SİZE BİR ANIMI ANLATMAK İSTİYORUM...

Share

http://www.dunyaana.com/images/adana41-c.jpgBu olayı yaşayana kadar ki hayat algımla, o olaydan sonraki arasında çok büyük fark var. Bazılarınız belki buna inanmak istemeyecek, hatta gülecekler. Kimileriniz belki patalojik bir vak'a olarak değerlendirecek. Bazılarınız da rüya gördüğümü iddia edeceksiniz. Bütün düşüncelere saygılı olduğumu peşinen söylemek istiyorum. Ancak herşey o kadar gerçekti ki, şu anda bile, yıllar sonra (9 yıl) aynen hatırlıyorum çünkü yaşadığım deneyim hücrelerime kazındı. Aslını sorarsanız, ailem bile bilmiyor hala. Sadece bir kaç yakın arkadaşıma anlattım o kadar.

1998 de ve 1999 da istem-dışı bazı deneyimler yaşayıncaya kadar bendeki bu hayat algısı devam etti. İlk zamanlarda beni çok kortutan bu deneyimlere zamanla aşina oldum ve soğukkanlılıkla ne olduklarını araştırmaya başladım.

Belki inanmayacaksınız yüzlerce kitap okudum. Bu dönemde beden dışı deneyimler yaşamaya, canlı rüyalar ve gelecekle ilgili vizyonlar görmeye başladım. Bir yandan araştırıyordum, bir yandan yaşıyordum bütün bunları. Tamamıyla allak bullak olmuştum. Bu şekilde dört yıl geçirdim. Ta ki 2002 yılına kadar...
 
2002 yılında Muğla'nın Fethiye ilçesinde yaşıyordum ve oldukça sakin denilebilecek bir hayatım vardı. Bir yandan kendi işimi yapıyordum, bir yandan da bir tatil yöresinde yaşamanın tadını çıkarıyordum.
 
Bir akşam eve geldiğimde, üzerimde oldukça büyük bir yoğunluk vardı ve ne olduğunu anlayamadım. Belki açılırım diye duş alıp yatağa uzandım. Saat gece sanıyorum 21:00 civarıydı, tam hatırlamıyorum. Rahatlamak için derin derin ve yavaşça nefes alıp vermeye başladım. Sonra birden sanki bir vakumla ruhumu benden çekmeye başladı birşey. Ne olduğunu anlamadan kendimi son hızda boşlukta uçar buldum. Sonra bir anda bembeyaz bir bulut kümesinin içinde buldum kendimi. Beyaz yumuşak bir bulut. Sonra bulutun içinde ilerlemeye başladım. Ama çok şaşkındım, neredeydim ve ne oluyordu bilmiyordum. Sonra birden içimi sonsuz bir huzur ve sevinç kapladı. Ve ilerledikçe beni bekleyen bazı yüzleri görmeye başladım. Hani çok uzun yıllar ailenizden çok uzakta ve ayrı kalırsınız da, sonra birden geri dönersiniz ve içinizde tarif edilemez bir mutluluk olur. Aynı o duyguyu yaşadım... Orada beni bekleyen yüzlerin hepsini sanki milyon yıldır tanıyordum ve çok iyi dosttuk. Dünyada kesinlikle hiç tanışmadığım kişilerdi. Ama onlar benim ailem gibiydi, gerçek ailem. Mutluluktan onlara sarılırken nasıl ağladığımı hatırlıyorum şimdi. Evet, tarif edilemez bir mutluluk.. Gerçekten o duyguyu tarif edebilecek bir kelime ya da deyim yok. Sonsuz bir huzur ve mutluluk hali diye tarif edebilirim yine de.
 
Neyse, orada beni bekleyen dostlarımla (ailemle) tek tek sarılırken, herbirinin gözüne baktığımda hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Nihayet evime dönmüştüm en sonunda.. Onlarla konuşuyordum ama ağızla değil, düşünce paketleri gibi, telepatik bir iletişimdi. Bana dünyadaki hayatımla ilgili birşeyler söylediler ve vizyonlar gösterdiler. Sonra daha büyük planla ilgili vizyonlar gösterdiler, bana bazı yazılı metinler gösterdiler. Şimdi gibi hatırlıyorum. Fakat tüm yazılı metinler ve konuşulan dil...Türkçe değildi.. Sanki İbrani alfabesi ya da Hindu alfabesi benzeri bir alfabeydi.. Fakat işin ilginç olanı hem rahatlıkla okuyabiliyordum hem de anlayabiliyordum. Halbuki dünyadaki yaşamımda o dillerin bir kelimesini bile bilmiyorum. Neyse, bu vizyonlar ve anlatımlar o kadar uzundu ki, dünya zamanıyla ne kadar bir süre olduğunu tahmin edemiyorum. Fakat o anlardan aklımda kalan en belirgin şey şuydu. Bana her vizyon gösterildiğinde veya metin okutulduğunda, hücrelerime kadar sarsılıyordum.. Evet diyordum.. İşte gerçek bu gerçek bu !!! Bazen de kaskatı kesildiğimi hatırlıyorum...Sonra hep beraber beni yine bulutun içine doğru uğurladılar...
 
Derken, birden kendimi bedenimin içinde buldum... Gözlerimi açtım ama buz gibi olmuştum ve kıpırdayamıyordum. Parmağımı dahi oynatamıyordum. Sırtüstü yatar vaziyette yatakta öylece kalakaldım. Sanki felç olmuştum. Bir iki saat kadar o şekilde kaldım. Bedenimi yeniden hissetmeye başlamamla birlikte yavaş yavaş hareket etmeye başladım. Yataktan sürünürcesine zar zor kalkabildim. Afallamıştım, beynim tutulmuştu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Sonraki bir hafta boyunca kendime gelemedim. Yarı felçli gibi zorlukla hareket edebildim. Kimseyle konuşamadım.. Suskun, bloke olmuş vaziyette evde oturdum bir hafta boyunca. Ne zaman gözümü kapatsam, sanki bilgisayar ekranında büyük puntoyla yazı yazar gibi gözümün önünde hep o yazılı metinler belirdi. Yine o bilmediğim dildeydi ama ben çok iyi anlıyordum....
 
Normal insan (!) halime döndüğümde uzun süre kendime gelemedim. Hep o deneyimimi hatırladım. Ve içinde yaşadığım hayatı daha farklı algılamaya başladım. Bazı şeyler hayatımda bir anda önemini yitiriverdi. Daha sakin, daha anlayışlı, daha sevecen, daha neşeli olduğumu farkettim.
 
Bu yaşadıklarımın bana öğrettiği şu ki, evrende eşsiz bir ruhsal plan var. Biyolojik, kimyasal bedenimiz bizim yerküre üzerindeki arabamız gibi. Eskiyene kadar, pert olana kadar kullandığımız arabamız. Ama şoför hep aynı şoför. Bizim ezeli ve ebedi ruhumuz. Biz her zaman vardık ve her zaman var olacağız. Bunu hücrelerimin tümünde hissediyorum artık. Ve hepimiz bir bütünün parçalarıyız. Hiçbirimiz asla yalnız olmadık ve olmayacağız. Kendimizi en yalnız, en çaresiz hissettiğimiz anlarda bile bizi koşulsuz olarak seven, destekleyen, koruyan, hayatımızdaki eşzamanlılıkları yaratan ruhsal ailemiz var.  Bizi bu oyun bahçesinde ne yaramazlık yaparsak yapalım, yargılayacak, cezalandıracak, ateşlerde yakacak bir Tanrı yok (bazılarınızın hoşuna gitmese bile bu böyle malesef). Bizi, sadece özgür irademizle var olduğumuz ve ondan bir parça taşıdığımız için koşulsuzca seven ve onurlandıran bir Tanrı'mız var.  Aslında gerçekten bir tiyatro oyunundayız, rolümüzü elimizden geldiğince iyi oynamaya çalışıyoruz. Ama bazılarımız bu role kendini o kadar kaptırmış ki, dünya üzerindeki dualiteye kendini teslim etmiş. İyi - kötü, sevap-günah, aydınlık-karanlık, beyaz-siyah vs vs diyerek her şeyi kutulara ayırmışız. Aslında hepimiz birbirimize bağlıyız....
 
Evet artık biliyorum... Ölüm yok.. Ölüm denilen ilüzyon, sadece diğer tarafa doğmak. Ve artık değil ölümden, hiçbir şeyden korkmuyorum. Özgürleştim artık. Kafamın içinde korku olmayınca, sınırlayacak birşey de yok. Artık sadece kalbimin sesi doğrultusunda, hislerimle ve sevgi dolu yaşıyorum. Bana mutluluk vermeyen hiçbir şeyi, zoraki yapmıyorum. Hiçbir işe kar/zarar tablosu yaparak gimiyorum artık. Mutlu olacaksam yapıyorum. Artık ben, gerçekten ben'im. Ne olduysam o'yum. Özgürüm...

SEMİH BÜLENT ÖZDEMİR

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana