VARLIKSAL İLKELERE GİRİŞ

Tezahüratın hiyerarşik yapılanması içinde, İlahi İrade Yasaları’nı da kapsamı içine alan Varlıksal İlkeler; Müteal Fiil’in(1) maddesel ortamlardaki projeksiyonundan hasıl olan esaslardır. İlkeler, aynı zamanda; ideler topluluğunu kapsamları altında bulunduran esaslardır. İlkelerin de ‘üzerinde’ bulunan Müteal Tasarruf’tur(2). Bu duruma göre, Müteal Fiil’in maddesel ortamlardaki yansıması ‘ilke’ olarak tezahür eder. Dolayısıyla bir ilke ancak Müteal Tasaruf’tan etkilenir. Görüldüğü gibi, tezahüratın hiyerarşik yapılanması içinde yönetici ve kaotik düzeni koruyucu sistem, Müteal Tasarruf en ‘yukarıda’ olmak üzere, bizim içinde bulunduğumuz icaplar ortamına doğru; İlkeler, İdeler, İlahi İrade Yasları, beşeri yasalar ve icaplar şeklinde bir sıralanma ve yapılanma içindedir. Şimdi bu yapılanmayı, bizim şu anda içinde bulunduğumuz icaplar ortamından başlayarak inceleyelim; orada da asıl konumuz olan ilkelere girelim.

İCAPLAR bedenli yaşamın, kapalı / bağlı şuurlu yaşama zorunluluğundan doğmuş gerekliliklerdir. Büyük ölçüde otomatik yaşamla ilgilidir. İcaplar, büyük ölçüde; toplumsal ve dinsel inançlarla, kültürel gelenek ve göreneklerle ilgili yaptırılmadan / gerekliliklerden kaynaklanır. 

İcaplar sözkonusu olduğunda yaşamdan içsel gelişim yönünde yarar sağlamak için, sözkonusu icaplar ile mukadderat arasındaki dengeye dikkat etmekte yarar vardır. Bir yanda uygulamamız ve başarmamız gereken bir yaşam planımız var, ki bu bizim mukadderimizdir; öte yanda da içinde bulunduğumuz (enkarnasyon alanındaki) zaman-mekan koşulları (yani icaplar) var. Her şeye rağmen (bu koşullara rağmen) yaşam planımızı uygulamak ve (Sadıklar planı tebliğlerine göre, onu %40-50 oranında) başarmak durumundayız. Bunun da yolu (icaplar ile mukadderin dengelenmesi) icaplar içinde kaybolmadan, (beşeri / toplumsal ve maddesel değerlerle özdeşleşmeden) idraklenme cehdi içinde, makul vicdan uygulaması yapmaktır. 

Ruh varlığı, enkarne olduğu mekanda her şeyle birlikte; icapların kökenlerini oluşturan bu yaptırımları da geliştirmek zorundadır. Ama bedenlenmeyle birlikte, çoğu zaman bu idealini (planıyla olan bu ahdini) unutur. Çünki, bedenlenmeyle birlikte şuuru daralıp, kararmıştır.(3) Bu nedenle, çoğunlukla icapların (hem de çoğu yapay olan icapların) kölesi oluruz, onlarla özdeşleşiriz, onları biriktirerek güçleneceğimizi sanırız. Oysaki onlar, sadece kullanılıp, yararlanılacak ve başkalarına terkedilecek araç gereçten başka bir şey değildir. Maddenin cazibesi ve beşeri koşullandırmalarla; söz konusu yapay icap ve ihtiyaçlar tarafından ‘arsız sarmaşıklar gibi’ sarılır, hareket edemez hale geliriz. Bunun başlangıcı, elbetteki mantaldir. Yani birey önce mantalite bakımından; yapay icap ve ihtiyaçların, beşeri koşullandırmaların istilasına uğrar. Bundan kurtulamaz ise, bu istila onun günlük yaşamına (fiziksel uygulamalarına) kadar iner ki bu; ‘maddeye gömülmüşlük, maddenin egemenliğine girmişlik’ten başka bir şey değildir. Mantalin bu durumuna ‘mantal erozyon’ da diyebiliriz: Mantalin erozyona uğraması… Bu, bedensel ben ile yüksek ben (asıl kendimiz) arasındaki iletişimin niteliğinin (kalitesinin) gitgide yitirilmesi demektir.(4) Mantal düzeydeki uyumsuzluğun fiziğe yansıması, madde ile aramızdaki ilişkinin, sürekli olarak maddenin lehine bozulması şeklinde görülür. Bu şekilde birey (yukarıda da belirttiğimiz gibi) maddenin cazibesiyle; yapay icaplar arasında illüzyonun oyuncağı olur gider: Moda, reklamlar, gelenek ve görenekler, alışkanlıklar, özdeşleşmeler, bize empoze edilen yapay ihtiyaçlar tarafından ‘ahtopotun kollları’(5) gibi sarılırız. Kaçınılmaz olan içsel gelişim yönünde, bunlarla karşılaşmak ve onlardan kurtulmaya çalışmak ıstıraplarımızın kaynağını oluşturur. 

Ruh varlığı; varlıksal ilkeleri özünde taşır ve onlara göre evrensel işlevini yerine getiriyor olmasına rağmen; maddeye yöneldiği zaman, yönelmiş olduğu mekandaki icaplar tarafından sanki kıskıvrak yakalanır, hatta maddenin egemenliği altına girer. Oysa, ondan beklenen (yani, esasen ruh varlıkları olarak bizlerden beklenen) maddeyi egemenliği altına almak ve onu da süptilleştirmektir (titreşimini yükseltmektir). Maddenin egemenliğinden kurtulup, maddeye(örneğin, bedenin arzularına ve nefse) egemen duruma geçmek demek; astral plan düzeyinden, mantal plan düzeyine yükselmek demektir. Bunda başarılı olmak da; kendini tanımaya, (bu cümleden olmak üzere) duyguların kontroluna, idraklenme cehdine, olayların / eprövlerin(yaşam sınavlarının) içsel gelişim yönünde değerlendirilmesine bağlıdır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz; ruh varlığının maddeye yöneldiği zaman, maddesel etki tarafından sanki kıskıvrak yakalanması iki bakımdan doğaldır:

1- Madde, doğası ve evrensel işlevi gereği; kendine uzananı önce kendine benzetmeye çalışır; çünki, kendisini geliştirecek olan da ruh varlığıdır. Bu nedenle, ruhsal enerjinin kendisine projeksiyonu (madde için) büyük bir lütuftur, nimetitir. Olanca cazibesi ve yapışkanlığıyla; ruhun, kendisine uzanan kısmını (ruhun tezahür uzantısını) yakalar. Enkarnasyonlar boyunca, madde de süptilleştikçe, ruhsal enerjiye doydukça, onu sadece bırakmakla kalmaz, onun giderek daha kaliteli ve becerikli hizmetkarı olur.. Öte yandan;

2- Ruh da, maddeyi iyice tanıması ve onu, kendisi için giderek daha kaliteli bir araç haline getirmesi için, nihayet onun üzerinde tam egemenlik kurabilmesi, maddesel evrenlerin yönetimini üstlenecek hale gelebilmesi için, maddenin atomlarına kadar nüfuz etmesi gerekir. Bu durum, ruh varlığı için, bir bakıma düşüş(envolüsyon) ya da dejenerasyondur.

Ruh varlığının maddeye bu anlamda gömülüşü; Hermetik öğretide ‘düşüş’ olarak adlandırılmıştır(3). Ama her iniş, çıkış için gerekli olan ivmeyi kazanmak içindir. Bu nedenle, envolüsyon (düşüş) olmadan, evolüsyon (çıkış, yükseliş, tekamül) olmuyor, denebilir(6). Bu duruma göre, ‘maddesel ortamın icapları’na gömülmek, bir bakıma gereklidir ama atalete ve maddenin cazibesine kapılmadan, onlarla özdeşleşmeden ve hepsini her şeyi ‘içsel değişim’ için bir araç bilip; giderek sadeleşmek, yani gereksiz icapları fark ve terk ederek, icapların üzerine çıkmak gerek. Bu sadeleşme bizi; toplumsal ve doğa yasalarıyla, oradan da İlahi İrade Yasaları’na giden yolun ağzına getirecektir. Arıca, sözkonusu sadeleşme, vazifemiz açısından da gereklidir. Çünki, vazifemiz, icaplara bulanmış, icaplarla perdelenmiş durumdadır..

BEŞERİ YASALARa gelince; bunlar, beşeri / toplumsal yaşamın gerektirdiği, ilişki ve etkileşimlerimizle ilgili genel icapların, ekonomik, ideolojik ve dinsel kurumlar çerçevesinde hukuksal kurallara göre düzenlenmiş şeklidir. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi; beşeri yasalar,icaplarla İlahi İrade Yasaları arasındadır. Ayrıca, onlar; İlahi İrade Yasaları’nın beşerileşmiş şeklidir.

İLAHİ İRADE YASALARI ise, beşeri yasaların elbetteki üzerinde ve evren kapsamlıdır; evrenin bizim bulunduğumuz köşesinde, dünya gezegeniyle ilgili türleri / türevleri çalışır. Bunlar, değişmeyen evren yasalarıdır. İlahi İrade Yasları, evrenlerin değişik yoğunluk ortamlarında oraların koşullarına uygun şekillerde tezahür eder. İlahi İrade Yasları, Kur’an’da; “Gökte sabit yıldızlar yaptık…”şeklinde ifade edilmiştir. İlahi İrade Yasaları’nın muhafızları melekler, ugulayıcıları da ruhsal planlardır(7). Zenon’a göre, en ideal yol; “Doğayı izlemek ve İlahi İrade Yasaları’nı (8) tanımaya çalışmaktır.” Belli bir zaman ve mekanda enkarne durumda bulunan bir varlık için, o mekanda geçerli İlahi İrade Yasaları’na tabi olmak,onlara uyum sağlamak ve onları kullanır hale gelmek onun mukadderdir. İlahi İrade Yasaları’na uyumlu yaşamak, ezoterik öğretilerde, inisiyatik eğitimde; “Tanrı ile beraber yürümek…” şeklinde ifade edilmiştir. İlahi İrade Yasaları’nın, icaplara göre aldığı şekil beşeri yasaları oluşturur. Bu nedenle toplumlar, doğrudan doğruya İlahi İrade Yasaları ile yönetilemezler.

Belli bir ruhsal planda geçerli olan yasalar planın merkezinde / tepesinde ‘tek’e dönüşür ki o da İlahi Murat’tır. Belli bir plandaki (yoğunluk ortamındaki) varlıklar; ‘merkez’in işini (Muradını) O’nun yasaları çerçevesinde yapmaya çalışırlar. Varlık, hiyerarşi çinde yükseldikçe, yasaların sayısı azalır ama kapsamları genişler. Varlıksal İlkeler’in kapsamında olan İlahi İrade Yasaları, ‘evrenleri aktif güçleri’dir. Varlıklar zaman ve mekan koşullarına ve tekamül düzeylerine bağlı olarak, İlahi İrade Yasaları’ndan hep aynı şekilde etkilenmezler. 

Evet, İlahi İrade Yasaları’nın da üzerinde VARLIKSAL İLKELER vardır. Müteal Fiil’in maddesel ortamlardaki yansımasından hasıl olan esaslar olduğunu (yazımızın girişinde) söylediğimiz VARLIKSAL İLKELER bilebildiğimiz kadarıyla beş adettir: VARLIĞIN BİRLİĞİ İLKESİ, VARLIKSAL EŞİTLİK İLKESİ, SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ İLKESİ, VARLIKSAL İRADE UYGUNLUĞU İLKESİ, VARLIK BİLDİĞİNDEN SORUMLUDUR İLKESİ. Şimdi bu ilkelerin ilk ikisini kısa notlar halinde açıklayalım:

V A R L I Ğ I N ‘B İ R’ L İ Ğ İ İLKESİ:
Bu ilkenin özüyle ilgili esaslar, tezahürden önceki küresel varoluşta gizli olduğu için, tezahürden önceki küresel varoluşla ilgili bilgilerimzi anımsayarak, konuya girelim:
Tezahürden önceki küresel varoluşta; hiyerarşi, zaman ve mekan olmadığı gibi, hareket de yoktu. Sadece, BİR olan bir varlık mevcuttu ki o da Yaradan’ın bilgisinden başka bir şey değildi. Başka türlü bir deyiş ile, bu varoluş; Yaradan’ın bilgi olarak tezahürüdür. Sonsuz kere sonsuz geçmişte ve şimdi de, Mutlak Yaradan karşısında var olan budur: ‘Varlık’…

Tezahür süreci ile ortaya çıkan her şeyin özü ‘VARLIK’dandır (BİLGİ’dendir). Dolayısıyla;
• Öz itibariyle her şey (tüm varlıklar) aynıdır.
• Bugün farklı gördüğümüz sayısız varlıklar ve onların oluşturduğu sistemler, tek bir ‘VARLIK’ın (BİLGİ’nin) çeşitli boyutlardaki zaman ve mekan koşullarındaki tezahürüdür.
• Öz itibariyle hepsi aynıdır.

Tezahür etmiş olan her şeyin nedeni, bu sonsuz kere sonsuz geşmişteki, Yaradan’ın tezahürü olan ‘VARLIK’tır. Tezahür süreci içinde; bir tezahür, kendinden önceki bir tezahürün sonucudur. Ama ilk müteal neden Yaradan’dır. İlkeler kapsamındaki bu genel bilgilere ek olarak şunları da biliyoruz:
• Yukarı’daki aşağıdakinin nedenidir.
• Yukarı’daki aşağıdakinin gelişiminden sorumludur.
• Bilen, bildiğinden sorumludur (bilmeyene karşı).
• Aşağıdaki, Yukarı’dakine benzer (ya da benzemeye çalışır).

Tezahür süreci içinde; bir olan ‘VARLIK’ sonsuz çeşitlilikteki zaman-mekan koşullarında farklı biçim ve niteliklerde ortaya çıkmış, böylece bildiğimiz çokluk ve çeşitlilik olmuştur. Bununla birlikte ‘Özde birlik’ olduğu için,aşağıdaki sürekli olarak Yukarı’dakine (yani, aslına) benzemeye çalışır(9). En Yukarı’daki ise; sonsuz kerre sonsuzdaki ‘merkez’dir. Yaradılış küresinin merkezine yaklaşıldıkça; tezahürat sadeleşir, ayrıntılar ortadan kalkar, yasalar ilkeler ile bütünleşir ama kapsam ve etkileri giderek artar. Her şey ‘BİR’leşir ve ayniyet kazanır.

E T İ K S O N U Ç L A R :
Her tezahür ortamında, beşeri yaşamda;
Her şeyin ve herkesin öz itibariyle bir olduğunu,
Hepimizin İlahi Murad’a hizmet ettiğimizi,
Farklılıkların ve ayrılıkların tezahür ve işlevle ilgili olduğunu,
Hepimizin,aynı ‘ÖZ’deki bilginin uygulaması ile meşgul olduğumuzu ve
Dünya tekamül ortamının, Dünya Planı’na (bu planın amacına, hedefine hizmet etmekte olduğumuzu, yani; 
hedefimizin de ‘BİR’ olduğunu bilmek,bunun bilinciyle yaşamak herhalde birçok toplumsal sorunu halledecek ve içsel gelişimimize yani bir aktivasyon kazandıracaktır.

Bu bilincin kalıcı olması için, önce; içsel ‘bir’liğe ulaşmalıyız. Bunun gereği de, benliklerin en aza (hatta teke) indirgenmesi; mana (iç) ile suret (dış)ın bir olmasıdır. Bunun, günlük yaşamda pratik uygulamaları ise; yalan söylememek, düşünce ve niyetlerde pozitif olmak, kendin için istemediğini başkaları için de istememek ve benzeri erdemli tutumlardır. Bireyler tek tek bu hale gelmeden, tüm beşeri ‘bir’lik denemeleri sonuçsuz kalacaktır; en azından saptırılacaktır, askeri / ekonomik / ideolojik amaçlara alet edilecektir. Kişi ancak içsel birliğini kurduktan sonra, bunu başarabilen öteki insan kardeşleriyle ‘mantal birlik’e ulaşabilecektir. Beşeri uyanışın en belirgin işareti bu olacaktır. Ondan sonra, dünyada ‘Yeni İnsanlık’tan sözedilebilir.  

V A R L I K S A L E Ş İ T L İ K İ L K E S İ :
Varlıksal eşitlik, varlıksal ‘bir’liğin doğal sonucudur. Çünki, varlıklar aynı varlıksal ilkeleri bünyelerinde taşırlar; bu nedenle, varlıklar özleri bakımından; hem TANRI karşısında, hem de birbirlerine karşı eşittirler. Bir ve tek olan ‘varlık’ın tezahür aleminde çokluk ve çeşitlilik arzetmesi, seçme özgürlüğünü kullanma hakkının çeşitliliğinden ve vazife yapma hakkını kullanma şeklinden ve irade farklılığından dolayıdır. Dolayısıyla, eşitlik, varoluştandır / öz bakımındandır ama cisimden, şekilden dolayı değil. Varoluş bakımından tüm varlıklar tüm varlıklar eşittir. Bu eşitlik, varlıkların öz / maya birliğinden kaynaklanır. Bu, aynı zamanda; yaratılış birliği ve yasalar bakımından evrensel bir eşitliktir. Varlıklar, Yaradan karşısında olduğu gibi, birbirleri karşısında da eşittir. 

Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, görünüşteki eşitsizlik aldatıcıdır. Bu zahiri eşitsizlik; varlıkların seçme özgürlüklerini kullanma şeklinden, iradeleri doğrultusunda çeşitli vazifelere talip olmalarından ve vazifelere göre şuur tezahür ettirmelerinden kaynaklanan ama sonuçta bizleri yanıltıcı hatta İlahi Adalet’ten kuşkulandırıcı bir durumdur. Özdeki ‘Bir’lik; her varlıkta, kendi seçimine ve iradesine bağlı olarak çeşitli şekillere bürünür. Unutmayalım ki, her şey RUH varlığının tezahürüdür. RUH varlığı evrensel vazifesini ve evrenleri kapsayan işlevlerini çok çeşitli şekillerde tezahür ederek yapar. Bu, toplam olarak; adına tekamül dediğimiz kozmik bir hizmet sürecidir.

Değişik şuur düzeylerindeki varlıklar; plansal yapılanmalar / organizasyonlar halinde evrenlere dağılmış vaziyette bulunurlar. Bu nedenle hiçbir varlık ötekinden bağımsız olmadığı gibi, hiçbir plan da bir başkasından kopuk değildir; aksine, evrenleri kapsayan bir kesintisiz ilişki ve etkileşim sözkonusudur. Bu etkileşimin niteliği alansaldır.

E T İ K S O N U Ç L A R :
Ulus, inanç ve ırk bakımından tüm insanlar eşittir. Cinsiyete ve yaşa göre ayırım da yersizdir. Çocuk, kadın, erkek, genç, ihtiyar; dünya tekamül okulunun içsel gelişim olanaklarından yararlanma konusunda eşit haklara sahiptir. Bu haklara, idraklenme ve şuurlanma yönünde liyakat artırılarak ulaşılır. 

Ayrıca, TANRI Yasaları’nın, hükümlerini varlıklar üzerinde eşit şekilde icra etmeleri gibi; beşeri yasalar karşısında da vatandaşlar eşittir. Hiçbir varlığın / bireyin (yasalar karşısında) başka birine oranla bir üstünlüğü yoktur. TANRI hiç kimseyi erdemli yaşamından dolayı seçkin / imtiyazlı ve ayrıcalıklı duruma getirmediği gibi; beşeri yasalar karşısında da erdemli yaşayanların, ötekilerine göre bir ayrıcalığı söz konusu değildir. Bundan dolayı, varlığın / bireyin başına gelen durum(lar); gerek evrensel gerek beşeri anlamda kendi elinin emeğinin sonucudur. Yani, gerek evrensel açıdan, gerekse bireysel açıdan varlık; fillerinden (hatta düşüncelerinden) dolayı kendi kendisine karşı sorumludur. Varlık varlığın (birey bireyin) gelişimi için sadece bir araçtır ama uyanmış (aydınlanmış) olan varlık, uyanmakta zorluk çekenleri uyandırmaktan sorumludur. İçsel gelişim süreci içinde; plansal bir yapılanmanın (bir yoğunluk ortamının) ‘merkez’ine yaklaştıkça, (daha genel anlamda) plan ile bütünleştikçe; tezahürat aleminin zahiri eşitsizliği giderek kaybolur, eşitlik ve ‘BİR’lik daha da belirginleşir.

Tüm bunlardan dolayı, sadece varlıksal eşitlik ilkesine göre değil, uygar bir ulusun beşeri yasalarına göre de; makamlara / mevkilere göre ayırım, dünyasal birikime göre ayırım, iktidara göre ayırım, sen-ben ayırımı, cinsiyet ayırımcılığı (kısacası, beşeri değerlere ve birikimlere göre ayırımcılık) son derece yanlış, uygar olmayan ve sağduyudan yoksun kişilere özgü bir tutumdur.

……………………………………..
(1) Müteal Fiil : Müteal Fikrin İlahi Murad Yönünde kullanlması Müteal Fiildir.Müteal Fiil’in oluşturulması varlığa aitir.
(2) Müteal Tasarruf: Bir ilke ancak Müteal Tasarruf’tan etkilenir. Müteal Tasarruf (kullanım) İlkeler olarak ortaya çıkar.
(3) “Ruh varlığı küreden küreye düşerken gitgide ağırlaşan bedenlere bürünür. Bu düşüş, dünya zindanına varıncaya kadar sürer. Gitgide maddeye daha çok bağlanmanın verdiği sarhoşlukla manevi kökenlerinin anısını (bile) unutur…” –Hermes
(4) Mantal: Duyuların dışında olan, makul (akılsal) nedenlere ve makul düzeylere hitap edebilen ve daha yüksek titreşimli tesirleri kullanabilmemizi olanaklı hale getiren entelekt / müdrike ile ilgili bir yanımızdır.
(5) ‘Ahtopotun kolları’; dünyasal (maddesel / beşeri) koşullandırmaların ezoterik simgesidir.
(6) Benzer şekilde, “Cehennemden geçilmeden, cennete varılmaz…”
(7) Melekler: Tüm varlığıyla, vazifesi neyse, o vazifeyi uygulamakta olan, herhangi bir tali derecede vazifeyi üslenmemiş, sadece kendilerine ne öğretilmişse, onu yapan, özellikle tek bir iş gören planlardır.İdare mekanizmalarına bağlı olmak üzere, üniteler tarzında çalışan yardımcı organizatör varlıklardır.
(8) Bilebildiğimiz İLAHİ İRADE YASALARI: Hizmet ve Vazife, Yardımlaşma ve Dayanışma, Fedakarlık, Sevgi, Çalışma, Tedric, Entropi, Sebep-Sonuç, Devresellik Yasası…
(9) “Görgü ve deneyimsizliği yüzünden, ebedi yolculuğunun beklide küçük bir kısmını ne kadar sapıkça geçirmiş olursa olsun; her kul muhakkak,ilahi nimetlerin büyük saadetlerini doya doya hissedecek ve ALLAH’ın büyüklüğünü öz varlığında gittikçe artan bir zevk içinde yudum yudum tatmak bahtiyarlığını idrak edecektir.”-Bedri RUHSELMAN

hazırlayan: Selman Gerçeksever