmülüne ait intizar devresi de o kadar az olur.

Üç buutlu madde realitesinin dışında, mesela spatyomdaki madde safhası aleminde bizim anladığımız manada bir mekan yoktur. Binaenaleyh orada iki nokta ile tahdit edilebilir veya ikiye kabili taksim bir nokta, bir hat, yani bir uzunluk, bir enlilik ve derinlik mefhumu düşünülemez. Çünkü orada esasen bizim anladığımız manada üç buut mefhumu ile tarif edilebilecek bir nokta mevcut değildir. Şu halde eğer orada da bir mekan varsa – ki vardır- bu mekan namütenahilik ifade eden bir noktadır Yani bizim idrakimize göre konuşmak zoru altında sembolik bir ifade ile bunu anlamağa çalışmak lazım gelirse şöyle söyliyebiliriz: Oradaki nokta öyle bir noktadır ki kendisini teşkil veya tayin eden noktalar arasındaki mesafeler namütenahidir. Bu takdirde esasen muhtelif noktalardan da bahsetmeğe imkan bulu namaz. Demekki orada bütün noktalar bir noktadır ve bir nokta bütün noktalardır. Bu elbette bizim üç buutlu madde aleminin malı olan beynimizle düşünerek anlayabileceğimiz bir mefhum olmaktan çok uzak kalır.

Demekki spatyomda bizdeki gibi mahdut noktalarla itibari kısımlara ayrılabilecek bir hat mefhumu yoktur. Bu bakımdan, yani orada bir hat olmadığına göre istikamet de düşünülemez. Keza yine aynı sebepten orada enlilik ve derinlik mefhumu da yoktur. Böyle olunca, hudutsuzluk ifade eden o nokta içinde bir cismin yer değiştirmesi de bir namütenahilik mefhumu içinde cereyan eder. Binaenaleyh orada, hareket ve harekete bağlı olan zaman mefhumlarında da namütenahilik karakterinin mevcudiyeti bir zaruret olacaktır. Demekki spatyomda, ne uzunluk, kısalık, ne küçüklük büyüklük ne de bizim anladığımız manada süratlilik yavaşlık gibi mekanımıza, hareketlerimize ve zamanımıza ait mefhumların hiç birisi yoktur. Binaenaleyh orada mesela, dünyamızda olduğu gibi iki muayyen nokta ve bu noktalar arasında mahsur kalmış bir hareket, bir mesafe, bir zaman ve böyle bir mekan, hareket ve zaman mefhumlarına bağlı her hangi bir hadise ve nihayet bu nevi hadiselere nazaran kıymetlendirilebilecek bir realite mevcut değildir. İşte spatyom realitesi onun için bizden bu kadar, yani anlıyamıyacağımız derecede uzaktır.

Şurasını tekrar söylemekten çekinmeyiz ki uzunluk, üç buut realitesinin lazım gayri müfariki olan bir unsurdur. Ve uzunluk mefhumunun bulunduğu yerde genişlik ve derinlik mefhumlarının ve bu mefhumlar dahilinde cereyan eden hareket halinin ve nihayet bu hareketle tahdit edilmiş zaman mefhumunun bizzarure mevcut bulunması icap eder ki spatyom işlerinde böyle düşündüğümüz anda oranın realitesinden uzaklaşmış ve üç buut realitesine düşmüş oluruz.

Demekki ne böyle bir mesafe, ne böyle bir hareket ve ne de ancak böyle bir hareket ve mesafe mefhumuna bağlı yine üç buut realitesinin icabı ve zarureti olan zaman mefhumu spatyom için varit değildir. Halbuki bizim anladığımız manadaki sürat mefhumu, hareket eden bir cismin muayyen bir zamanda kat edeceği bir uzunluk mesafesi ile kabili takdirdir. Bu ise arzettiğim gibi bir spatyom realitesi olamaz.

Her ciddi spirit araştırıcıya göre ruhlar, spatyomda perispri’leriyle birliktedirler. Daha doğrusu Perispri, kainatımızda ruhtan ayrılmıyan onun bir tesir vasıtasıdır. O halde Perispri spatyom muhitinin şartlarına uygun tabiatta olmalıdır ve bunun da manası şudur: Perisprinin hareketi, dünyamızdaki mesafe ve zaman kayıtlarına bağlı bulunmıyan bir karakter taşımaktadır. Bu ise yukarıda söylediğim gibi bizim için yalnız takdiri değil, hatta düşünülmesi ve tasavvur edilebilmesi bile kabil olmayan ve kabil olmaması icap eden bir sürat mefhumunu zaruri kılmaktadır ki bu da beşeri idrak karşısında bir namütenahiliktir. Böyle bir hareket karakterini Perispriden ayırmak istediğimiz anda onu ruha refakat eden spatyomun malı addetmeğe hiçbir hak ve salahiyetimiz kalmaz. O halde mesela bir Perispri partikül’ü ile, dünyamızda mümkün olabilen maddi en son sürati haiz bir foton partikülü arasında mukayesesi bile mümkün olmıyacak kadar büyük olan bu sürat farkına göre bu iki partikül arasındaki maddi kıymet mefhumunu dünyanın hangi maddesi ile, hangi ölçüsü ile ölçebileceğiz ki Perisprinin takdir edilmesi imkanını sağlıyabilelim? Dünyada ne kadar büyük bir kıymet halinde olursa olsun takdir edilmiş bir adet ve bir mefhum, bütün dünya ölçüleri dışındaki namütenahilik mefhumu karşısında nasıl sıfır mesabesinde kalırsa, tıpkı onun gibi, mahdut mefhumlara bağlı bir Atomun dünyamızca malum olan eczasının maddi kıymetleri de böylece Perisprinin namütenahilik ifade eden anlayamıyacağımız yüksek evsaftaki maddi kıymetlerine nazaran sıfır mesabesinde kalır ki bunun açıkça manası şudur: Dünyamızdaki hiçbir maddi kıymet bu namütenahilik ifade eden evsafı haiz kıymetleri ölçmeye kifayet edemez.

Demek, şunu hatırımızdan uzak tutmamamız icap ediyor ki bugün en küçük ve basit bir atom partikülü olan ve nihai sürat kabiliyetini temsil eden bir foton partikülünün en ağır atomlardan mürekkep unsurlara maddi kıymetleri bakımından nisbeti, Perisprinin beşeri anlayış kabiliyetine göre mefruz maddi kıymetinin foton kıymetine nisbetine nazaran, sıfır mesabesinde denilecek kadar küçük kalır.

Fakat bir elektronun ağırlığının gramın milyarda birinin, milyarda birinin yüz milyarda biri olduğu düşünülürse aklımızın alamıyacağı bu kadar realitelerimizden uzaklaşmağa başlamış bir madde mefhumunun karşısında bu mefhumla dahi ölçülemiyecek derecede namütenahilik mefhumu içinde uzaklara gitmiş bir Perispri partikül’ünün maddi kıymetini hangi gramın hangi eczasına veya eczasının eczasına sığdırabileceğimiz cayi sualdir.

Hülasa bizim dünyamızın atomlarının hiçbir cüz’ü veya partikülü ile mukayesesi bile düşünülemiyecek derecede seyyal olan perispri’yi bu partikül’ler arasında aramağa kalkışmak beyhude yere vakit kaybetmekten başka bir işe yaramıyacaktır, diyebiliriz. Bundan sonra da artık Perisprinin yukarıda arzettiğimiz ikinci ihtimalde, yani atom partiküllerinin şu veya bu tarzda birbirine eklenerek husule getirmiş oldukları atom mürekkeplerinde aramanın manasızlığı üzerinde ayrıca durmağa lüzum kalmıyacağı aşikardır. Zira, Mendelejeff’in cetvelinde açıkça görüldüğü gibi unsurlar atomlarının ihtiva ettikleri proton adetlerine göre sıra ile birden yüze kadar bu cetveldeki hanelerine yerleşmişlerdir. ve bunların arasında Perispri mahiyetine yaklaşan hiçbir madde yoktur. Bilakis unsurlar birden yüze doğru çıktıkça ağırlaşmakta ve maddileşmektedir. Yani Perispri cevheri mefhumundan uzaklaşmaktadır. Yine ayni sebep ve düşünce ile Perispriyi bu malum olan yüz unsurdan sonra gelecek yüzün üstündeki unsurlar arasında aramak da büsbütün abes olacaktır.

O halde fizik anlayışa göre Perispri ne partikülleriyle, ne de her hangi bir mevcudiyeti ile malum olan veya keşfedilmesi mümkün bulunan dünya maddeleri arasında yer tutabilecek bir madde değildir ve onu hiçbir dünya maddesiyle tespit etmek bunun için kabil olmayacaktır.

2 - FİZYOLOJİK MÜLAHAZALAR :

Morfolojik tetkikatın yardımı ile uzviyet Kompleksinde başlıca tebarüz eden mutad fizyolojik mihanikiyetlerin lojik ve ilmi izahı fizyolojistler tarafından yapılmaktadır. Bu izahlardan çıkan neticelere göre Organizma, birbiriyle tam bir iş birliği halinde çalışmak üzere tertiplenmiş muhtelif kısımlardan mürekkep mükemmel bir makinaya benzetilebilir. Bu makinanın her hangi bir kısmında görünen normal veya anormal faaliyetler, kendisine uzak veya yakın bulunan diğer kısmında husule gelen bir hareketle ilgili ve bazen de müterafık bulunur.

İşte uzviyette böylece birbiriyle ayarlı olarak tertiplenmiş bir takım faaliyet sistemleri meydana gelmiş bulunmaktadır. Mesela şeker imal etme ve kullanma faaliyetini tanzim eden ve organizmanın muhtelif parçalarını şümulü dahiline alan bir glikoregülasyon sistemi vardır. Keza kan unsurlarını, hayat fonksiyonlarının emniyetle cereyan etmesini sağlayıcı şekilde tanzim edici bir Ematopoiyetik sistem mevcuttur. Bütün bu sistemlerin, uzviyeti yaşatmak maksadına göre tertipli, icabı hale göre değişen, birbirine karşı çok ince vasıtasız veya vasıtalı yollarla bağlı iş görüm ve bölümleri vardır. Uzviyette her faaliyetin ve iş görümünün bir takım yollardan geçerek muhakkak sinir sistemine bağlanması fizyolojik bir realitedir. O halde uzviyetin türlü hayat fonksiyonlarını idare eden organlarını, işletmekte olan bir makinanın muhtelif çarklarına benzetirsek asabi sistemi de bu çarkları tahrik eden ana çark olarak kabul etmemiz lazım gelecektir. Fakat bu ana çarkı tahrik eden kimdir? Biz buradaki tezimizde bir Spiritüalizma ve materyalizm münakaşası yapmıyacağımız için bu sualin cevabını kısa keserek tamamiyle doğru bulduğumuz ve benimsediğimiz Spirit nazariyesine göre mütalaamıza devam edeceğiz.

Bu ana çarkı işleten amil, muharrik, Perispri’dir. Şimdi tekrar ana çarka, yani sinir sisteminin faaliyeti mevzuuna dönelim:

Bir kolun ve elin hareket sinirleri bir defa harekete geçtikten sonra, birbirine tesir ettirmek suretiyle o kolun adalelerini, mafsallarını, kemiklerini sırasiyle harekete getire getire o kola ve ele istenilen işin yaptırılmasını temin ederler, mesela bu kol bir yumruk atar, bir kalemi tutarak onunla yazı yazar veya diğer işlerden şunu veya bunu yapar. Fakat burada dikkat edilirse yazıyı yazanın artık o kolu tahrik eden sinir elyafı olmayıp bir takım etler, kemikler ve mafsallar olduğu görülür. Daha doğrusu bu işin asıl muharriki olan sinir cümlesi ile yazı yazmak fiili arasında bir takım mutavassıt unsurların karıştığı ve bunlarsız bu fiilin vukua gelemiyeceği anlaşılır. Bununla beraber organizmanın bu işi yapmasında amil olan unsur asabi sistemdir.

Şimdi burada münakaşasını lüzumsuz gördüğümüz asabi sistemin ilk muharrik illet olmadığı hakikati üzerinde durmıyacağız ve onu da tahrik eden Perispri ile asabi sistem arasındaki münasebete geçeceğiz. Acaba bu münasebet ne şekildedir? Acaba burada Perispri, sinir merkezlerinde oturmuş bir insan gibi muharrik sinirlerden istediğini tahrik mi ediyor? Perisprinin asabi cümleye tesirinin doğrudan doğruya olmadığı ve burada da araya mutavassıt bir unsurun karışmış bulunduğu, esasen klasik Spiritizma müdafilerinden muhterem Gabriel Delanne gibi ilk araştırıcılar tarafından da malum olan bir hakikattir.

Kaldı ki bugün bu hakikatin lehine tefsir edilmesi lazım gelen bazı fizyolojik mütalaalar da mevcuttur. Mesela bunlardan birisi merkezlerle muhiti sistemi birbirine bağlıyan ve ihtizazları muhitten merkezlere ve merkezlerden muhite götüren his ve hareket sinir yollarının, bu vibration’ları nakle vasıta olan asabi seyyale dediğimiz çok ince bir madde ile baştan başa dolmuş bulunmasıdır. Fizyolojistlerden bazılarının böyle bir seyyaleyi inkar etmeleri bize göre ilmi bir mütalaaya veya müşahedeye dayanmamaktadır. Zira en iptidai bir fizik anlayışı ile dahil görülebilen bir hakikat vardır: Her ihtizaz, muhakkak o ihtizazı taşıyan bir maddenin hareket tezahürüdür ve ihtizazların inceliği nispetinde de ancak o inceliği taşımağa layık seyyaliyet derecesindeki maddelerin mevcudiyeti lazımdır. Bir telgraf telinin kesafeti MORSE alfabesini ifade eden ince hareketleri ve ihtizazları kilometrelerce uzaklara nakletmeğe kafi gelmez. Burada elektrik ve elektromanyatik bir takım taşıyıcı seyyalelere lüzum ve ihtiyaç vardır.

Keza bir radyo verici istasyonununda konuşan bir spikerin tebligatını yine kilometrelerce uzaklara götürmeğe muhitin kalın hava atmosfer tabakası kafi bir nakil ve vasat olamaz, bunun için de yine bu ince dalgaları taşıyıcı bir takım ince vasatlara ihtiyaç vardır. Hele fikir ve duygu gibi bu bahsettiğimiz kaba ihtizazlarla ölçülemiyecek derecede ince hareketleri, kaba maddelerden yapılmış sinir hüceyreleri hiçbir vakit doğrudan doğruya nakledecek bir nezaket halinde değildir. Bunların nezaketi ancak böyle ince hareketleri nakle vasıta olan bir seyyaleyi taşıyabilmek kabiliyetini haiz bulunmaları derecesinde kalır. Ve ondan öteye geçemez. Bu hali diğer modern bazı teknik vasıtalarla da mukayese ederek daha iyi anlıyabiliriz. İnce bir tel üzerinde sesleri tesbit eden basit diktafon makinasını ele alalım. Bu tel çok ince çelik bir teldir ve mutad halinde iken bunun üzerinde hiçbir ses vibrasyonu tesbit etmeğe imkan yoktur. Fakat bunun üzerinden bazı teknik tertibatla bir elektrik cereyanı geçirerek sesleri vermeğe başlarsak bu seslerin o tel üzerinde aynen ve uzun zaman muhafaza edildiğine şahit oluruz. Burada sesler bu tel üzerinde bizim anladığımız manada ve mesela bir gramofon plağında olduğu gibi girinti ve çıkıntı halinde bir takım morfolojik değişmelere benzer hiç bir hadise husule getirmiş değildir. Bununla beraber mesela bir orkestranın bütün aletlerinin renk ve lahın nüanslariyle beraber sesleri bu telde tesbit edilmiş bulunmaktadır. Ve biz ne kadar istesek o kadar zaman o sesleri bu telden dinliyebiliriz. Fakat yine aksi istikametten bir elektrik cereyanı bu telden bir defa geçirivermekle bu seslerin hepsinin bir anda kayboluverdiğini de görürüz. Ve bundan sonra artık o telde evvelki seslere ait ebediyen hiçbir iz kalmaz. Burada böyle bir hoparlör tertibatını dahi harekete getirecek ve hava gibi kesif bir vasatı dahi titretecek mutavassıt vasatlara tesir edebilen bu ihtizazları hamil maddeler, bu çelik telin kendisi değildir. Ve bu çelik tel, ince seyyaleleri muayyen merkezler arasında taşıyan bir sinire benzer ve sinir telinden de bu çelik telde olduğu gibi bir takım ihtizazları havi ince seyyaleler geçer.

Demek, sinir yollarını ve merkezlerini canlandıran bir unsur vardır ki bu unsur kaba morfolojik vasıtalarla tesbit edilmiş olan ne mikroskopik, ne de makroskopik uzvi unsurlar derecesinde bir kesafet arzetmez. Ve bu unsur asabi sistemin her tarafından, bu işe has hüceyreleri vasıtasiyle bütün bu sistem dahiline yayılır. İşte çok ince bir karakter arzeden bu unsura asabi seyyale diyoruz. Yine bize göre bu seyyale ancak kendisinin bağlı ve sempatize bulunduğu asabi sistemin uzvi karakterine göre ayarlanmış olan ve o sistem sahasında barınabilen ve o sistemin dışına çıkar çıkmaz, derhal ve o anda dejenere bir takım diğer seyyale şekilleri haline giren yarı maddi denecek kadar seyyal bir cevherdir. Binaenaleyh uzviyetin dışında ve serbest halde hiçbir maddede ve hiçbir maddenin hususiyeti meyanında ve asabi seyyale ayarında bir cevher dünyada mevcut değildir. Bunun organizma dışında da tabiatta mevcut olduğunu söyliyebilmek için evvela canlı organizmalar dışında yani cansız alemde de sinir hüceyreleri ayarında hususileşmiş maddelerin bulunduğunu göstermiş olmak lazımdır. Zira bu seyyale ancak bu hüceyreler vasıtasiyle ifraz olunabilen cevherler halinde görünmektedir. İşte canlı bir hüceyre dışında böyle bir seyyalenin ademi mevcudiyeti hakikatidir ki bu seyyaleleri taşıyıcı tek unsurlar olması icap eden asabi hüceyrelerin bulunmadığı yerlerde Perisprinin dünya ile olan irtibat ve muvasalasının imkansızlığını bize öğretmiş bulunmaktadır. Zira Perispri ile asabi sistem arasındaki irtibat ancak bu asabi seyyalenin yardımı ve tavassutu ile mümkün olmaktadır. Asabi seyyaleler uzviyette şimdiye kadar az çok maddi teknik vasıtalarla tesbit edilmiş olan elektrik, hararet, ziya V şuaı ve saire gibi ihtizazlardan daha yüksek ihtizazları taşıyan dünyanın belki en ince bir maddesidir. Ve onun içindir ki asabi seyyalenin tükendiği yerde ölüm hadisesi kesin olarak meydana gelmektedir. Ve asabi seyyaleyi veya o seyyale ayarında her hangi hayati bir hüceyre faaliyetini temin eden ihtizazları hamil uzvi maddelerin olmadığı yerlerde Perispriye ait fizyolojik hiçbir tezahüre rast gelmeyiz. Bu, en iptidai bir nebattan en yüksek bir insan hayatının uzviyetinde daima gördüğümüz açık bir realitedir.

Hülasa asabi seyyale Perispri ile asabi merkezler arasında bir nakil ve irtibat vasıtasıdır ve bu vasıta merkezlerle Perispri arasında gidip gelen hareketleri taşır. Asabi seyyalenin keyfiyet ve kemiyetinde vukua gelecek değişiklikler, Perispri ile asabi sistem ve binnetice uzviyet arasındaki münasebetlerin şekillerinin değişmesine sebep olur ki hastalıklar ve ölüm halleriyle bayılma, sun’i ve tabii Somnambulisme, koma vesaire gibi gayri mutad görünen diğer bir takım haller, asabi seyyalenin uzviyetle Perispri arasındaki bu münasebetlere tesir edecek derecede keyfi veya kemi değişikliklerinden ileri gelir. Binaenaleyh biz asabi seyyalenin mütalaası dünya realitelerine bağlı bir araştırıcı karşısında Perisprinin mütalaası kadar iyi izah edilirse ruhun beden ile olan münasebetleri hakkında o kadar hakikate yakın ve ilmi fikirlere ve nazariyelere sahip olmak imkanı artar. Bilakis bu bahis ne kadar ihmal edilirse ruhun beden üzerindeki müessiriyetine ait çok ince ve mudil olan çeşitli tezahüratı hakkında da o kadar hatalı görüşlere, tefsirlere ve düşüncelere saplanmak ihtimali artar. Bunun açık bir misali olarak iki Amerikalı muhterem meslektaşımın Wilson odasında çekirgeler ve kurbağalarla yapmış oldukları tecrübeler sonunda fotoğraf plakları üzerinde tesbit ettikleri çekirge ve kurbağa hayallerini ruhun veya daha doğrusu bedenden ayrılan Perisprinin hayali diye 1934 senesi Barselon Milletlerarası Spirit kongresine arzetmelerini gösterebiliriz. Bize göre, raporumuzun ikinci kısmında izah edeceğimiz gibi bu tefsir doğru değildir ve fotoğraf plağında zaptedilmiş hayal Perisprinin hayali olmaktan çok uzaktır ve Perisprinin esasen böyle muayyen ve mahdut bir şekli yoktur, çünkü o böyle şekillerle malul üç buutlu bir dünyanın malı değildir.

Asabi seyyaleyi dünyanın en seyyal ve ancak asabi bir sistem dahilinde hakiki mahiyetini ve inceliğini muhafaza edebilen bir cevher olarak kabul ettikten sonra Perisprinin bundan daha yüksek bir seyyaliyet derecesinde bulunduğunu evleviyetle kabul etmemiz lazım gelir ve yine bunun için de Perisprinin dünya madde ve ölçüleriyle kabili tahkik ve takdir olamıyacağını düşünmemiz icap eder. Zira eğer böyle alelade maddelerle değil, hatta en ince maddi tetkik vasıtalariyle bile mahiyetlerinin inceliklerine henüz nüfuz edemediğimiz asabi sistem unsurlariyle dahi Perisprinin doğrudan doğruya sempatize olamıyacağı fikrini müdafaada bir hata işlemiş olsaydık o zaman ne asabi seyyaleye ve hatta ne de her hangi asabi seyyaleninkine yakın canlı bir hüceyre faaliyetine lüzum ve ihtiyaç kalmadan tabiatta bir sürü cansız maddelerde de canlılarda olduğu gibi Perispriye ait tezahürleri görmemiz icap ederdi. Halbuki biz dünyada böyle bir maddi tezahürü ne görüyor, ne de gösterebiliyoruz.

Ölüm anının birdenbire teessüs edişini, yine bu asabi seyyalenin kısa bir zamanda Perispri ile asabi sistem arasındaki irtibatını artık temadi ettiremiyecek bir keyfiyet ve kemiyet halini arzetmesiyle izah edebiliriz. Keza artık bu asabi seyyaleyi barındıramıyacak bir hale gelmiş bulunan asabi bir cümleden ayrılmış Perisprinin tekrar ona tesir icra edecek bir duruma giremeyişi, yani definitif olarak ölen bir kimsenin tekrar dirilemeyişini de yine bu asabi seyyale kifayetsizliğinde görürüz.

Demekki, kafi derecede asabi seyyaleden mahrum kalmış bir bedene hiçbir Perispri, tesir ederek o beden kanaliyle dünyada her hangi ruhi bir tezahür gösteremez ve tıpkı bunun gibi yine aynı sebepler ve icaplar dolayısiyla dışarıdan hiç bir ihtizaz beden vasıtasiyle Perispri intikal ederek orada o ihtizazlara ait ruhi her hangi bir idrakin doğmasına sebep olamaz.

Burada şu mülahazayı da yukarıdaki fikirlerimizi tamamlayıcı bir unsur olarak kısaca serdetmek isterim:

Asabi seyyale ruhun kudretiyle perispriye ve ayni zamanda bağlı bulunduğu asabi merkezlerin ihtizazi hareket kabiliyetlerine göre ayarlı bir cevherdir. Şu halde her ruhun ancak kendi perisprisine ve kendi perisprisinin hakimiyeti altında bulunan uzviyete göre noktası noktasına ayarlamış, yani hususileşmiş bir asabi seyyale hamulesi vardır. Bu hamule ancak dünya ile perisprisini irtibat haline geçireceği zaman ruhun bazı faaliyetleriyle meydana getirilir ve perispri ile dünya maddeleri, daha doğrusu asabi sistemin hüceyreleri arasında bir köprü vazifesini görür. Buna göre dünyada ne kadar canlı varlık varsa bu varlıkları bedenlerine bağlıyan o kadar çeşitli ve hususi, yani ayrı hüviyete göre ayarlanmış seyyale vardır. Esasen hayati kimyada daha bunun diğer maddi misalleri de vardır. Ve bu misallerden birisini de her uzviyetin albumin nevinin kimya bakımından birbirinin ayni olmasına mukbil vital usullerle birbirinden ayrı karakter arzetmesi ve her karakterin o şahıs için sabit bulunması hadisesi teşkil eder.

Binaenaleyh bir defa kendisiyle hususi şekilde ayarlanmış bulunan asabi seyyaleden mahrum kalmış bir perispriye başka varlıkların asabi seyyaleleri, artık dünya maddeleriyle kendi arasında bir vasıtalık yapabilecek surette bağlanma imkanını veremez. Burada hatıra gelmesi melhuz bir suali cevaplandırmış olmak için şunu da kısaca arzedeyim ki asabi seyyale ismi, ancak asabi sistemi az çok teşekkül etmiş varlıklar ve bilhassa insanlar üzerinde durduğumuz için kullanılmıştır. Yoksa asabi sistemden mahrum olan yine mühim bir kısım canlı varlıkların hüceyrelerinde mevcut bazı hayati faaliyetlere bağlı, nisbeten ince maddelerin de; insanların asabi seyyalelerinden belki epeyce ileri derecede kesif olmalarına rağmen onların perisprilerinin kendi beden teşekküllerine bağlanabilmelerine kifayet edecek bir incelik derecesinde bulunmaları gerektir.

İşte perisprilerin her madde üzerine doğrudan doğruya tesir edememeleri ve bunun için bazı hususi vasıtaların meydana gelmesine sebep bazı tabii ve biyolojik şartlara lüzum hasıl olması, dünya maddelerinin canlı veya cansız diye iki kısımda mütalaasına ihtiyaç hissettirmiştir. Bu suretle cansız denilen maddeler üzerinde perisprinin doğrudan doğruya hiçbir tesirinin mevcut olamıyacağına inanıyoruz. Eğer böyle bir tesir vaki olursa o andan itibaren artık o madde cansızlık vasfını kaybetmiş ve canlı maddeler arasına girmiş olur ki tabiat kanunlarına uymıyan böyle bir hadisenin – Bir mucize bahis mevzuu olmadan – dünyamızda vukua gelmesini de mümkün göremiyoruz.

3 – SPİRİTİZMA BAKIMINDAN :

Spiritizma tetkikleri yolu ile alınan neticeler, ölmüş bir insanın dünyadan doğrudan doğruya tesirler alamadıklarını izah ve hatta isbat edici mahiyettedirler. Spiritizma bakımından biz bu mevzuu üç koldan yürüyerek inceliyeceğiz:

A – Spiritist mülahazalarla,

B – Spirit müşahedelerine göre,

C – Tebliğlere nazaran.

A – SPİRİTİST MÜLAHAZALARLA :

Bütün Spiritistlerce bilindiği gibi, insan ruhları dünyadan kurtulur kurtulmaz hemen, o anda dünya realitelerini terk edip spatyom realitelerine intibak edivermezler. Hatta onların orada bir müddet daha dünya realitelerine sadık kalarak dünyada kazanmış oldukları maddi itiyatlarına ve temayüllerine tabi olup yaşamak ihtiyaçlarından doğan ruh hallerine şaşkınlık <<Trouble>> hali diyoruz.

Hele bugünkü dünyanın çok maddileşmiş ve maddi hayatı gaye edinerek bütün ömrünü gafletle geçirmiş insanların dünyaya bağlılıklarının her çeşidi ile malul olarak öbür tarafa geçenleri çoktur. Ve bunlar orada da bir müddet daha dünyadaki ihtiraslariyle, arzulariyle ve ruh boşlukları içinde yaşamak durumundadırlar.

Şimdi mesela bazı geri memleketlerde olduğu gibi kan davası güden bir insanın dünyada düşman telakki ettiği bir kimseden intikamını alamadan - fakat intikam hırsiyle yana yana – öbür tarafa göç etmiş halini tasavvur edelim. Bunların orada da bu hislerinin teşevvüş halinde sürüp gittiğini kabul ettiğimize göre, eğer bunlar dünyadan böyle ayrıldıktan sonra yine ayni şekilde dünyaya tesir edebilmek veya dünya maddeleriyle alış veriş yapabilecek bir durumda bulunmak kudretini haiz olsalardı, elbette dünyadakinden daha serbest bir ruh halini iktisap etmesi lazım gelen böyle adamlardan acaba ne gibi işler beklemek lazım gelirdi? Eline geçirdiği ilk silahla düşmanını dünyadan kaldırmak fırsatını bulan bu adamın bu işi geciktirmeden yapacağını beklemek bu şartlar altında en tabii bir hareket olurdu. Fakat her gün dünyadan buna benzer bir sürü insan öbür aleme intikal ettiği halde hiç bir vakit bir adamın yolda giderken görünmez bir el tarafından kalbine bir hançer saplanmış olduğunu görmiyoruz. Ve görenler de olmıyor. Bu hadise işin en ağır tarafı… Buna gelinceye kadar bundan daha hafif diğer bir sürü tezahürlerin de görülmesi icap ederdi.  Mesela bütün ömrünü zevk ve sefa sofralarında geçirmiş, meyhaneden çıkmamağı kendisine iş edinmiş bir insanın da öbür tarafa geçince kurulmuş bir sofraya, veya bir barın bir köşesine yerleşip orada ne bulursa yemesi veya hiç olmazsa ortadan kaldırması lazım gelirdi. Bu gibi yerlerde de böyle gayri tabii haller görülmiyor. Ve hiç olmazsa bütün hayatını sevgi ile bir tek yavrusuna bağlamış bir annenin, geride kimsesiz ve bakımsız olarak bırakmış olduğu bu yavruyu sağlığında yaptığı gibi koruyucu veya besleyici veya her hangi bir şekilde ona maddeten yardım edici hiç bir tezahürüne rast gelmedik. (Ruhi yollardan ve vasıtalı olarak her an her yerde ruhların insanlara vaki olan yardımları buradaki düşüncelerimizin aleyhinde bir hadise değildir.)

Bir perisprinin dünyadan ayrıldıktan sonra kendisinde mevcut her türlü, dünyevi arzu ve ihtiraslardan doğma intibalarına rağmen eğer bu perispri dünya maddelerine doğrudan doğruya tesir icra edebiliyorsa yukarıda saydığım  - ve daha onlara benzer bir çok – hadiselerin vukua gelmemesini izah edebilmek hakikaten güç bir iş olur, kanaatindeyim. Burada bizim fikirlerimize karşı tekinsiz ev vakalariyle, karışmış insan vakalarında görülen bazı objektif tezahürler birer itiraz mevzuu olarak akla gelebilirse de raporumun ikinci kısmında arzedeceğim Neo – spiritüalizma görüşü ile medyomluğun mütalaası sırasında bu hadiselerin böyle doğrudan doğruya dünyadan ayrılmış perispri’lerin dünya maddelerine tesir etmeleri gibi şayanı kabul olmıyan yollardan daha çok makul ve ilmi yollarda izah edilebildiğini göreceğiz.   

Esasen dünyadan ayrılmış milyonlarca insanın dünyaya bağlı ve ekserisi tatmin edilmemiş ihtiraslarla dolu milyonlarca perispri’lerinin serbestliğine rağmen dünyada bunların hiçbir eserine rast gelinmemesi, insanların öldükten sonra da dünyada yaşadıkları gibi ruhlarının dünya maddelerine doğrudan doğruya müessir olamadıklarını göstermeğe kafi bir delil teşkil etmiş olmalıdır. Bir varlığın doğrudan doğruya dünya maddesine tesir etmek imkansızlığının ondan doğrudan doğruya tesir alabilmek imkansızlığını da zaruri kılması icap eden bir hal olur. Zira bunların her ikisi de birbiriyle alakasızlıktan mütevellit tabii bir neticedir. Birisini zaruri kılan bu durumun, diğerini de ayni derecede ve şekilde zaruri kılması icap eder. Filhakika yine diğer kanallardan elde ettiğimiz müşahedeler ve yaptığımız tetkikler, hakikaten bunun böyle olduğunu, yani ruhların dünyadaki insanlar gibi dünya ahvaline ait hiç bir hadiseyi doğrudan doğruya idrak edemediklerini bize göstermiştir.

Hülasa; işi bu bakımdan mütalaa ettiğimize göre diyebiliriz ki eğer gerek hayvanlık, gerekse insanlık ve hatta gerek nebatlık halinde öbür aleme her zaman göç eden milyonlarca varlığın perisprileri dünyadaki maddelerden şu veya bu haldeki hatta bir tek madde üzerine dahi olsun doğrudan doğruya tesir edebilmek kabiliyetini, kudretini ve imkanını bulabilmiş olsaydı bu milyonlarca temayül, arzu ve ihtiraslar içinde körü körüne hareket eden bir çok perisprilerin dünya üzerinde insanlar için her halde hoş olmıyacak bir sürü tezahürler göstermesinin önüne kimse geçemezdi. İşte bu nizamsızlığı önleyen öyle bir kuvvetli ilahi irade kanunu vardır ki bu kanun bizim anlayışımıza göre alaka kanunu şeklinde tecelli etmektedir. Bu kanuna göre her alemde, her madde safhası dünyasında yaşıyan varlıkların doğrudan doğruya maddi tesir safhaları ancak kendi perisprilerinin o alem için ayarlanmış hudutları dahilinde vaki olur ve onun dışına çıkamaz. Ta ki o varlık o alemi terk edip başka bir maddi safha alemine intikal etmek üzere perisprisinde yine tabiat kanunlarının icaplarına uygun şekilde bir takım derin ve esaslı değişiklikler ve hazırlıklar yapmış olsun. Yine spiritlerce malum ve makbul olan başka bir hadise de bu noktai nazarımızın esasen amprik olarak bütün spiritlerce tatbikatta kabul edilmiş olduğunu gösterir. Bu da medyomsuz hiçbir spiritizma celsesinin yapılamıyacağı hakkındaki isabetli ve umumi kanaattir.

Ruhlarla dünya arasında her hangi bir medyom tavassutu olmadan muvasala ve münasebet mümkün değildir. Medyom ise bir insan, yani bir canlı varlık, ruh sahibi kimse demektir. O halde ileride raporumun ikinci kısmındaki izahatıma bir hazırlık olarak şimdiden şunu arzetmeliyim ki ruhlar dünya maddelerine doğrudan doğruya tesir edemezler. Fakat onlar dünya işlerine ancak yine dünyaya bağlı bulunan her hangi bir ruhla irtibat ve temas hali peydah ettikten sonra o ruhla doğrudan doğruya yaptığı alış verişler sayesinde dünyadan veya dünyadakilerle münasebetten almak istedikleri neticeleri imkan bulabildikleri nisbette elde etmeğe çalışırlar. İşte böyle ruhlarını öbür alemdeki ruhların hizmetime muvakkat veya devamli bir şekilde hasreden kimselerde medyomluk tezahürleri görülür.

B – SPİRİT MÜŞAHADELERE GÖRE :

Muhtelif kudretler arzeden ruhlarla senelerden beri yapmakta olduğumuz tecrübeler esnasında öyle hadiselerle karşılaştık ve öyle dikkate şayan ve öğretici müşahedeler elde ettik ki bütün bunlar medyom ruhunun müdahalesi dışındaki hallerde, ruhların dünya ile alış verişinin kesilmiş olduğunu açıkça, vasıtasız ve vasıtalı yollardan bize gösterdi. Bu müşahedeler, her hangi bir kabli hüküm ile izah ve tefsiri mümkün olamıyacak kıymette ve nazariyemiz lehinde birer delildir.Bu müşahedeleri kategoryalara ayırarak gözden geçirmeği daha faydalı buluyorum.

1 – BİRİNCİ KATEGORYADAKİ MÜŞAHEDELER

Esasen telepat olmıyan insanların medyomluklarında, ruhlarla medyomun etrafında hazır bulunan asistanlar arasında telepatik tezahürler ve düşünce intikali hadiseleri mümkün olamıyor.

Bu kategoryadan elimizde, müteaddit yerlerde ve zamanlarda yapılmış tecrübelerimize ait müşahedeler vardır. Fakat biz sözü uzatmamak için misal olarak bunlardan birer veya ikişer tanesini zikretmekle yetiniyoruz.

Müşahede: 1

1936 senesinde içtimai mevkii ve entelektüel olduğu kadar moral durumu muhitinde bulunanların takdirini kazanmış kıymetli bir medyom dostumuzla iki sene kadar devam eden medyomluğa ait bir seri tecrübe yapmıştık. Bu müddet zarfında bir insan kabiliyetinin ve bu meyanda medyomun kabiliyetinin dışındaki yüksek bilgilerle bizi tenvir eden bir ruh dostumuzun büyük irşatlarına mazhar olduk. Hatta bilahare Türkçe olarak neşrettiğim <<Ruh ve Kainat>> kitabımın ilmi materyallerinden mühim bir kısmını <<Üstad>> ismiyle yadettiğim bu zatın bize o zaman vermiş olduğu bu bilgiler teşkil eder.

Medyomumuz, Medyomluk hassası dışında her hangi başka bir metapsişik kabiliyete, mesela klervuvance, telepati gibi kabiliyetlerden hiç birisine malik değildi. Bu tecrübelerimizin son aylarına doğru o zaman aklıma takılan bir meseleyi tahkik etmek geldi: Acaba ruhlar medyomlarla birlikte celsede hazır bulunan asistanların ve bilhassa sual soran operatörün zihninden geçen fikirleri doğrudan doğruya, yani medyomun yardımı olmadan keşfedebilir mi?

Bu maksatla hem bir telepati, hem de bir telestesi denemesini bir arada yapmış olmak için şöyle bir tertip hazırladım. O zamanlarda zihnen beni pek meşgul eden spiritizmaya müteallik bir mevzuu celseden üç gün evvel sual halinde ve tafsilatlı bir şekilde bir kağıda yazdım ve üç gün de mütemadiyen zihnen bu mevzuu üzerinde düşündüm. Fakat Medyoma ve celsede bulunan diğer arkadaşlarıma böyle bir tecrübeyi yapacağımı söylemekle beraber kağıda yazdığım ve düşündüğüm mevzua dair hiçbir şeyden bahsetmemiştim. Mektubu cebime koyarak mutad şartlar altında üç gün sonra yani 8/11/936 günü gecesinde tecrübemizi yaptık. Şimdi o celsenin bu kısmına ait parçalarının zabıtlarını aynen arzediyorum:

<<Sual – Sizi selamlarız. Asıl mevzularımıza girmezden önce ilmi tetkikat bakımından lüzumlu gördüğüm bir suali sormak istiyorum. Sizden de öğrendiğimiz gibi dünyada daima aldanmalar mevcuttur. Bu aldanmalar içinde insanlar mümkün olduğu kadar hakikate yakın bir yoldan ayrılmamaları için müsbet telakki olunan bazı metodlar dahilinde hadiseleri tetkik etmek ihtiyacını duymaktadırlar. Biz de bugün bu ihtiyacı tatmin etmek yolunda bir tecrübe tertip ettik. Büyük bir hüsnü niyete dayanan bu hareketimizde bizi mazur görmenizi rica ederiz. Bu sizi imtihan etmek değildir. Esasen bu niyetimizin mahiyeti hakkında sizin bilginizin olduğu bizce malumdur (3) Evvela bu niyetle böyle bir tecrübeyi yapmaklığımızda bir mahzur var mıdır yok mudur?

<<Üstad – Bu hususta evvelce uzun izahat vermiştim.

( Not : Bu izahat, dünyada aldanmaların bir kanun halinde olduğu ve bunun da insanları cehit ve gayrete sevketmesi bakımından lüzumlu olduğu ve hiçbir varlığın bu kanuna karşı gelerek bu aldanmalardan insanları mahrum edemiyeceği hakkında idi.)

<<Sual – O halde devam edeceğiz. Yalnız bir şey daha sormak istiyorum. Böyle murakebe kılıklı suallerin araya karıştırılması medyomun haleti ruhiyesi üzerinde zararlı tesirler yapar mı?

<<Üstad – Dünya şeraitinin ne kadar noksanlarla dolu olduğunu evvelce söylemiştim.

<< Sual – Hemcinslerimizin tenevvürü için bu kabil tecrübeleri muvafık görüyor musunuz?

<<Üstad – Bu hususta fikirlerimi evvelce de söylemiştim.

(Not : Buraya kadar üstadın verdiği kapalı cevaplar bu tecrübeden, bizi tatmin edeceğini beklediğimiz neticeyi alamıyacağımızı ifade etmektedir. Zira biz o zamana kadar klasik spiritizma terbiyesinin tesiri altında kalarak ruhların böyle gizli şeyleri bilmesi lazım geldiğini kabul ediyor ve hatta bunu ruhların tebliğatının alelade otomatik, isterik yazılardan tefrik edilmesine yarıyacak kıymetli bir delil sayıyorduk. Buradan anlaşılıyor ki üstad medyomca malum olan tecrübelerimizin mahiyetini anlamış ve onun ne netice vereceğini evvelinden bize ihsas etmek istemiştir.

Fakat hala üstadın bu kağıttaki ve operatörün kafasındaki fikri bildiğine ve söyliyeceğine kani olan operatör bu ikazların o anda manasını anlıyamamış ve tecrübesine devam etmiştir.)

<<Sual – O halde devam edebileceğiz. 936 ikinci teşrin ayının Cuma günü saat 17.30 da Tünelde giderken düşünmekte olduğum bir mevzu ile ilgili ve beni bir az güç vaziyette bırakan bir hadise ile karşılaştım. Bu hadise beni o anda güç bir durumda bırakmakla beraber düşündüğüm mevzuun kısmen haline yaradı. Veya ben öyle tefsir ettim. Acaba bu tefsirim doğru mu?  

(3) O tarihlerde müellif ruhların doğrudan doğruya dünya hadiselerinden haberdar olmaları lazım geldiğine diğer spiritler gibi henüz inanıyordu.

<<Üstad – Bütün ahval ve harekatınız kendinizden başkalarının ve ekseriya hamilerinizin asarıdır.

(Not : Bu cevap yukarıdaki sualin cevabıdır ve kısmen de kağıtta yazılı olan mevzuun cevabıdır. Yalnız burada üstadın bu cevabı vermek için kağıttan okumasına ihtiyaç yoktur. Zira bu cevap başka yollardan ve başka tertipler dahilinde yani vasıtalı olarak verilebilir.)

<<Sual – O halde şimdi size insanların, hemcinslerimizin ilmi mütalaalarının kolaylaştırılması bakımından rica ediyorum: Evvela bu hadisenin şekli nasıldı, saniyen bu hadise ile ilgili gördüğümüz kafamdaki düşünceler nelerdi, bunları lütfen söyler misiniz?

<<Üstad – Buna hacet görmüyorum.

<<Sual – Buna hacet görmemenizin sebeplerini lütfen izah buyurur musunuz?

<<Üstad – İlk celselerde buna dair tafsilat vermiştim. Dünyanızın şeraiti böyle icap ediyor.

<<Sual – Acaba dünyanın bugün hakikaten anlayışları az insanlarına yardım etmek için onların

kıymet verdikleri bazı usullere uyarak sizin gibi yüksek bir kardeşimiz bizim bu sualimizi cevaplandırmayı arzu etmez mi?

<<Üstad – Tabiat kanunlarının dışına çıkmayarak evet.

<<Sual – Beşerin müracaat ettiği ilim usulleri tabiat kanunları haricine çıkmak demek mi oluyor?

<<Üstad – Sualiniz ile cevabımı dikkatlice mukayese ediniz.

(Not : Klasik bilgilerin ve mütalaaların hilafına görünen bu hadise o sırada operatörü sarsmıştı. İki seneden beri bu varlıktan alınan yüksek ve gayri beşeri tebligatla onun öbür alemde bir varlık olduğuna tamamen inanmış olması düşünülünce böyle bir netice karşısında operatörün bu ruhi sarsıntısını da tabii görmek icap eder. Üstad bu hadisede operatörün o zamana kadar olan bilgisinin hatalı bulunduğunu, fakat bunu açıkça söylemiyerek yine bir cehid ve araştırma gayreti sarfetmek suretiyle bizim tarafımızdan bulunmasına da mani olucu ifşaatta bulunmasının tabiat kanunlarına aykırı olduğunu söylemektedir. Fakat o zaman operatör bu hakikati de onun sözlerinden çıkaramıyacak kadar menfi bir tesir altında bulunuyordu.)

<<Sual – Ben iyice tenevvür etmemiz için bu meseleyi derinleştirmek istiyorum. Fikrimi açık olarak arzedeyim. Biz burada toplanan dört kişi sizden şimdiye kadar aldığımız tebliğatın yüksek kıymetini esas tutarak ve bunlardan edinmiş olduğumuz büyük istifadeleri düşünerek size tamamiyle inanmış bulunuyoruz. Fakat bütün beşeriyetin de bizim gibi buna inanmasını istiyoruz. Fakat bu hale göre bu tebliğatı ilim adamlarına takdim etmemiz lazım geldiği zaman bu cevaplarınızı okuyunca sizin, medyomdan ayrı bir varlık olduğunuza dair onların şüpheleri artacaktır. Ve belki de buna hiç inanmıyacaklardır. Buna rağmen hala fikrinizde israr ediyor musunuz?

<<Üstad – Hiç kimsenin itimat etmiyeceği şüphesizdir. Bu hususta da yine ilk celselerinizdeki izahatım sizi tenvir edecektir. Cevap evet.

(Not : Operatör o zaman bu sözlerin hakiki kıymetini takdir edememişti. Fakat şimdi anlıyoruz ki üstadın bu hareketi en doğru olandır. Eğer üstad bu gizli mevzuu o zaman bilmiş ve söylemiş olsaydı bugün nüfuz ettiğimiz bilgi genişliği derecesinde serdedeceğimiz mülahazalar bizi o ruhun verdiği tebliğatın medyomdan ayrı bir varlık tarafından değil daha ziyade medyomun bizzat kendi ruhunun bir tezahürü olduğu fikrine götürecekti.)

<<Sual – Siz bu sualin cevabını vermeği tabiat kanunlarına aykırı gördüğünüzü söyliyorsunuz. Fakat şimdiye kadar gelen spiritizma araştırıcıları böyle tecrübeleri ara sıra yapmışlar ve müsbet cevaplar da almışlardır. Acaba bu zevat tabiat kanunlarına muhalif mi hareket etmişlerdir.

<<Üstad – Evvela cevabımı iyi tetkik ediniz. Saniyen her muhitin her zamanın ve her halin bir icabı vardır.

<<Sual – Bu tünel hadisesi ve bu hadise ile ilgili bulunan kafamdaki düşünceler hakkında siz bir bilgiye malik misiniz?

<<Üstad – Cevap vermiştim.>>    

Üstada olan bütün bağlılığımıza rağmen o zaman canımızı pek sıkan bu - yukarıya aynen naklettiğim – görüşmelerin bugün ne kadar büyük bir ilmi kıymet ifade ettiğini anlıyorum, Gerçi üstad lakırdıyı uzatacağı yerde kısa ve iki kelime ile o zaman (biz bunu sizin anladığınız şekilde, yani doğrudan doğruya maddelerinizle ve dünyanızla temas ederek bilemeyiz. Fakat lüzum görürsek başka ve vasıtalı yollardan bilebilirsiniz) diyerek suallerimizi cevaplandırabilirdi. Fakat daima her şeyin bizim uzun tetkik ve taharriyatımız neticesinde yine bizzat kendimiz tarafından cehdimizle bulunmasına dikkat eden bütün spatyomdaki dostlarımız bunu bugünkü dünya hayatında çalışan insanlar için bir tekamül kanunu zarureti olarak kabul etmişler ve öylece harekette bulunmuşlardır ki bunun da büyük faydalarını biz her gün kendi çalışma sahamızda görmekteyiz. İşte bugün şahsi cehitlerle bu raporda varmış olduğumuz müspet neticeler de buna bir misal olmuştur.

Filhakika bugün diğer spiritizma dışındaki tezahüratla da anlıyoruz ki telepati, araya hiçbir yabancı ruh karışmadan iki insan arasında pekala ve kesretle vaki olan bir hadisedir. Hatta bundan daha ileri tezahürler de vardır.

Bu ve buna benzer müşahedelerden sonra üstadın vaktiyle benim cebimdeki bir mektubu okuyamaması veya okuması hikayesi, onun da söylemiş olduğu gibi, spiritizmanın lehinde veya aleyhinde hiçbir delil olamaz. Mesela medyomluk yapan dostumda böyle telepatik bir kabiliyet olmadığı için bu hadise menfi netice vermiştir, diye üstadın ruhi hüviyetini inkar edemiyeceğimiz gibi bir süjenin telepatik kabiliyetine ayrıca bir de medyomluk kabiliyeti eklenmiş olsaydı ve onun vasıtasiyle tebliğ veren ruh medyomun ruhundan aldığı bilgi ile böyle telepatik sualleri cevaplandırmış bulunsaydı onun bu hali de hiçbir vakit spiritizma lehinde ilmi bir delil sayılmazdı. Zira burada hakikatte, kağıttaki veya operatörün kafasındaki gizli mevzuu keşfeden o ruh değil, ikinci kısımda izah edeceğim gibi, maddi imkanlarını kullanan medyomun kendisi olacaktır… Ve ruh burada sadece bu yoldan medyomun ruhunda teşekkül etmiş olan bilgiyi okuyarak ona göre hareket etmekten başka bir şey yapmış olmıyacaktır.

II – İKİNCİ KATEGORYADAKİ MÜŞAHEDELER

Bu kategoryadaki müşahedeler başka bir cepheden bu bahisteki fikrimizi takviye etmektedir. Ve bunlar şu karakterde görünürler: Ya operatörler, yani spiritizma celselerinde ruhlara sual soran kimseler tarafından iyice tertiplenmediği ve karışık sorulduğu için, veya medyomun her hangi bir anlayışsızlığı yüzünden medyom tarafından anlaşılamıyan suallere ruhlar da cevap veremezler. Yani operatörlerin suallerine ruhların doğru cevaplar verebilmesi için bu suallerin medyomlar tarafından iyice anlaşılmış olması şarttır.

(Bazı hususi hallerde, yani otomatik medyomluk şekillerinde bu haller başka türlü cereyan eder ki bunu da raporumuzun ikinci kısmında esbabı mucibesiyle birlikte izah edeceğiz.) Buna dair iki müşahedeyi arzediyorum:

Müşahede : 1

Bu müşahede İstanbulda Fatih mahallesinde 19/7/1949 tarihinde beş asistanla birlikte yapmış olduğumuz tecrübelerden alınmıştır. Burada tebliği veren ruh <<Hacı Ali>> müstear ismile kendisini bize tanıtmış ve o zamana kadar bir çok kıymetli bilgiler vermiş bir varlıktır.

<<Sual – Bir hayatın ruha sağladığı imtiyazlar, tezahürler, münasebetler kendinden evvelki hayatına nazaran bir gaye telakki edilebilir mi?

<<Hacı Ali – Bu sualinizi anlıyamadım.>>

Aynı suali muhtelif şekillerde izah ettiğimiz halde yine anlatamadık. Nihayet celseyi hemen tatil ettik ve medyoma sualimizi anlayıp anlıyamadığını tekrar sorduk. O aşağı yukarı cümleleri tekrar etti ise de bu cümlelerin ne demek istediğini anlıyamadığını itiraf etti. Ona uyanık halinde, yani trans dışında iken suali şu suretle tekrar ettik.

<<Sual – Mesela hayatın muhtelif tekamül mertebelerini A, B, C, harfleriyle göstersek C. mertebesindeki hayatın ruha sağladığı kudretler ve imkanlar B. hayatı için bir gaye telakki edilebilir mi? Şimdi anladınız mı?

<<Medyom – Anladım.>>

Tecrübeye tekrar başladık. Medyom hemen transa girdi. Hacı Ali imzasiyle gelen ruh dostumuz, medyomla tekrar irtibat haline geçmiş olduğunu bildirdi ve suali tekrarlamamıza lüzum kalmadan sualimizi kendiliğinden şöylece cevaplandırmağa başladı.

<<Hacı Ali – Şimdi o ruh ki tekamül yolunda daima ilerlemektedir… İlh.>>

Müşahede: 2

Keza ayni celsenin başka bir yerinde şöyle bir hadise cereyan etmişti.

<<Sual – Demekki ruh yükseldikçe öyle bir hale geliyor ki o ruh kendisini tamamiyle unutuyor ve etrafındakilere veriyor öyle mi?

<<Hacı Ali – Sualinizi tekrar edin.>>

Sual her ne kadar izah edildi ise de anlatılamadı. Medyom transtan çıkarıldı.

<<Sual – Madem ki ruhlar tekamül ettikçe hodbinlikten kurtuluyorlar ve diğerkam oluyorlar, o halde ruhların bizim anlıyabileceğimiz öyle bir tekamül merhaleleri var mıdır ki orada onlar kendi şahsiyetlerini tamamiyle unutsunlar, kendi tekamülleri için değil yalnız başkalarının tekamülleri için bütün varlıklarını harekete getirsinler.>> (Medyom tekrar transa girerek: )

<<Hacı Ali – Hayır. Böyle bir merhalenin kabulü, ruhun mutlak bir kemale varması fikrini doğurur. Halbuki… İlh ...>>

Müşahede: 3

Keza başka bir celsede yine ayni hadise ile karşılaşıyoruz:

<<Sual – Hayatın mütemadiyen inkişaf etmek üzere seyri esnasında bu hayatın diğer varlıklara karşı hususi ve muayyen planlara ait muayyen vasıflar gösteren arazları var mıdır?>>

<<Hacı Ali – Sualinizi anlıyamadım.>> Sual birbirinden daha açık ve aşağıki şekilde de bir iki defa sorulduğu halde anlatılamıyor.

Derhal celseyi kesiyoruz. Medyomu transtan kurtararak kendisine suallerimizden ne anladığını soruyoruz. Sualleri hatırladığını fakat hiç bir şey anlamadığını söylüyor. Bunun üzerine kendisini transa sokmadan ayni suali şu tarzda soruyoruz: <<Ruh muntazaman yükseliyor ve muayyen merhalelere ulaşıyor, her merhalenin bütün ruhlar için o merhaleye mahsus müşterek bir karakteri var mıdır? >>

Bunu müteakip tekrar medyom trans haline geçiyor ve Hacı Ali imzasiyle ve kendiliğinden cevaplar vermeğe başlıyor:

<<Hacı Ali – Bütün ruhlar için her noktasında müşterek merhaleler düşünülemez… İlh…>>

Burada mevzuumuzun biraz dışında kalmakla beraber spiritizma davası lehinde mühim ilmi bir mevzuu olduğu için bir noktaya işaret etmek istiyorum.

Spiritizma aleyhindeki muarızlarımız medyomların bilgi ve anlayış kabiliyetleri dışındaki tebliğatı, ekseriya onların ikinci, üçüncü, beşinci gibi uydurma bir takım şuuraltı şahsiyetleriyle izah etmeğe mütemayil görünmektedirler. Halbuki yukarıdaki müşahedelerden ikisi, bir taraftan bizim bu bahisteki nazariyemizi kuvvetlendirirken diğer taraftan muarızlarımızın bu yanlış tefsirlerini de çürütür, mahiyet arzetmektedir. Şöyle ki: medyom trans halinde (yani muarızlarımızın iddialarına göre şuuraltının ikinci hüviyetinde) yaşarken anlıyamamış olduğu bir suali o hüviyetinde cevaplandıramıyor. Fakat normal hale geçince (yani muarızlara göre normal şuur halinde) kendisine sual izah ediliyor bu normal hüviyetinde iken onu anlıyor. Fakat cevabını ancak tekrar ikinci hüviyetini iktisap ettiği zaman verebiliyor. Birinci hüviyetinde, yani mutad halinde iken veremiyor. Şimdi evvela nasıl oluyor da anlayışı daha ileride sayılan bu ikinci hüviyetinde anlıyamadığı bir suali birinci hüviyetinde anlıyabiliyor, saniyen birinci hüviyetinde anladığı bir suali yine nasıl oluyor bu hüviyetinde cevaplandıramıyor da bununla münasebeti kalmıyan ikinci hüviyetinde cevaplandırabiliyor ve eğer bu suali anlıyan ile bunun cevabını veren ayni ruh ise bunlar neden böyle ayrı ayrı ruh hallerinde vaki oluyor. Daha doğrusu medyom suali anlıyamıyacak kadar ferasetten mahrum görünen ikinci hüviyetine nazaran bu suali anlıyacak kadar ferasetli halinde (yani birinci hüviyetinde) onun cevabını veremiyor. Yani eğer bu suali anlıyamadığı hal (birinci hüviyet) onun daha anlayışlı ve ileride bir hali ise o sualin cevabını neden o halinde veremiyor da tekrar o suali anlıyamadığı hale gelince vermeğe başlıyor. Bu suallerin en tatminkar cevaplarını ancak spiritler verebilir. Ve bu cevap da burada suali nakledenle cevabı veren varlıkların ayni olmayıp birbirinden ayrı kudretler olduğunu gösterir.

Şimdi yine bu ikinci kategoryaya ait fakat mahiyet itibariyle biraz değişik bir karakter arzeden diğer bir müşahededen bahsedeceğim:

Bilhassa pek ilerlememiş durumda bulunan ruhların bazı sebeplerden dolayı operatörler tarafından sorulan sualleri işitmemesi icap eder. Bu sebeplerden bazıları şunlardır:

A – O sual, ruhun, o sırada spatyomdaki durumunu ve tekamülünü güçleştirebilir.

B – Operatör tarafından sorulan suale ya doğru bir cevap verebilmek kudretinde olmadığı ve yahut doğru cevap verse bile o cevabın insanlar arasında yayılmasının mahzurlu olduğu hallerde ruh o suali şu veya bu şekilde cevaplandırmağa kalkışabilir.

C – Operatörün ve celse asistanlarının o sualle ilgili mevzulardan henüz layıkiyle istifade edemiyecek durumda bulunmaları melhuzdur. İşte bu ve buna benzer daha başka sebepler altında o sualin cevabının verilmemesi icap ediyorsa ve tebliği veren ruh da bu durumu idare edecek kudrette değilse o zaman daha yüksek bir planın müdahalesiyle medyom o suali kendisiyle muvasalada bulunan ruha nakledemiyecek bir hale gelir. Bu hal de, müşahedelerimize göre operatörün bütün ısrarına rağmen medyomun trans halinde iken o suali işitmemesi ve trans haricinde iken işittiği ayni suali transa geçince o ruha nakledememesi şeklinde cereyan eder.

Müşahede: 4

Bu müşahede orta mektep muallimi Vural Demirel ismindeki bir zatla 9/1/949 tarihinde yapılmış bir celseden alınmıştır:

<<Sual – Muharebeler yapan ve planlı adam öldüren kimselerin mesul olmadıklarını evvelce söylemiştiniz. Hala bu sözlerinizde musir misiniz?

<< Cevap – Bu sözlerinizi duyamıyorum. (Bu sırada trans halinde bulunan medyom yanında oturan operatörün sesini duyabilmek için ona doğru eğilerek yaklaşıyor.)

<<Sual – (Operatör bağırarak aynı suali tekrarlıyor:)     

<<Cevap – Duyamıyorum.

<<Sual – (Üçüncü defa yüksek sesle ve tane tane kelimeleri ayırarak) geçen defa demiştiniz ki planlı şekilde adam öldürenlerin mesuliyeti yoktur. Şimdi bu sözlerinizde hala ısrar ediyor musunuz?

<<Cevap – Bu sözlerinizde hala ısrar ediyor musunuz? dan evvelki sözlerinizi duyamadım.>>

Bunun üzerine medyomu transtan kurtardık ve kendisine ne sorduğumuzu sorduk. <<Bu sözlerinizde ısrar ediyor musunuz>> dan başka bir şey duymadım dedi. Medyom tabii halinde iken ayni suali tekrarladık. Tamamiyle işittiğini ve anladığını söyledi. Onun üzerine tekrar trans haline koyduk ve sorduk:

<<Sual – Kimsiniz? >>

<<Cevap - …..>>    

<<Sual – Demin bizimle muvasala halinde bulunan X…. in tekrar medyomumuzla irtibata geçmesini istiyoruz.>>

<<Cevap - ……>>

<<Sual – Bekliyoruz>>

<<Cevap - ……>>    

Trans mevcut olduğu halde medyom ayni ruhla irtibat tesis edemiyor. Bu müşahededen çıkardığımız netice şudur: Şu veya bu sebepten dolayı bu varlığın o sırada bu suali öğrenmemesi lüzumu yüksek planca tekarrür etmiştir. O yüksek plan ki doğrudan doğruya bizim dünyamızla temasa giren ruhların üstünde bulunan idareci, nazım bir plandır. İşte bu görülen lüzum üzerine trans halindeki medyom, operatörün bütün gayretine rağmen sözlerini işitememişti. Psiko – Fizyolojik bir takım vetirelere tabi bulunan bu hali biz İpnoz esnasında daima görürüz. Mesela İpnotizörün, uyumakta olan Süjesine (Filancanın veya hiçbir kimsenin sesini duymıyacaksın) diye verdiği basit bir telkin üzerine o, yanında ne kadar bağırılırsa bağrılsın o zevatın seslerini duymaz. İşte burada da buna benzer bir hal vaki olmaktadır. Yukarıdaki müşahede de medyom transtan ayrılınca gerçi operatörün sesini işitiyor ve onun ruhuna naklediyor, yani anlıyor ise de transa geçtikten sonra artık onun ayni ruhla o celsede irtibatı mümkün olamıyor. Zira eğer arada irtibat teessüs ederse o zaman medyomun ruhunda yerleşmiş olan o bilgiyi yabancı ruhun almaması için ortada bir mania kalmaz.

İşte trans halinde iken medyomun o suali duymasına mani olan bir üst idare, onun o ruh ile irtibatını kesmek suretiyle yine maksadını yerine getirmektedir. Demek ki medyomun maddi idrak yollariyle ruhuna geçmiyen dünyaya ait işler, onunla muvasala halinde bulunan ruh tarafından alınamaz.

III – ÜÇÜNCÜ KATEGORYADAKİ MÜŞAHEDELER

Bu kategoryadaki müşahedeler bundan evvelkilerin bir müeyyidesidir. Bu müşahedeler, ruhların yalnız dünyada değil, hatta celse odalarında bile cereyan eden hadiselerden haberleri olmadığını gösterir. Halbuki bu sırada onlar medyomlarla irtibat halinde bulunmakta ve tebliğlerini vermektedir. Bu müşahedeleri de didaktik bakımdan iki kısımda mütalaa edeceğiz.

1 – Ruhlar, medyomlara tebliğ verirken onların, bu tebliğleri nasıl, ne tarzda ve hatta hangi dille dünyaya naklettiklerini doğrudan doğruya ve bazı ruhi ameliyelere tabi tutulmadıkça bilemezler. (Yabancı dillerle tebliğ nakleden medyomlar hakkında raporumuzun ikinci kısmında ayrıca izahat vardır.) Bu kısımdaki müşahedelere başlamazdan evvel bir ruh dostumuzla görüşmelerimizden aldığımız bir parçayı arzedeceğim.

<<Sual – Vermekte olduğunuz tebliğatın dünyadakilere, sizin istediğiniz şekilde doğru olarak nakledilebildiğini doğrudan doğruya anlamak imkanına malik misiniz?

<<Akın – Bunu ancak siz anlarsınız. Ben yalnız buradan vermekle iktifa ederim.

<<Sual – Demek ki medyomun tebliğ olarak yazdığı yazılardan sizin haberiniz olmıyor öyle mi?

<<Akın – Eğer bu yazılan şeyleri tekrar okursanız bunu medyomun ruhunun faaliyeti ile ben anlarım. Aksi halde göremem…>>

Aşağıdaki müşahede de medyomun ilmi ve felsefi bilgi ve lügatinin noksan oluşu, bu müşahededen çıkaracağımız neticeler bakımından işimize çok yaramıştır. Zira bu yüzden medyom, kendisine tebliğ veren ruhun anlatmak istediği yüksek manaların mukabilindeki kelimeleri bulamadığı için bazen çok yanlış kelimeler kullandığı halde ruh bu yanlışlığı doğrudan doğruya görememiş ve ancak yüksek sesle medyoma bu kelimeler tekrar okunduktan sonra onun tarafından tashih edilebilmiştir.

Müşahede  :  1

<<Hacı Ali (Tebliğ vermekte olan ruhun takma ismi) – Bu varlık (Obsesör <<1>> varlık kasdediyor.) Yavaş yavaş kendini, katil fiiline karşı olan temayüllerini tatmin edici bir cemiyet içinde bulur. Ve işte beden sahibi olan bir varlığa, yani insana bu suretle yaklaşmış olur. Fakat bu hal yavaş yavaş teessüs eder. Burada obsede eden <<2>> (Bu kelime yanlıştır. Doğrusu Obsede olandır <<3>> varlığın bu durumu obsesyon’un şiddetine göre uzun veya kısa bir zamanda husule gelir ve böylece obsede olan (keza bu kelime de yanlıştır. Doğrusu obsede edendir) varlık her şeyi yavaş yavaş böylece hazırladıktan sonra vakti gelince obsesyon arazları birdenbire oluvermiş bir anda meydana çıkabilirler>>

Burada parantez içinde işaret ettiğimiz tabirler tamamiyle yanlış ve ters manada kullanılmıştır. Zira medyom bu kelimelerin manasını bilmediği gibi o zamana kadar onun obsesyon bahsi hakkında da hemen hemen hiçbir bilgisi yoktu. Buna rağmen bu sırada <<Hacı Ali>> müstear namiyle bu tebliği veren ruh, obsesyon konusunda çok şayanı dikkat ve medyomun kabiliyeti üstünde bir bilgi vermektedir. Burada da yine bir parantez açarak spiritizma aleyhinde bir takım şuuraltı tabakalardan veya personaj’lardan bahseden bazı muarızların düşüncelerine aykırı bir noktaya temas edeceğiz. Eğer burada bu medyomun mutat bilgi kabiliyetinin fevkindeki malumatı veren <<şahsiyet>> böyle bazı muarızların iddia ettikleri gibi yine bizzat medyomun şuuraltının bilmem kaçıncı tabakasına ait gömülü bir bilgi hamulesinin ifadesi olsaydı o zaman mutad halinde iken hiç birisine hakim olmadığı bu kadar yüksek bilgileri ifade etmek için medyomun o mevhum tabakaya inince yine o bilgilerle mütenasip bir lisan kullanması lazım gelirdi. Fakat burada da görüyoruz ki medyomun kullandığı kelimeler, ifadeler ancak onun mutad halinde iken kabiliyeti dahilinde bulunanlardır. Halbuki onun bu kırık dökük kelimelerle anlatmak istediği manalar mutad halindeki bilgisinin çok üstündedir. Şimdi nasıl oluyor da fevkalade bir şuuraltı tabakası içinde iken medyom yüksek manaları verebilirken yine ayni hal içinde bulunmasına rağmen mutad şuur halinin basit ve mahdut kelimeleriyle konuşmaktan kurtulamıyor? Kaldı ki bir insan kabiliyeti manaları ancak kelimelerle birlikte düşünebilir. Yani manayı imajlardan ayıramaz. Burada ise imajlar kelimelerdir. Halbuki bu müşahedede görüldüğü gibi mana ile kelimeler bariz bir şekilde birbirinden ayrılıyor ve parellelism göstermiyor. O halde bunların ayni kaynaktan gelmediği fikrini kabul etmek zorundayız. Zira o yüksek manayı eğer medyom bizzat kendisi düşünmüş ve bulmuş olsaydı bunu muhakkak surette ancak o manayı taşıyan kelimelerle birlikte bulmuş olacaktı ve o zaman onun ifade tarzı ile mananın mahiyeti ayni şahsiyetin halinin gösterdiği bir kabiliyet dahilinde bulunması icap edecekti. Halbuki burada mana yüksek bir kaynaktan, ifade tarzı ise medyomun malum olan şahsiyetine ait basit bir bilgi arzeden şahsiyetinden gelmektedir. Ve bu da mesleğimizin lehine not edilmesi icap eden psikolojik bir noktadır. Bundan sonra yukarıdaki müşahededen asıl tezimiz lehine çıkartacağımız netice şudur: Medyomun yukarıdaki ifadesi ile bize nakledilen <<Hacı Ali>> nin tebliğindeki yanlış tabirler medyom tarafından tekrar tekrar söylenmiş olmakla beraber bu hal Hacı Ali tarafından tashih edilmemiştir. Halbuki medyoma hiçbir şey hissettirmeden müteakip celsede Hacı Ali ile bu mevzua dair aramızda geçen görüşmede şayanı dikkat şöyle bir hadise olmuştu:   
 
(1) Obsesör – Tasallut vakalarında insanlara musallat olan ruh demektir.
(2) Obsede eden – Obsesör demektir.
(3) Obsede olan – Tasalluta uğrıyan demektir.

<<Sual – Haci Ali dostumuz, obsesyon bahsinde geçen celsede tebliğ verirken bazı sözler söylemiştiniz. Bu tebliği biz pek anlıyamadık. Acaba oradaki izahatınızda bazı eksik veya yanlış sözler söylenmişmidir?

<<Haci Ali – Bunu ben bilemem. Bunu ancak siz bilirsiniz. Ben tebliğimin medyom tarafından size nasıl aksettirildiğini bilemem. Bunu ancak medyom tekrar bana aksettirirse o zaman bu hususta size cevap verebilirim.

<< Sual – Peki bunun için ne yapmamız lazım geliyor.

<<Hacı Ali – Şüpheye düştüğünüz veya anlıyamadığınız sözleri, medyomun işitebileceği yüksek sesle okuyunuz: >>

Yukarıdaki tebliğ aynen, bittabi parantez içindeki mütalaalar olmadan tarafımdan cehren okundu.

<<Hacı Ali – Bunu size tekrar anlatayım. Bu varlık yavaş yavaş kendi katilce temayüllerini tatmin edici cemiyete iner ve orada beden sahibi bir varlığa yaklaşır. Burada bu beden sahibinin bu varlık tarafından yakalanması yavaş yavaş olur böylece yakalanan varlık… İlh.>> Burada çok mühim ve ince bir nokta vardır: Biz medyoma o pasajı aynen okumuştuk. Medyom bittabi o yanlış kelimeleri kendi anladığı gibi ters manada kullandığı için öbür tarafa doğru olarak aksettirmişti. Yani (Obsede olan) tabirini kendi anladığı gibi (Obsede eden) şeklinde ve (Obsede eden) tabirini de (Obsede olan) şeklinde uygun bir mana ile Hacı Aliye nakletmişti. Böyle olunca Hacı Aliye göre ortada yanlışlık kalmamaktadır. Onun için Hacı Ali kelimeleri tashih etmemiş sadece manayı biraz daha genişleterek vermiştir. Demek ki ruhtan medyoma gelen ve medyomdan ruha giden şey burada kelimeler yani maddi imajlar değil, onların delalet ettikleri manalar olmuştur ki bu her vakit böyle olmıyabilir. Fakat burada mühim olan cihet bu manaların hangi imajlarla dünyadakilere aksettirildiğini Hacı Alinin bilmeyişidir.

Müşahede: 2

Bu müşahede başka bir medyom dostumuz vasıtasiyle evvelkinden iki sene sonra başka bir mecliste yapmış olduğumuz bir tecrübeye aittir.

<<Goethe (Tebliği veren ruhun müstear olarak kullandığı isim) – Arzu ederseniz kin mevzuunu size izah edeyim: Kin, aşağılık duygusunun bir tezahürüdür. Kendisinde mevcut olmıyan bir şeyin başkasında mevcut olmasından doğan kin, insanların ruhu için ağır bir yüktür.

<<Sual – Sözünüzü kesmek mecburiyetinde kaldım. Burada tarif ettiğiniz ruh hali, insanların birbirine nefret ve düşmanlık hissi beslemesi manasına gelen kin midir?

<<Goethe – Hayır. Haset.

<<Sual – Fakat tebliğiniz böyle gelmiyor.

<<Goethe – Lütfen tebliği okur musunuz?

<<Sual – (Tebliğ aynen okundu.)

<<Goethe – Hayır, kelimeler yanlış aksettirilmiş. Ben hasedi tarif ediyorum. Kini değil…>>

Görülüyor ki burada da <<Goethe>> tebliğinin, medyom tarafından nasıl aksettirilmiş olduğunu tebliği verirken değil, ancak o tebliğin yüksek sesle okunarak medyom vasıtasiyle kendisine aksettirildikten sonra farkına varabilmektedir.

Müşahede  :  3

Nihayet yine başka bir mecliste ve başka bir zamanda, başka bir medyom vasıtasiyle görüştüğümüz başka bir ruh dostumuzdan tebliğ alırken yukarıdakilerden daha açık olarak nazariyemiz lehine bir müşahede ile karşılaşmıştık:

<<Akın – (Ruhun müstear adı).. Ruhun bedene tesirini izah ederken evvela ruhun mahiyetini bilmek lazımdır. Fakat ruh, mahiyeti itibariyle bugünkü ilmi realiteye uymıyan öyle bir hakikat halini arzetmektedir ki onda fizik… Psikolojik… Şimik… Halitasından.. Bunların birbirine girift bir halde… kuvvei meriye… Ve ilelmerkeziye… Üluhiye… Ve kalbiye…>>

Burada tamamen manasız bir takım kelimeler, terkipler sıralanıyor... Fakat nazariyemize göre (ve doğrusu da budur ) bu manasızlık o sırada tebliği vermekte olan ruhtan gelmiyor. Her hangi bir sebepten dolayı bu ruhla irtibatı gevşemiş olan medyomun uydurduğu kelimelerin araya karışmasından ileri geliyor. Fakat bizi burada asıl ilgilendiren nokta şudur: Akın bu yanlış ifadeyi o esnada anlıyamamış ve hatta bununla alakadar bile olmamıştır. Bunu da tebliğin şimdi nakledeceğimiz müteakip kısmı gösterecektir.

<<Sual – Affedersiniz, burada medyomun sizin namınıza neler söylediğini biliyor musunuz?

<<Akın – Evvelki celselerimizde de söylediğim gibi bu doğrudan doğruya bence malum değildir.

<<Sual – Siz tebliğinizin : (Bugünkü ilmi realiteye uymıyan öyle bir hakikat halini arzetmektedir ki) cümlesinden sonra da makul ve mantıki sözlerinize devam ettiğinizden emin misiniz?

<<Akın – Tabii.

<<Sual – Şimdi tebliğinizin son cümlelerini okuyorum. Buna ne dersiniz. (mahut parçalar okundu.)

<< Akın – Evet çok karışık bir hal almış. >>

IV – DÖRDÜNCÜ KATEGORYADAKİ MÜŞAHEDELER :

Bu kategoryadaki müşahedelerimiz şimdiye kadar arzettiğimiz diğer kategoryadaki müşahedelerin bir neticesi gibidir. Burada ruhların, dünyadaki hadiselerle alakalı olmadıklarını yine görüyoruz. Hatta bu alakasızlık, ta celse odalarındaki hadisata kadar şümullenen ruhların bir bilgisizliği haline kadar tebarüz etmektedir.

Müşahede: 1

Burada ruhun, celsedeki asistanları ve hatta sual soran operatörü bile tanımadığını görüyoruz.

<< Sual – Evvelki celseleriniz neden yarım kalmıştı?

<<Mehmet – (Kendisini bu müstear isimle tanıtan ruh) – Öyle arzu edildi.

<<Sual – Bunu nasıl anladınız?

<<Mehmet – Şimdi Medyomdan öğrendim…>>

Buradaki mesele şudur. Bu medyom bizim vasıtamızla medyomlığa başlamış bir tıp talebesi idi. O sıralarda İstanbuldan ayrılarak İzmire gitmiş ve orada birkaç arkadaşiyle birlikte bir iki spiritizma celsesi yapmış ve bundan bize hiç bahsetmemişti. Mehmede gelince: O yukarıda arzettiğim celsenin başlangıcında iken medyomun celse arkadaşlarını değiştirdiğini bilmiyordu. Ancak aradaki anlaşmazlıktan şüpheye düştükten sonradır ki medyomun o andaki bilgisine müracaat etmek lüzumunu duymuş ve şimdiki suali soran zatın geçen celsede bulunan zat olmadığını bu suretle anlıyabilmiştir.

Müşahede: 2

Bu müşahede evvelki müşahededen bir sene evvel, başka bir mecliste, başka bir medyom vasıtasiyle başka bir ruhtan alınmıştır. O sırada ben hasta idim. Yerime başka bir arkadaş operatörlük vazifesini üzerine alarak uzunca zamandan beri bize tebliğ veren bir ruhla görüşmek üzere mutad celseyi açmıştı :

<<Sual – Operatörümüzün rahatsızlığı dolayısiyle iştirak edemediği bu celsede bize kendiliğinizden bir tebliğiniz varsa lütfen söylermisiniz?

<<Hacı Ali – (Ruhun takma adı) Operatör nedir? Ve operatörünüz kimdir?

<<Sual – Celselerimizin, topluluğumuzun müşterek maksatlarını size arzeden ve sizin tebliğlerinizi bize bildiren arkadaşımız.

<<Hacı Ali – Bu ne demektir?

Halbuki, arkadaşlar arasında operatörlük telakki edilen bu vazifeyi ben uzun zamandan beri ve hatta ayni varlıkla da karşılaşarak yapmakta idim. Buna rağmen bu varlık bunu bilmemekte ve ancak o celsede söz gelişi ile dikkat nazarını bu nokta üzerine toplamış bulunmaktadır.

Raporumuzun ikinci kısmında belirteceğimiz gibi ruhlar, dünyada ancak insan ruhları ile bir takım şartlar altında doğrudan doğruya münasebet tesis edebilirler. İnsanlarla ölmüşlerin ruhları arasında bu alakanın tesisine mani olacak her hangi bir sebep ortada mevcut bulunursa bu irtibat dahi mümkün olamaz ve o zaman ruh, o insan ruhundan da istifade ederek dünya havadislerini alamaz. Yani o ruhun, vasıtalı yollardan da dünya ile irtibatı o an için kesilmiş olur. Ve dünyada bıraktığı hatta en yakın kimselerinden dahi, yine o an için haberdar olamaz. İşte bu raporumuzu hazırlarken, bu noktayı da aydınlatıcı yeni bir müşahede ile karşılaştık. Yakınlarda vefat eden, fakat uzun zamandan beri şaşkınlık halinin bizim tasnifimize göre (1) ilk devrelerinden kendisini maalesef, kurtaramıyan tanıdığımız bir zatın birdenbire ve beklemediğimiz bir zamanda kendiliğinden bir tebliğini aldık. Bu tebliğ halen İzmirde bulunan dostu, bizim de medyom dostumuz olan Aray Macit’e vermişti. Aray Macit İzmir Karşıyaka lisesinde öğretmendir. Şimdi bu müşahededen bir iki parçayı naklediyorum:

Müşahede: 3

<<….. Bir dost karşınızdadır.

<<Sual – Siz kimsiniz?

<<? – Ben. Ben işte o’yum şimdi yanınızdayım.

<< Sual – Sen kimsin?

<<? – Nuri (Medyomun dostunun adı.)

<<Sual – Hoş geldin kardeşimiz, seni çok özledik. Şevki karşında onunla konuşamazmısın? 
   
<<Nuri – Şevki, aziz kardeşim, olanlar oldu işte… Şimdi rahat ve mesudum. Çocuklarımı bağrınıza basacağınızı umarım. (Nuri birkaç çocuk babası idi. Anneleri çok seneler evvel ölmüştü. Nurinin vefatını müteakip spatyomda çocuklariyle çok meşgul olduğunu diğer dezenkarne dostlarımız vasıtasiyle öğrenmiştik.) Onlar pek perişan mıdırlar? Haklarında malumat edinip bana bildiriniz. Bende size yapılması icap edenleri söylerim. Macit, Turgut ne alemde?

(Bu zat da Macit ve Şevki ile birlikte Nurinin müşterek arkadaşı.)

(1) Ruh ve Kainat – Dr. Bedri Ruhselman.    

<<Sual – Mecmua neşrediyor. İÇ VARLIK diye.

<<Nuri – Sahi mi? Oh ne iyi.

<<Sual – Allah seni daima daha ulvi ve mesut kılsın. Elindeki imkanlardan bize de yolluyacaksın, değil mi?

<<Nuri – Umarım, sağ ve mesut kalın. Çocuklar ve kızlarımın gözlerinden öperim. >>

Burada Nurinin doğrudan doğruya çocuklariyle, daha doğrusu onların ruhlariyle temas halinde bulunmadığını görüyoruz. Bundan başka onlara yine doğrudan doğruya hiçbir tesir yaparak yardım edecek bir durumda bulunmadığını da anlıyoruz.

C – SPİRİTUALİST TEBLİĞATA GÖRE  :

Senelerden beri muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde, muhtelif medyomlar vasıtasiyle muhtelif ve çok kıymetli ruh dostlarımızdan almış olduğumuz tebliğat da bizim için yukarıda serdettiğimiz müşahedeler kadar ehemmiyetli ve kıymetlidir.

Bu tebliğlerde, şu anda müdafaa ettiğimiz tezin lehine bir çok sözler mevcuttur. Müsaadenizi isteyerek bunlardan da bir iki tanesini arzedeceğim:

TEBLİĞ – I

Tarih : 6/Mart/1947
Toplantı yeri : Sandoz müessesesi – İstanbul
Medyom : Nezihe Bayurgil (Kimyager)
Operatör : Dr. Bedri Ruhselman
Hazirun : Muammer Bayurgil (Hesap mütehassısı)
Rehber varlık : AKIN

<<Sual – Perispri, kendisini fizik bedenine bağlıyan asabi seyyalelere müracaat etmeden bedeni üzerine doğrudan doğruya müessir olabilir mi?

<<Akın – Bu olamaz. Çünkü bedenle irtibat tesis edemez.

<<Sual – Spatyomdaki bir varlık, bir insan ruhuna müracaat etmeden dünyadaki maddelere ve hadiselere doğrudan doğruya tesir eder ve karışabilir mi?

<<Akın – Edemez, çünkü demin söylediğim gibi perispri ihtizazlarını alabilecek ve onu maddeye bağlıyacak seyyaleler cansız bir maddede mevcut değildir.

TEBLİĞ - II

Tarih : 25/Eylül/948
Toplantı yeri : Fatih Hoca Üveys, 20
Medyom : N.Bayurgil
Operatör: Saffettin Pınar (Hukuk müşaviri)     
M.Bayurgil (Hesap müşaviri)
Vural Demirel (Öğretmen)
Rehber varlık : Akın

<<Sual – Tekinsiz vakalarında da insan ruhlarının vasıtalığı lazım mıdır?

<<Akın – Ruhların doğrudan doğruya dünya maddelerine tesir edebilmeleri için onların ihtizazlarının, dünya maddelerinin ihtizazlarına uyması lazımdır. Dünya maddelerinin ihtizazları ise spatyomdaki ruhların perisprilerinin ihtizazlarına uymaz.

Zira bunların incelik dereceleri arasında çok fark vardır. Demek ki ruhların perisprileri dünya maddelerine doğrudan doğruya ayarlanarak onları harekete getirmek kabiliyetinde değildir. Onlar ancak insanların ruhlarının perisprileri üzerindeki tesirlerinden istifade ederek yine o insan ruhunun kudretini muayyen maddeler üzerinde teksif ettirmek suretiyle; o maddeleri harekete getirmek, dağıtmak veya birleştirmek kudretini gösterebilirler. Hatta, basitliği icabı olarak dünya realitesine bağlı ve perisprisi nispeten kaba olan ruhlar bile yine doğrudan doğruya dünya maddeleri üzerine tesir edemezler. Onların gönderdikleri ihtizazlar ancak yine bir insan ruhunun perisprisine tesir ederek o yoldan dünyada bazı tezahürlere sebebiyet verebilir. İhtizazları ne kadar kaba olursa olsun ölmüş bir insanın ruhu artık dünyadaki maddelerden uzaklaşmış ve kurtulmuş bir varlıktır. >>

TEBLİĞ – III    

Tarih : 11/Eylül/948
Toplantı yeri : Fatih Hoca Üveys. 20    
Medyom : N.Bayurgil
Operatör : Dr. Bedri Ruhselman
Hazirun : Nurettin Engin (öğretmen) M.Bayurgil (hesap mütehassısı)    
Rehber varlık : AKIN

<<Sual – Bedenden kurtulmuş bir perisprinin, bedene bağlı bir perispriden daha kesif olması kabil midir?

<<Akın – Hayır.

<<Sual – Bedenden kurtulmuş bir perispri, dünyadakilerin perisprilerini vasıta kılmaksızın doğrudan doğruya dünya maddeleriyle temas haline geçebilir mi?

<<Akın – Hayır, geçemez. Muhakkak dünyadaki ruhların perisprileriyle ihtizazlarını ayarlamak suretiyle dünya ile temas haline geçebilirler. >>

TEBLİĞ – IV

Tarih : 4/Mart/1949    
Toplantı yeri : Fatih Hoca Üveys, 2
Medyom: N. Bayurgil
Operatör: Dr. Bedri Ruhselman
Hazirun: S.Pınar, N.Pınar, M.Bayurgil, D. Y. Barlas
Rehber varlık : AKIN

<<Akın – Perispri, dünyadaki tesirleri ruha ve ruhun müessiriyetini dünyaya aksettiren bir vasattır. Bu vasat çok hassas ve gayet ince partiküllerden yapılmıştır. Siz bu partikülleri dünyanızda mevcut bulunan maddelerden hiç birisiyle ölçemezsiniz ve izah edemezsiniz. Buna imkan yoktur. >>

TEBLİĞ – V

Tarih: 9/Mart/1948    
Toplantı yeri: Karşıyaka – İzmir
Medyom: Macit Aray (öğretmen)
Operatör : Dr. Bedri Ruhselman
Hazirun : Şevki Dinçer (öğretmen) Rağıp (öğretmen)    
Rehber varlık : Mustafa Molla

Mustafa Molla – Perispri madde değil dedimse, onun sizin dünyanızdan olmadığına ima için söyledim. Yoksa o maddedir. Fakat sizin gözünüz ve tecrübeleriniz sahası dışındadır. O halde size göre madde değildir. Bizim dilimizle maddedir. >>

TEBLİĞ – VI    

Tarih : 11/İkinci Teşrin/936    
Toplantı yeri : İstanbul
Medyom : S. A…
Operatör : Dr. Bedri Ruhselman
Hazirun : Dr. Zülfü Riza Tinel, Hakim Asım Ruhsel      
Rehber varlık : ÜSTAD

<<Sual – Bedenden ayrılmış bir perisprinin en kesif hali, dünyadaki maddi hallerin hangisine benzer veya yaklaşır?

<<Üstad – Bu şekilde madde mertebesi henüz insanlarca malum olmamıştır.

<<Sual – Şu halde en kaba ve geri durumdaki bir perispri, bizim dünyamızın en seyyal maddesinden daha mı seyyaldir?

<<Üstad – Evet.

<<Sual – Acaba böyle en geri bir ruhun perisprisi bizim his organlarımıza ya doğrudan doğruya ve yahut hali hazırda mevcut veya ileride keşfedilecek aletlerimizle kabili takdir bir kesafet derecesine indirilebilir mi?

<<Üstad – Hayır.>>

NETİCE

1 – Ruhlar doğrudan doğruya perisprileri marifetiyle dünya maddelerine tesir edemiyecekleri gibi onlardan tesirler de alamazlar.

2 – Ruhların dünya maddeleriyle ve hadiseleriyle olan münasebetleri, ancak dünyada yaşıyan varlıkların perisprileri vasıtasiyle mümkün olur.

3 – Bedenden ayrılmış varlıkların dünyada yaşıyan ruhlardan ve onların kendi perisprileri vasıtasiyle madde üzerindeki müessiriyetlerinden istifade edebilmeleri için bu dünyadaki varlıkların perisprileriyle alakalanmaları şarttır. Bu alakanın her hangi bir sebepten teessüs edemeyişi bu irtibatı da imkansız bırakır. Fakat bu mülahazalara rağmen yukarıki neticelere zahiren uymaz gibi görünen bazı spiritizma tezahürleri de vardır ki bunlar hakikatte yine ayni netaicin şümulü dairesinde cereyan eder. Zahiren, nazariyemize aykırı görünen bu vaziyetlerle birlikte medyomluğun – kıymetli ve muhterem huzurunuzda – bütün dünya spiritlerine takdim ettiğim Neo -Spiritüalizm görüşüne nazaran modern izahını raporumun ikinci kısmında arzedeceğim.

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana