RUHLAR ARASINDA - DR. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 1

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%201.jpgRUHLARLA TEMAS MESELESİ HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

Her şeyden evvel <<ruhlarla görüşmek>> deyiminin delalet ettiği mana üzerinde biraz durmamız lazım geliyor. Zira bize göre, medyomluğun mühim sırları bu mana içinde gizlenmiştir.

Ruhlarla görüşmek tabiri ilk hamlede akla geldiği gibi hiç de basit ve herkesin kolaylıkla kavrıyabileceği bir hadisenin ifadesi değildir. Burada çok şey bilmek, çok şey görmek, çok şey düşünmek ve bilhassa çok şey duymakla ancak sezilebilecek ve nadiren ulaşılacak muvaffakiyet mertebeleri vardır. Bu kadarcık sözden sonra (Ruhlarla nasıl görüşülür?) sualini hemen bir iki satırlık yazı ile cevaplandırmağı düşünmediğimizi okuyucular derhal anlamış olacaklardır.

Medyomluk ve melekesini kullanarak veya kullanmıyarak ruhlarla görüşmek meselesinin mütalaasına geçmezden evvel dünya hayatında birbirimizle olan günlük münasebetlerimize kısaca bir göz atmamız faydalı olur. İki insan birbiriyle nasıl görüşür? Bunun en yayılmış ve bilinen şekli, karşı karaya geçip dille veya işaretlerle konuşmaktır. İnsanlar arasındaki en ilkel bir anlaşma vasıtası olan bu tarzdaki görüşmeği herkes bilir ve tatbik eder. Fakat iş bu derecede kalmaz, biraz daha ileri gider. Uzak mesafeden birbiriyle görüşmek için ormanlarda yaşıyan ilkel insanların kullandıkları tamtam sesleri veya alev ışıkları yerine, uygarlaşmış insanlar yazıyı ikame etmişlerdir. Bunlar uzaktaki dostlarına mektuplar, yazılar göndererek anlaşırlar. Bu da bir bağlantı bir vasıtasıdır, ama evvelkilerden çok ilerde.Şimdi, bu dereceye yükselmemiş, vahşet dahilinde bulunan bir insana eğer medeni bir insan bir mektup gönderse ve bu mektupla hatta o vahşi insanın hayatını ilgilendiren bazı mühim haberleri ona bildirmek isterse o zavallı vahşi bu mektubun bir ifade vasıtası olup olmadığını düşünmediği gibi ayni zamanda ondan bir mana çıkarabilecek kabiliyette de olmadığından ona hiçbir kıymet vermez ve o mektubun, ne kimden geldiğini, ne de ne maksatla gönderildiğini düşünmeği aklına bile getirmez. Halbuki onun için kendi hayatiyle ilgili mühim haberler vardır.

Fakat şehirli öylemi ya?... O, kendisine gelen böyle bir mektuba evvelkinden bambaşka mana verir. Ve ne yapıp yaparak onu anlamağa çalışır, anlamak çarelerini muhakkak araştırır. Okumasını bilmiyorsa onu okuyabileceklerini arar bulur. Yazının manasını anlamıyorsa onu kendisine anlatabileceklere başvurur. Ve herhalde ömründe mektup görmemiş bir vahşinin yaptığı gibi onun süs diye başının üzerinde taşımağa veyahut da ayaklariyle çiğneyip geçmeğe kalkışmaz. O, bu mektubun kendisine bir maksadı anlatmak için gönderilmiş bir tebliğ olduğunu ve bir fikri, bir duyguyu ifade ettiğini düşünüp, ona bu bakımdan kıymet verebilecek, bilgi ve görgü seviyesine yükselmiş bir varlıktır.

Şimdi bilgi ve görgüsü biraz daha ilerlemiş insanlara geçelim: Bir telefon veya telgraf muhaberesi karşısında evvelki şehirlinin bunlara nazaran durumu da aşağı yukarı mektuptan anlamıyan vahşinin o ilk şehirliye göre olan durumuna benzer. Yani, bu ilk şehirli bu aracı hiç duymamış, görmemiş ve kullanmamış ise bir telefon veya telgraf santralı içinde bulunduğu halde ikinci şehirlinin hususi maksatlarla kendisine haberler göndermek için bu vasıtaları kullanmak hususunda gösterdiği bütün cehitlere rağmen ona derdini anlatması mümkün olmaz. Zira, o, ne bunu anlıyabilecek ve ne de ondan istifade edecek durumdadır. Öteki parçalanarak bütün telefon zillerini çaldırdığı, bütün verici makineleri harekete getirdiği halde bizim aşık bunları sadece hayretle ve bazen de hayranlıkla bir müddet seyrettikten sonra, bu gürültülerden hiçbir şey anlamadan, hiçbir istifade etmeden safiyane bir aşkınlık haliyle oradan uzaklaşıp gider. Buna mukabil bu işleri görmüş, anlamış ve onlara inanmış olanlar için bu araçlardan hergün bol bol istifade etmek kadar tabii bir hal tasavvur edilebilir mi?

Ama iş bu kadarla kalmıyor. Bundan yüz sene evvel Amerika’da teneffüs eden herhangi bir insanın nefes alıp verişini Asya’nın bir şehrinin bir evinde oturan herhangi bir diğer insanın hemen hemen ayni zamanda işitebileceğini ve bu nefes gürültülerinin görünürde hiçbir araç olmadığı halde, Amerika’dan Asya’ya kadar bir anda gidebileceğini söylemiş olsalardı, başta akademisyen alimler olduğu halde, buna hiçbir kimse inanmazdı, değil mi? Ve farzedelim ki, o zaman Asya’daki bu işlerden haberi olmıyan insanlara Amerika’daki adamlar böyle radyofonik dalgalarla bazı mühim haberler göndermiş bulunsalardı, hatta Asya’dakilerin ellerinde birer radyo alıcı aleti dahi tesadüfen bulunmuş olsaydı, gene onların bu dalgalardan ve bu dalgaların getirdiği bilgilerden hiçbir haberleri olmazdı. Bundan başka eğer onlar biraz da alim geçiniyor idiyseler, böyle muazzam bir haber tufanı içinde yüzdüklerini mütemadiyen inkar etmekten de çekinmezlerdi!  Acaba bu halin, bir mektuptan anlamadığı için ona kıymet vermeyen ilkel bir insanın arzettiği halden farkı var mıdır? Halbuki bu işin hakikatı ve şartları anlaşıldıktan ve onun tatbikatına girişmenin yolları ve icapları öğrenilip onlara inandıktan sonra radyo neşriyatı insanlar arasında en faydalı, en lüzumlu ve belki de en kudretli bir anlaşma vasıtası olarak kabul edilmiştir. Ve bugün bu hal o kadar tabiileşmiştir ki, akşamüstü koltuğuna kurulmuş Asya’lı bir insan İngiltere’den kedisine gönderilen havadislerin nereden, nasıl, ne tarzda ve hangi yollardan geldiklerini düşünmeden ve bu makinenin o havadisleri hakikaten dışarıdan alıp kendisine verdiği meselesi üzerinde zerre kadar şüphe ile durmadan sadece almış olduğu havadislerin kıymet ve mahiyetlerini anlamağa çalışır. Ve elindeki radyo makinesinin de bu işlere ancak vasıtalık yapan araçtan başka bir şey olmadığını takdir eder. Halbuki radyo işlerine yeni alışmak üzere olanlar için bu havadisler ve musiki parçaları ikinci planda kalır, onları asıl işgal eden şey bu makinenin içinde bulunan şeytanı keşfetmek ve bu seslerin hakikaten iddia edildiği gibi uzak memleketlerden gelip gelmediğini tahkik etmektir.

Fakat keşke işler burada kalsaydı da bu günkü inkarcı bazı akademisyen dostlarımızın, ilkel bir insanın kendisine gönderilen mektubu kıymetlendiremediği için çiğneyip geçmesi gibi, bir telgraf veya bir telefon merkezinde bulunan görgüsüz şehirlinin kendisine kucak kucak gelen haberler karşısında bön bön bakınarak hiçbir şey anlamadan orasını terk etmesi gibi, veyahut da onbinlerce haber, tebliğ ve müzik dalgalarının tufanı içine gömülmüş olmasına rağmen ve bir radyo aleti de elinin altında bulunduğu halde sırf onu lambasını yakmak, istasyon işaretlerini bulmak için lüzumlu manipülasyonları bilmediğinden o, dalgalardan hiçbir haber alamıyan ve bundan daha beteri, o haberlerin mevcudiyetlerini inatla inkar edecek kadar evrende olup bitenlerden habersiz bulunan bir insanın düşmüş olduğu gibi zavallı sonuca düşmüş olduklarını görmeseydik!

Ama bu temenniden ne çıkar? Bu akibeti görüyoruz ve göreceğiz. Çünkü insan Hazreti Adem’den beri insan olarak yaşamıştır. Binaenaleyh o, her insanın geçirmesi mukadder olan tekamül kademelerinden birer birer geçmek zorundadır.

Evet, filhakika işler burada durmuyor. Bugün daha ilerisini görenler ve araştıranlar insanların uzaktan birbirine tesir ettiklerini, birbirine bazı fikirler ve duygular gönderebildiklerini keşfetmiş bulunuyorlar. Hatta bu fikir dalgaları bir takım laboratuvar aletleriyle dahi tesbit edilerek bugün akademik mefhum içine bile girmiş bulunuyor. İngiliz Ruhi Araştırma Cemiyetinin  Proceedings ismi altında 21 cildi aşan neşriyatı bu neviden ilmi müşahedelerle doludur. Bununla beraber herkesin bu kitapları karıştırıp okuması ve onların üzerlerinde durması mümkün olabilecek kadar zaman henüz geçmemiştir. Binaenaleyh böyle yüksek tertipteki muvasalalar bahsinde daha birçok mektuplar çiğnenecek, daha birçok telgraf ve telefon istasyonları, bir koyunun yaptığı gibi ziyaret edilecek ve daha bir çok radyo dalgaları inkar edilerek istifadesiz bir halde ziyan olup gidecektir.

Bugün bir insan bazı şartlar altında diğer bir insana fikrini gönderip ona istediği şeyi telkin edebiliyor. Burada elbetteki radyo meselesinden daha yüksek ve ince tertipte işler vardır. Fakat bunların esasları birbirinden asla ayrı şeyler değildir. Hem birincisi, hem de ikincisi üzerinde durulması lazım gelen tek dava, dışarıdan gönderilmiş olan haberci dalgalara karşı insan ruhunun alıcı hale getirilmiş olmasından ibarettir. Bununla akademi bugün meşgul olmuyor, diye birçok kimsenin yaptığı gibi bu hakikati ilim dışı addetmek hakkına malik değiliz. Ve akademinin de bu davayı ele almakla mükellef olduğuna kani bulunuyoruz. Eğer o, bunu yapmıyorsa vazifesine henüz başlamamış demektir.

Bir insan bilerek bilmeyerek, istiyerek istemiyerek diğer bir insanın rüyasında veya uyanık halinde ona bazı fikirler ve duygular telkin edebilir. Ruh ve Kainat Kitabında buna dair bazı misaller zikredilmiştir. Mesela bir tıp operatörünün, ahbabı olan dişçinin rüyasına girerek onun midesi üzerinde ameliyat yapması hikayesi bunlardan birisidir (5/576). Şu halde, rüyada idrak ve fehmettiğimiz bazı duygu ve düşüncelerin şuur altımızdaki kaynaklarının hangi amillerle uyandırılmış olduklarını daha geniş bir düşünce ile araştırmak icabeder. Keza gene öyle misaller zikredilmiştir ki, bunlarda da bir insandan diğer insana fikir ve duygu intikallerinin vukuu bariz olarak görülür.

Bir sabah kalktığınız zaman aklınıza birdenbire dostunuz X gelir. Fakat öğleye doğru ya ondan haber alırsınız veya bizzat kendisini görürsünüz. Bu hadiseye biz, tesadüf deyip geçiverenlerden değiliz. Halk arasında yayılmış olan: <<Seni andım, kulakların çınladı mı?>> veyahut <<Kulaklarım çınlıyor, galiba beni andılar>> sözünü bir hurafe telakki edenlerin bu haline acımamak elden gelmez. Zira bunlar, ne düşünce intikaline (transmission de pensee), ne telepati’ye, ne durugörü (klervoyyans) hadisesine dair müspet, inanılır ve ilmi tetkikatın hiç birinden haberi olmıyan ve bunlar üzerinde kafalarını zerre kadar yormamış bulunan kimselerdir.

Bugün ilmi bir hakikattir ki, bazı insanlar hiç görmedikleri bir kitabı, bir mektubu, bir gazeteyi mükemmelen okuyabilir ve bir insanın kafasındaki düşünceleri keşfedebilir. Biz bunların birçok misallerini bizzat gördük ve tetkik ettik.

Bir taraftan ruhların mevcudiyetini birçoklarına inkar ettiren cehaletin de sebebi bu inkarcıların ruhlardan haber alamamış olmakta bulunmalarıdır; diğer taraftan ise bu haberler ruhi yollardan kendilerine mütemadiyen geldiği halde tıpkı evvelce zikrettiğim, haber tufanı içinde bihaber kalmış, biçareler gibi bunlar da bu haberleri idrak edememektedirler. Demek ki, bu insanlar, gafletlerinin neticesi olan bu duygusuzluklarını hareket noktası olarak kabul ve ona göre de ruhların mevcudiyetlerini inkar ediyorlar; fakat ruhları inkar ettikleri için de, bu gafletlerini gidermeye yarıyacak müspet faaliyete geçmeğe, yani ruhlarla görüşmenin ilmi yollarını araştırmağa lüzum görmüyorlar. Ve onların bu cehitsizlikleri de ruhlardan gönderilen haberleri duyma kabiliyetlerinin inkişafına mani oluyor. Şu halde bugünkü ortalama ilim seviyesi bakımından beşeriyet bir fasit daire (döngü) içinde yuvarlanıp durmakta ve bu girdaptan kendisini kurtarıp ileri atılmak, yüksek realitelere ulaşmak kudretini henüz gösterememektedir. Bu geriliğin sebepleri üzerinde durmayı faydasız ve lüzumsuz görüyorum.

Hulasa, ruhların bizimle – henüz ünsiyetsizliğimizin neticesi olarak – her zaman anlamak kudretini gösteremediğimiz gizli münasebetleri de vardır. Ve bu münasebet düşündüğümüz ve tahmin edebildiğimizden daha çok fazla ve şümullüdür. Biz bunları görmemekte israr ettikçe onların tesirlerinden kendimizi kurtarmış olmayız, yalnız onların mahiyet ve istikametlerini değiştirmiş oluruz ki, bu da bizim lehimize bir netice vermez. Zira o tesirler istenmeyen gözlerimize gene batar; fakat artık onlar, tabii, istifadeli ve yükseltici birer duygu halinde değil, ihmal edilmiş ve terbiyesiz bırakılmış veya kötü ve yanlış yollarda terbiye edilmiş marazi, zararlı ve  alçaltıcı zorlama halinde kendisini gösterir. İleride ruhların bu gizli tesirleri bahsine bir az ayrıntılı olarak tekrar döneceğiz.

Fakat ruhlar böyle gizli tesirlerle de iktifa etmiyorlar ve kendilerini tanıtabilmek için daha aşağılara inerek adeta bir araç halinde, mesela bir radyo makinesi gibi (bu teşbih çok kabadır) kullandıkları medyomların maddi imkanlarını faaliyete geçiriyorlar ve bu sayede karşımızda konuşuyormuş gibi hadiseler husule getiriyorlar. Ve bütün bu tezahürler içinde alelade bir insanın asla beceremiyeceği bir takım işler yapıyorlar: Örneğin, çok yüksek duygu ve düşünce mahsulü fikirleri ve bilgileri, takip edilmiyecek süratle ona yazdırıyorlar, söyletiyorlar, açık, berrak görüşler halinde gösteriyorlar. Daha ne yapsınlar? Ve hala buna inanmıyan bazı insanlar acaba ruhlardan daha ne bekliyorlar? Ve ruhlar onlara bundan başka daha ne yapabilirler? Haydi bakalım o sistematik inkarcı, efendi kendi kafasına göre farzetsin de kendisini bir müddet için ruh halinde spatyoma geçmiş görsün, acaba bu zat kendi mevcudiyetini kendisi gibi düşünen insanlara kabul ettirebilmek için nasıl hareket edecektir? Bu sualin cevabı cidden merak çekicidir.

Fakat gene bir çok insanları bu işe inandırmak mümkün olmayacaktır. Zira insan Hazreti Adem’den beri insan olarak yaşamıştır. Ve tekamülün her safhasından hazmede ede geçmek zorundadır. Binaenaleyh bunların içinde halen bilmedikleri ve anlıyamadıkları için hüsnüniyetle ve masumane bir ruh haleti ile henüz inanmıyanlar bulunacak.

Bunların içinde, bir tarafta dünyanın binbir zevk ve eğlencesi dururken böyle sıkıcı şeylerle uğraşmanın sırası mı, diyen <<adam sende>> ciler bulunacak.

Bunların içinde bazı büyük hakikatlerin heybetli çehresinden ürkecek kadar kendilerini kabahatli sayarak bu işlerden kaçanlar bulunacak.

Bunların içinde, birkaç günlük ömürden sonra son bir günün en son saniyesinde bütün maddi kıymet ve servetlerini bir anda bırakmak zorunda kalacaklarını düşünmeyip, gaye ittihaz edindikleri bir iki kıymetsiz maddi değerin ancak bir tekamül vasıtası olduğunu idrak etmek istemeyenler bulunacak.

Ve nihayet bunların içinde, saplanmış oldukları bir takım batıl düşünce ve itikatların gayyasından kendilerini kurtaramadıkları için ne pahasına olursa olsun, hakikati görmemeğe karar vermiş olanlar bulunacak…

Biz bütün bunları kendi hallerine bırakıyoruz. Zira başlarını zorla öbür tarafa döndürenler, yani ruhların mevcut olduğu ve insanları irşadetmek için onlara muhtelif vasıtalarla tebliğat gönderdiği hakikatine gözlerini sımsıkı yummak isteyenler karşısında bugün bizim gibilerin çırpınıp durdukları gibi onlar da kim bilir gelecek hangi bir günde ayni şeyi yapacaklardır.

Bir sesi duymak için ilk yapacağımız şey kulaklarımızı tıkamak değil, bilakis açmak ve sesin geldiği tarafa çevirmektir. Keza bir manzarayı görmek için de gözlerimizi sımsıkı yummayız. Bilakis hem açarız, hem de icabında onları dürbün, gözlük, mikroskop, teleskop gibi bir sürü yardımcı aletle de takviye ederiz. Bundan başka, işitilmiş bir sözün veya görülmüş bir manzaranın kıymet ve manasını anlamak için gene ilk yapacağımız şey o sözü bir kulakla alıp öbür kulakla vermek veya o manzarayı bir gözle alıp öbür gözle atmak değil, onlara ait kafamızın içinde bir düşünce ameliyesi geçirerek bu işitilen ve görülen şeyleri hazmetmeğe çalışmak olur.

Bunun gibi, fizik alemimizin henüz uzaktan uzağa sezmeğe başladığı kozmik ışınların sıklığı derecesine indirecek kadar muhitimize yaklaştırmış oldukları yüksek intişar ve titreşimleriyle (vibrasyonlariyle) dünyaya bazı şeyler söylemek ve kendi istifademiz bakımından bazı şeyler hakkında bizi aydınlatmak isteyen varlıkların ruhumuz kanaliyle gönderdikleri imajları (imgeleri) sinir sistemimize yansıtmağa ve bunun için de sinir sistemimizi usulü dairesinde hazırlamağa, yani fizyo-psikolojik kabiliyet ve imkanlarımızı genişleterek bize gelen imajları organizma mikrofonu ile büyütüp tebarüz ettirmeğe ve ayni zamanda da onların taşımakta oldukları derin ve şümullü manaları anlamağa ve tatbik etmeğe çalışmakla mükellef bulunuyoruz. İşte yükselme ve tekamül yolu budur ve bu işler de bu yolda yapılır. Böyle yapıldıkça ruhumuzda yeni yeni inkişaflar başlar ve muhitimizle ve bilhassa hiçbirimizin mevcudiyetini inkar edemiyeceği, içinde yüzdüğümüz sonsuz bilinmeyenler alemiyle olan münasebetlerimizi daha iyi anlıyabilmemizin imkanı artar. Aksi halde kulağını seslere, gözünü renk ve şekillere karşı sımsıkı tıkıyan ve işittiği sesleri, gördüğü manzaraları hiçe saymak alışkanlığında bulunan bir insanın etrafından toplıyabildiği şeyler ne kadar fakirane olursa, kendi ruhumuzun nihayetsiz kudretleri ve kainatın sayısız imkanları hakkındaki bizim bilgilerimiz de o kadar iptidai ve zavallı bir durumda kalmağa mahkum bulunur. Aşağı yukarı bugünkü manzara da budur.

Şu halde içimize gelen her duyguyu, gördüğümüz her rüyayı, karşılaştığımız her hadiseyi, nazarı tetkikten geçirmeğe, onların iyilik veya fenalıklarını araştırmağa ve bütün bu müşahedeler arasındaki münasebetleri bulmağa ve bilhassa bu oluşların sebeplerini keşfetmeğe çalışırsak, bu hususta ilk karşılaşacağımız müşkilattan sonra önümüzde muazzam bir kainatın geniş ufuklar içinde tabaka tabaka açıldığını ve kendimizin de orada bir kıymet ifade etmek durumuna layık bulunduğumuzu idrak etmeğe başlarız.

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana