ALLAH - DR. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 7

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%204.jpgOBJEKTİF VE SUBJEKTİF ARAŞTIRMA YOLLARINDA DÜŞÜLMESİ UMULAN HATALAR

Allah’a yönelmenin, O’nu duymaya çalışmanın, Allah yoluna düşmenin gerçekleşmesi uğrunda gösterilecek objektif ve sübjektif ruh faaliyetlerinin, insanı aşamadan aşamaya yükselteceği muhakkaktır. Bununla beraber, insanların vicdanlarının ve ruh güçlerinin henüz yeterlilik derecesinde gelişmemiş olduğu devrelerde kökleşmiş bir akideye (inanca) saplanıp kalmaları, ilahi yollarda yürürken kendilerinin birtakım duraklamalarla karşılaşmaları sonucunu verebilir. Özellikle dışarıdan gelen telkinler, görenekler, maddi zaruret veya çıkarlardan kökünü almış birtakım zorlayıcı tesirler bu duraklamaları sonuçlandırıcı başlıca etkenlerdir.

Örneğin putperest bir aileden gelen çocuğun, bu ailenin gittiği sapık yoldan kendisini kurtarabilmesi, ancak onun ruhi hürriyet ve bağımsızlığını kazanabilecek bir duruma girmiş olmasına bağlıdır. Ve illa babasının yanlış putperestlik yolunda o da babası gibi otomatik olarak yürümeye devam edecektir.

Muhammed, kendisini çok seven ve himaye etmiş bulunan amcası Ebutalib’e ölüm döşeğinde, “Sevgili amcacığım, son nefesini vermeden lailahe illallah de ki ben ilahi huzurda senin Müslüman olduğuna şahit olayım.” (1) teklifini yaptığı zaman o, büyük peygambere şu cevabı vermişti: Ben, Abdülmuttalib’in dini üzere ölüyorum. Ya Muhammed, senin sözlerini kabul ederdim, fakat Kureyş benim ölümden korkarak din değiştirdiğimi zanneder.

Bu sahne çok manalıdır. Burada Ebutalib’in Müslüman olup olmadığı konusu üzerinde duracak değiliz. Ancak ibret gözüyle temaşa ederiz ki, zamanında doğan parlak bir hakikat güneşi gözlerini kamaştırdığı halde; ailesinin ve çevresinin yanlış ve köklenmiş kanaatleriyle zincirlenen ve sımsıkı bağlanan vicdanı, bu güneşe karşı gözlerini yummaktan Ebutalib’i alıkoyamamıştı. Bu, binlercesine ve milyonlarcasını ibret dersi teşkil eden hazin bir olaydır.

(1)İslam Tarihi, Ömer Rıza Doğrul, Cilt 1, Sh.271

İşte böylece herhangi bir kanaate saplanıp kalmış bir aileden, bir çevreden, bir cemaatten dünyaya gelen bir çocuğun o aile, çevre ve cemaatin tesiri altında kalarak, o kanaatin yöneldiği iyi veya kötü yönlere kendiliğinden sürüklenmesi imkanı her an vardır. Ve bu hal biraz da tabiidir. Fakat böyle dışarıdan gelen tesirlerin yönlerinin kötülüğe saptığını öğrendikleri ve vicdanlarıyla hissettikleri anda bu yönlerden ayrılmak için gereken kudretleri gene kendi ruhlarından almak imkanlarını araştırmakla ve ruhlarını buna daima hazır bulundurmakla insanlar mükellef kılınmışlardır.

İşte birbiri arkasından gelen dinlerin inişlerindeki ilahi hikmeti bu noktada aramak lazım gelir. Evvelki bir dinin, dünya asırlarından ve nesillerinden artakalmış bazı cürufların kararttığı nurlarını tekrar parlatmak ve ona yeni nurlar katmak için zamanı gelince başka bir peygamber, başka bir dinle dünyaya indirilmiştir. Yoksa din birdir. Ve çeşit çeşit dinler yoktur. Yalnız, o tek dinin yaydığı esas hakikatler zaman zaman unutulur ve bundan dolayı insan ruhlarında sapıklıklar, uyuşukluklar ve duraklamalar ortaya çıkar. O zaman bu sapıklığı düzeltmek, bu durgunluğu kamçılamak ve duraklamayı harekete geçirmek için din, yeni hayat şartlarına ve icaplarına uygun bir yüz ile kendisini insanlar arasında yaymaya layık ve güçlü varlıklar, yani peygamberler ve mürşitler tarafından yeryüzüne tekrar arz edilir. İşte tek dinin, yani ilahi yolun çeşitli dinler halinde görülen manzarası budur.

Doğru görüş ve kavrayış sahibi insanlara burada düşen iş, bu tek dinin çeşitli isimdeki çeşitli safhaları arasında, dünya durdukça değişmesi söz konusu olmayan ve her safhada söylenmiş bulunan ilahi esasları ve hakikatleri; zamana göre değişmesi zaruri ve lüzumlu realitelerden ve hazırlayıcı tekliflerden ayırmak ve aradaki ayrılık ve gayrılığın ancak bu tali realitelerden, şekillerden ve merasimlerden doğmuş olduğunu anlamaya çalışmaktır. Aslında her din kurucusu kendisinden evvel gelen dinin hak yolu olduğunu söylemiş, ancak tekamül icabı olarak, o yolun zamanla ifşası zorunlu hale gelen bazı yeni yönlerini ve kaybolmuş esaslarını göstermiştir.

Din bir irşattır. (Evrim yolunu gösteren bir aydınlatmadır.) Ve din kuran peygamberler de birer mürşittir. İnsan bu irşadı kendisine, gene kendi kudretiyle bir cennet yolu yapabileceği gibi, kendi kudretsizliği ile korkunç bir cehennemin uçurumu haline de sokabilir.

İnsan, hangi dinden olursa olsun, kendi dininden Allah’ın yoluna ait büyük esasları, dışsal görünüşe ve kimsenin telkin ve tesirine kapılmayarak; en büyük kurtarıcısı ve rehberi olan vicdanından aldığı ilhamlarla, hakiki yolunu bulup çıkarabilir ve onunla iş yaparsa cennetin yolunda sayılır. Ve muhakkak ki, vicdanının seslerini onun bunun hangi maksatlar peşinde olduğu belirsiz telkin ve hükümlerine feda edip, ruhunu kaybeden insan da, gene hangi dinden olursa olsun hakikatin düz yolunda değil, azıp sapmışlığın uçurumu üzerinde bulunur. Allah bu hakikati görmek basiretini (anlayışını) insanlara versin ve onların biricik kurtarıcısı olan vicdanlarının nurunu parlatsın ve o vicdanların hürriyetini kendilerine hissettirsin.

İnsan, hem dünyada, hem de dünya ötesinde, yaptığı işlerin tek sorumlusu olarak kalacaktır. Sorumluluğunu idrak etmiş bir varlığın, fiil ve hareketlerini de gene kendisinin belirlemesi gerekir. Bunun içindir ki, Allah insanlara her devirde o devrin icaplarına uygun ve anlayış kabiliyetlerine göre konuşan mürşitler göndermiş ve o mürşitler insanların vicdanlarına, çeşitli araçları kullanarak, çeşitli dillerle ilahi hakikatlerin anlayabilecekleri ve duyabilecekleri kadarını fısıldamışlardır. Yeter ki insanlar bu nurlanmış vicdanlarıyla baş başa kalabilsinler, vicdan hürriyetine sadakat (bağlılık ve uyum) göstermenin bir tekamül zarureti ve bir ilahi murad olduğunu idrak etsinler ve Ebutalib’in yolunu tutmasınlar.

Kainatta dünya dışı öyle sonsuz ruh hayatları ve alemleri vardır ki, oralarda, varlıkların tek başına kalarak, kendi durumlarına gene kendilerinin çeki düzen vermesi icap edeceği zamanlar ve anlar gelecektir. İşte kimseden herhangi bir fikrin, bir nasihatın, bir tesellinin ve bir yardımın gelmediğini hissettikleri bu anlar, insanların tekamülleri için geçici olan hayat safhalarından birer parçacıktır. Dünyada iken tam bir hürriyet içinde vicdanlarıyla başbaşa kalarak, onların direktiflerine uyarak kendilerini bu aşamalara hazırlayamamış olanlar, bu hal karşısında çok büyük zahmetlere ve sıkıntılara düşeceklerdir ki, bu da onların ruh hayatlarında azap ve işkence ile geçirecekleri birer aşama olacaktır.

O halde, akıllı insanların, henüz dünyada iken yapacakları en önemli iş, tek dinin her devirde ilahi bir lütuf olarak bahşettiği çeşitli irşat yollarıyla vicdanlarını nurlandırmaları, bu nurlu vicdanlarının daima gelişen, gürleşen seslerini duymaları, onunla sık sık başbaşa kalmayı öğrenerek, o sesin gösterdiği yönlerde ne pahasına olursa olsun yürümek emek ve çabasını asla ihmal etmemeleridir. Bunun için insanların önüne her an çeşitli engeller dikilir ve bu engeller türlü türlü yüzlere bürünerek onu aldatmaya çalışır. Bazıları güya kutsal ve dini tavır takınır, bazıları insanın şehvani ve nefsani duygularını gıcıklar, bazıları da para, ün, mevki vb. gibi birtakım çekici kimliklere bürünerek insanı sıkıca bağlamaya çalışır. İşte şeytan denilen şey, bu engellerin karşısında insanı durduracak, yolundan alıkoyacak ya taassup ve cahillik veya şahlanmış nefsaniyet ve ihtiraslardır. Çünki bu birçok başlı yılan, yani insanın içindeki bu şeytan, vicdanın en büyük düşmanı, en amansız bir katilidir. Ve bu canavarı tahrik eden (uyaran) bir kısmını yukarıda saydığımız engeller, hakikatte, akıllı insanların elinde yüksek aşamalara ulaşmak için ancak birer araç olarak kullanılması gereken birer deney unsurudur ki, biz denenme ve sınanmalara epröv diyoruz. İşte insanların dünyaya gelmelerindeki gerçek maksat da bu engelleri amaç edinerek, onları ayaklarına vurulmuş birer zincir yapmak değil, ilahi gayeler yolunda birer geçici araç halinde kullanarak, bu sınavlarda başarılı olmanın yolunu tutmak fırsatını elde etmektir.

Allah insanları dünyadaki bu mücadelelerinde yalnız ve yardımcısız bırakmamıştır. Yükselmek ihtiyacını duyan ve Allah yolunu tutmak isteyen her insan, her devirde, her türlü aydınlatıcı yardıma kavuşabilir. İşte biz de bugün, yüksek ruh alemlerinden almakta bulunduğumuz kıymetli tebliğler ve ilhamlarla desteklenmiş olmaktan duyduğumuz bir haz içinde, yalnız bırakılmadığını duyanlar ve idrak etmek mutluluğuna ulaşanlar arasında bulunduğumuzu hissetmekle sevinmekteyiz.

Bu sevincin kapısı herkese açıktır. Vicdanını esir olmaktan ve kökleşmiş kanaatlerin zorbalığından kurtarmak isteyen her iyi niyetli insan, bu kapıdan içeri girebilir. Ve girdikten sonra çok yerlerde, asırlardan beri birbiri üzerine eklenen beşeri ve nefsani düşüncelerle bulandırılmış ve karartılmış tek dinin öğrettiği büyük ve ebedi hakikatlerin bir güneş gibi vicdanında parlamaya başladığını hemen hisseder. Bu hissediş, o güneşin sürekli olarak, ruhunda yayılan bollaşan, sevinç, neşe ve huzur verici ılık nurlarının mutluluğunu ona tattırır. Ve böylece o, ilerlemekte olduğu ilahi yolundan zerre kadar ayrılmayan, Allah’ı kalbinden bir an bile çıkarmayan ve çevresindekilere sürekli olarak nur saçan, kudretleri artmış, aktif, faydalı ve mutlu bir varlık olmanın yolunu bulur. Ve işte ancak böyle parlatılmış vicdanlarının ışığı altında hareket eden insanlardır ki, hangi dine bağlı olurlarsa olsunlar, Allah ve Hakikat yoluna ulaşmak mutluluğuna erişmiş kişilerdir. Allah, yüksek alemlerdeki varlıklarına emir ihsan buyurarak (lütfedip emir vererek) aydınlık isteyen her aciz ve muhtaç kuluna, bu yüksek varlıkların ilhamlarından bir parçacık nur nasip etsin. Onları da bizim kavuştuğumuz mutluluğa kavuştursun. Ve gözlerini kamaştıran nurlara bakmak korkusunu insanlardan kaldırsın.

İnsanlar, elden ele emanet edilerek yayılıp giden hakikat nurlarına böyle kavuşa kavuşa, hakikatlerin hakikati olan İlahi Kaynağa -kökleşmiş bazı bozucu ve menfaatlere dayanan batıl itikatları ve hurafeleri araya sokmadan- ruhlarını yaklaştırırlar. Bazıları için çok kolay olabilen bu hareket, ne yazık ki, büyük bir çoğunluk için yukarıda bazılarını yazdığım güçlükleri gösterir. Ve bu güçlükleri yenemeyen insan, temiz vicdanının aldığı iyi ilhamlarla görebildiği hakikat yolunun yönlerinden sapar ve tehlikeli uçurumlara doğru adeta güle oynaya ve hatta kendisini tatmin edilmiş de sanarak koşmaya başlar. Bu sırada ne yazık ki o kendisini en üstün bir ilhamın tesiri altında, ne veya nasıl olduğu kendisince bilinmeyen ve belirsiz bir mutluluğa doğru koşan yüksek bir hakikatin yolcusu sanır!.. Hakikatte bunların hali, dümdüz ve tertemiz bir yolda yürüyüp dururken, yan bir sokak başında aldatıcı güzelliğiyle birdenbire karşılarına çıkıveren küçük bir bahçenin çekiciliğine kapılarak veyahut bin bir korkutmayla kendilerini o sokağa zorla sürüklemek isteyen bir canavarın pençesine takılarak, vicdanının emri zıddına o temiz düz yolu bırakıp bu yan sokağa sapan insanların haline benzer. Fakat bu sokaklar belki uzun, zahmetlerle yüründükten sonra tekrar dönülmesi gerekecek birer çıkmazdır. Ve belki de insanın kayadan kayaya çarpa çarpa çekilerek yuvarlanacağı ve paramparça olacağı korkunç bir uçurumdur.

Çevresinde böyle her türlü nurlandırıcı araçların bollukla var olmasına rağmen, birtakım maddi ve dünyevi hesaplarla, kökünü bencillik endişesinden veya bilgisizlikten almış, vicdana karşı gelen isyankar hareketlerle, maddi hazların doğurduğu ruh gevşekliğinin şiddetli arzuları karşısında güçsüz olarak Allah yolundan ayrılanlar, bu yolun objektif ve hatta sübjektif aşamalarında çeşitli sapıklık hallerinden birine düşerler. Bu halleri üç grup altında toplamak mümkündür:

1- Allahı inkar ve ihmal edenler.

2-Maddelerden, objelerden, yani kıyaslanabilir ve başka bir şeye bağlı olarak değişmek zorunda olan (nispi ve izafi) yaratıklardan bazılarını kendilerine Allah yapanlar.

3-Kendi kendilerinin Allah olduklarına veya günün birinde bu mertebeye varacaklarına inananlar.

Çok önemli gördüğümüz ve bilgisizlik, görgüsüzlük yüzünden birçok insanın suçsuzca bir iyi niyetle doğru yolun dışına yuvarlanmasına sebep olarak gördüğümüz bu tehlikeli kanaatler üzerinde biraz durmak ihtiyacını duyuyoruz.

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana