RUH VE KAİNAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 18

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%201.jpgREENKARNASYONİZMA HAKKINDA UMUMİ MÜTALAA

1 – Reenkarnasyonizma ve tenasüh ( Metempsychose )

İnsanların dünyaya tekrar tekrar gelip gitmelerine dair olan kanaatler çok eski zamandanberi vardır. Fakat bunlar muhtelif  devirlerde, anlayış farkları yüzünden başka başka tefsirlere uğradı. Bu çeşitli tefsirler reenkarnasyonizmaya ait yüksek hakikatlerin zamanla kararmasını muciboldu ve reenkarnasyon fikri böylece istikametini değiştirerek tenasüh ( metempsychose ) fikrine inkilabetti.

Tenasüh ile reenkarnasyon arasındaki fark nedir?...

Bu iki mefhum arasında çok büyük ve esaslı farklar vardır. O kadar ki tenasühle reenkarnasyonun birleştiği yalnız bir tek nokta istisna edilirse bunların her noktada birbirinden ayrıldıkları söylenebilir. Bu tek nokta, ruhların dünyaya tekrar tekrar gelip gitmeleridir. Fakat ruhların dünyaya tekrar tekrar gelip gitmeleri fikrinin tek başına hiçbir kıymeti yoktur. Eğer bu hadise illet - netice prensibi dışında mütalaa edilirse manasız düşüncelere yol açar.

Dünyaya gelip gitmeler ancak İlliyet prensibi ile taayyün eden tekamül ihtiyacına vasıta olması bakımından  kıymet kazanabilir. Halbuki reenkarnasyon fikrini tenasüh fikrinden ayıran esaslı nokta, birincisinde tekamül fikrinin mevcudolması, ikincisinde ise bu fikrin mevcudolmamasıdır.

Tenasühte tekamül fikri yoktur. Veyahut daha doğrusu bu yol bizi her hangi bir tekamül fikrine götürecek mahiyette değildir. Zira tenasüh, mücazat ve mükafat esasları üzerine kurulmuştur ve mükafatla mücazat burada adeta idealleştirilmiş gibidir.

Gerilik icabı olarak insanlar hemen daima fiillerinin ve hareketlerinin müeyyidelerini ararlar. Bu hal yüksek İlliyet ( Causalite ) prensibine nüfuz edememiş olmamızın tabii bir neticesidir. Bir çocukta bunun en iyi misalini görmek mümkündür. Çocuk bir fi’lin icaplarını düşünmeğe başlamazdan çok evvel onun arkasından gelecek mükafatı veya mücazatı düşünür. İşte tıpkı bunun gibi büyük icabiye ( deteminiza ) mesleğine dayanan reenkarnasyonizma da yerini, çocukluk devrinde yaşıyan bazı insan oğullarının elinde, kuvvetini mükafat ve mücazat fikirlerinden almış bir tenasüh imanına bırakmiş oldu. Buradaki mükafat ve mücazat fikirleri hakkında okuyucularıma açık bir fikir verebilmek için Manou kanunları’nın XII ci kitabından bazı parçaları iktibas ediyorum.

<< 16 – Fena işler yapmış ruhlar ölümden sonra cehennem azabına uğramak için beden iktisabederler.

<< 20 – Eğer ruh hemen hemen daima faziletli yaşamış ve nadiren günah işlemiş ise cennetin ( Swarga ) lezzetlerini tatmak için bir beden iktisabeder.

<< 21 – Fakat eğer ruh, dünyada ekseriya fenalık yapmış ve nadiren iyilik işlemiş ise ölümden sonra yama tarafından tayin edilen işkenceleri çekmek üzere bir bedene girer >>.

Buraya kadar yazdığımız kısımlar bütün müteakip dinlerde tesirlerini aşağı yukarı aynı şekillerde göstermiş eski Hindistan da cari dini itikatların ahretteki cezaya müteallik hükümlerinden bir kaçını ihtiva ediyor. Bundan sonra gene aynı menbadan alarak devan ettiğim kısımlar ise aynı düşüncenin tenasühü doğuran cephesini gösterecektir:

<< 40 – İyilik vasıflariyle muttasıf ruhlar ilahi bir tabiat kazanırlar. İhtiraslarına hakim olan ruhlar insan olurlar. Karanlıklara dalmış olanlar ise yeniden hayvanlık hallerine gömülürler.

<< 55 – Bir Brahman’ı öldüren kimse; cinayetinin ağırlığına göre, bir köpek, bir yaban domuzu, bir eşek, bir deve, bir boğa, bir teke, mevaşiden vahşi bir hayvan, bir kuş …. olarak yeniden doğar.

<< 56 – İspirtolu içkiler içen bir Brahman; bir kurt, bir çekirge, necasetle beslenen bir kuş, vahşi bir hayvan şeklinde tekrar dünyaya gelir.

<< 57 – Altın çalan bir Brahman bin defa örümcek, yılan, bukalemun, deniz hayvanları ve fena vampirler bedeninde doğar >>.

<< 58 – Tabii veya manevi babasının yatağını kirletmiş kimse; yüz defa ot,  çalı, akbaba gibi et yiyen kuşlardan biri, arslan gibi sivri dişli bir hayvan, kaplan gibi canavar olarak yeniden doğar .. ilh >>.

Uzatmağa lüzum yoktur. Bu kadar izahat, bir nevi çocukluk haleti ruhiyesinde yaşıyan insanların, dünyaya gelip gitmeler hakkında yüksek mürşitler tarafından düşünülmüş hikmetle dolu prensipleri ne kadar iptidai şekilde tefsir ettiğini ve yüksek tekamül gayelerinin nasıl unutulup gittğini göstermeğe kafi gelir. Dikkat edilirse burada dünyaya gelip gitmeler bir vasıta değil, adeta ceza görmek için bir gaye telakki ediliyor. Ve gene bu telakkiye göre bir ruhun bir hayatta insan, diğer bir hayatta kuş veya ot parçası olarak gelmesi, hatta cezasını çekmek için, lüzumlu bile görülüyor.

Bu düşünceler tamamiyle manasız bir hale sokulmuş ve tamamiyle yanlış tefsir edilmiş bir kanaatin mevlududur. Ve bizim bahsimize mevzu olan meseleler bu yoldan bambaşka yollarda, bambaşka gayeler uğrunda kıymetlendirilmiş ve mütalaa edilmiştir.

Takamülün tabiat kanunları muktezasınca gayet muntazan ve müselsel bir seyir takibettiğini biliyoruz. Bu bilgiye göre, bir tekamül merhalesini ikmal etmiş olan ruhların tekrar geri merhalelere döneceğini kabul edemiyeceğimiz gibi, muayyen tekamül yollarını ikmal etmeden her hangi bir ruhun birdenbire birkaç merhale üstteki kemal mertebelerinden birine fırlayıp çıkabileceğini de tekamül gayelerine ve imkanlarına uygun bulmayız. [ 1 ]

İlmi hiçbir delile dayanmıyan tenasüh fikrine mukabil, bu kitapta tafsilatiyle mütalaa edilecek olan reenkarnasyonizma; müşahedelere, tecrübelere ve vakıalara müstenit ilme ve felsefi bir düşünde mahsulüdür. Bundan başka o, büyük İlliyet prensibi ve tekamül gayesi ile tam bir mutabakat halinde yürümektedir.

O halde büyük bir realiteyi ifade eden reenkarnasyonizma fikri nasıl bozuldu ve nasıl tenasüh gibi dejenere bir kıyafete girdi?

2 – Reenkarnasyonizma fikrindeki dejene
resans sebepleri

Fikir ve duyguların inkişafında hiç şüphesiz büyük roller oynıyan Çakya - Mouni, Hermes, Phytagore, Eflatun, İsa ve diğerleri gibi büyük varlıkların talimatı onların söyledikleri veya söylemek istedikleri şekilde herkes tarafından anlaşılmış değildi. Bu büyük inisiyelerin ve talebelerinin varmış oldukları anlayış ve duyuş kabiliyetleri seviyesinden çok aşağı mertebede bulunan avam, bunların sözlerindeki yüksek manaları bir zaman için anlamış bile olsalar ergeç unutacaklardı. Bundan başka; hurafeler, batıl itikatlar içinde boğulup kalmış daima geri temayüllerle malul insan kütlelerinin böyle yüksek hakikatleri birdenbire ve bütün açıklığı ile anlamasına esasen imkan da yoktur. Allahı etrafındaki şeyler ve mahtuklar arasında arıyan ve en kesif maddi mefhumlardan düşünce ve duygusunu kurtaramıyan insanların hikmet erbabına karşı gösterdikleri tehlikeli ve müteassıbane aksülamelleri, her hakikatin bütün açıklığı ile söylenebilmesine inkan bırakmaz. İşte bunun neticesi olarak eski hukema, talimatını zamanın icaplarına göre bir takım sembolik kıyafetlere sokarak daha maddi ve kolay anlaşılır şekillerde yaymışlardı. Bu hal bu talimatın iki çehre içinde tedris olunmasına yol açtı. Bunlardan birisi dahili çehre ( esoterique ), diğeri de harici çehre ( exoterique ) dir.

Dahili talimat hikmetin içyüzünü, üç buutlu alemimizdeki kanunların ve yüksek illetlerin bazı esrarını öğretiyordu. Bu, yalnız üstatlara ve üstatların dilinden anlıyabilecek tekamül derecesine varmış şakirtlere mahsustu.

Dış talimat ise hakikati avamın anlıyabileceği semboller ve teşbihlerle maddi süzgeçlerden geçirdikten sonra halka telkin ediyordu. İşte bütün hakikatlerin dogmatik itikatlar içinde donup kalması bu halin bir neticesi olmuştur. Gerçi talimatın verildiği ilk zamanlarda bu kıyafet değiştirme işi belki biraz daha maharetle yapılabiliyor ve yüksek realiteler yavaş yavaş ve itina ile öğretiliyordu. Zira bu işi muvaffakiyetle başaracak üstatlar henüz yaşıyorlardı. Fakat zamanla bu üstatlar ortadan kalkınca ve talimat materyalist duygulu hocaların eline geçince işler değişti. Her biri bünyesinde hikmetin büyük sırrını taşıyan semboller dondu ve kendilerine mutlak kıymetler izafe edilen birer mabut haline girdi. Hatta bunları talim eden ilk üstatlar dahi bu kıyafete sokuldu. Bütün bu batıl kanaatler mutlak ve dogmatik hükümlerle ve ebediyen değişmiyecekmiş gibi mühürlendi. Artık eski hikmet talimgahlarını süsliyen bir müsellesin, kuyruğunu ısıran yılanın, bakan tek gözün, açılmış bir gülün, bir nar meyvasının, sütunların, pelikanların, salibin ve diğer sembollerin hakiki manaları ya büsbütün unutuldu veya kurulmuş bir dinin veyahut inanılmış maddi felsefi bir ekolün, vicdanlar üzerindeki hakimiyetini kökleştirmeğe yarıyacak şekillerde tefsir edildi.

İşte bu miyanda eski hikmet erbabının talim ettiği yüksek reenkarnasyonizma fikri de, bazı mahafilde tenasüh fikrine dönerek dejenere olup gitti. Tenasüh fikri o kadar kuvvetle evvelkinin yerini tuttu ki bu gün dünyaya tekrar tekrar gelip gitme bahsini işiten birçok kimselerin aklına hemen bu gelir. Ve tenasühle reenkarnasyonizma arasında mevcudolan derin illi ( causal ) farklar kimsenin hatırından geçmez.

Reenkarnasyonizma bir tekamül vetiresidir.  Ruhlar madde alemlerinde bedenlerden bedenlere girerek onlar vasıtasiyle görgü ve tecrübelerini arttırırlar ve tekamül ederler. Binaenaleyh ruhun bir bedene girmesi keyfe veya tesadüfe veyahut herhangi maddi düşünceden doğmuş bir telakkiye ( mükafat veya mücazat gibi ) bağlı değildir. Bu, tekamül zaruretlerinin neticelendirdiği bir mihanikiyettir. Şu halde yükselebilmek için maddi bir vasıtayı kullanmış ve bunda muvaffak olmuş kimsenin daha ziyade yükselmek için diğer daha yüksek maddi vasıtaları kullanmak zarureti, onu tekrar eski vasıtasını kullanmaktan alakoyar. Bu vaziyet karşısında maddi insanlık mertebesine kadar yükselmiş bir ruhun, tekrar bir gül ağacı olarak dünyada yaşıyacağını kabul edebilmek için bedene girmenin bir tekamül vasıtası değil, bir gaye olduğunu kabul etmiş olmak lazımgelir. Böyle bir düşüncenin manasızlığını okuyucularıma şimdiye kadar yazmış olduğum fikirlerle izah etmiş oldum sanıyorum.

3 - Bu  günkü  umumi  telakki  karşısında
reenkarnasyonizma

Düşünce ve duyguları, dogmatik dinlerin veya akademik ilimlerin dışına çıkamamış münevverlerden bir çoklarına bu satırlar daha şimdiden vabancı gelmeğe başlar. Bununla beraber ben devam edeceğim. Çok uzun tecrübe senelerinin doğurduğu kanaatle ilmin sonsuzluğuna ve nihayetsiz imkanlarına samimi olarak inanmış bir insan gibi aziz okuyucularımın üzerinde yazılarımın şu veya bu şekilde husule getirebileceği ilk tesirleri düşünmeksizin bu bahsin açılmasından büyük zevk duymaktayım.

Her yeni fikir yadırganır. Ben de ilk zamanlarda reenkarnasyon fikrine karşı bir yadırganlık duymuştum. Eğer sebatsız bir insan insiyakiyle bu yadırganlığım beni bu işlerden ilk hamlede vaz geçirmiş olsaydı bu gün de hala 20 – 25 sene evelki iptidai düşünce ve duygularımdan kendimi kurtaramamış olurdum. Netekim, bugün kendileriyle bu mevzu üzerinde görüştüğüm bazı dostlarımın, benim evvelden düşünmüş olduğum ve şimdi yersiz ve manasız bulduğum itirazları aynen tekrarlamalarını, şüphesiz haksız olarak, hayretle karşılamaktayım.

Evvelce derdim ki bir insanın tekrar tekrar dünyaya gelip gitmesi nasıl mümkün olabilir?!.. Böyle bir iddiada vehmolunan geçmiş hayatlardan hiçbirine ait en ufak hatıranın mevcudolmamasını düşünüyor, insanların koskocaman birer adam halini aldıktan sonra tekrar çocuk olarak dünyaya gelmeleri, hatta babanın kız, kızın baba veya dayı halinde yeniden doğması gibi aklın, mantığın ve ilmi mevzuatın ilk hamlede kabul edemiyeceği birtakım fikirleri acayip buluyor ve bir türlü hazmedemiyordum. Bunlar olsa olsa eski zamanların batıl itikatlerinden kalmış birtakım hurafelerdir, diyordum. Fakat seneler geçti, doğrudan doğruya hayattan aldığım acı ve tatlı tecrübeler ve yetişkin mertebelere varmış muhtelif memleketlerdeki araştırıcıların yaptıkları tetkikatın neticeleri ve nihayet kıymetli mesai arkadaşlarımın yardımlariyle elde etmiş olduğum yüksek alemlerdeki büyük kardeşlerimizin alimane ve hakimane tepliğleri köhne ve dümeni bozuk fikirlerimi değiştirdi, onlara ilmi istikametler verdi. Bugün beni: ( eski fikirleiimde meğer ne kadar toy ve gafil imişim ) diyebilecek bir duruma koydu.

Birkaç sene evvel bir mecliste reenkarnasyon bahsi görüşülürken azçok münevver sayılmakla beraber ilim dağarcığı pek de dolu olmadığı anlaşılan bir zat hemen atılarak : << Bu nasıl olur, ben hiçbir zaman saman yediğimi hatırlamıyorum. >> demiş ve bu << hakimane >> kelamiyle ruh hayatımızın dünyada hayvanlık mertebesi olamıyacağını hemen ısbat edivereceğini sanmıştı. [ 1 ] O zaman, kendi kendine karşı haklı olan bu saçlı sakallı adam bana çocukluğumu hatırlatmıştı. Zira henüz çocuk denecek kadar genç zamanlarımda ben de böyle düşünmekteydim. Fakat sonraları öğrenmiştim ki eğer kainatın gayrikabili nüfuz olan büyük esrarı ve hakikatlerin yalnız benim zavallı cılız ve marazi hafıza ve hatıralarımla kıymetlenmiş olsaydı kendi varlığımdan dahi şüphe edecek kadar hakikatlerden uzaklaşmış olurdum. Ve belki bir milyon sene evvel saman yediğini hatırlayamadığı için o zamanki hayatını inkar etmek salahiyetini kendinde gören bu zatın, bundan birkaç sene evvel anne sütünü içtiğini hatırlayamadığı için de çocukluk hayatını inkar etmesi lazım gelirdi.

Muhtelif zamanlarda ruhun, tekamül ihtiyaçlarına göre ayarlanmış muhtelif bedenler içinde, kesif maddeler dünyalarına gelip gitmeleri, insan ilminin en ehemmiyetli ve faydalı bir bahsini teşkil eder. Binaenaleyh bunun da bir çok vakıaları, müşahedeleri ve tecribi tetkik yolları olmak lazımgelir. İşte bu kitabımızın başlıca mevzuunu bunlar teşkil edecektir.

4 – Reenkarnasyonizmanın manası ve delaleti

Bu kelime, tekrar ete girme manasına gelen << reenkarnasyon << dan doğmuştur. Ve metapsişikte, ruhların dünyaya tekrar tekrar gelip gitmelerini kabul eden bir mesleğe alem olmuştur.

[ 1 ] – Bu mübahase 1931 senesinde Adanada bir muallimler odasında geçmişti.

Fakat, evvelce de söylediğimiz gibi bu yolda, tekamülü daima esas tutmak icabeder. Ruhların tekamülü birçok tecrübe hayatları içinde gayet yavaş olarak vukua gelir. Ebediyet içinde sıfır mesabesinde kalan birkaç senelik insan ömrü, bir ruhu en yüksek kemal derecesine ulaştıramaz. Bir varlığın bu gayeye varabilmesi için dünyamızın içinde olduğu gibi bütün kainatta geçireceği sayısız tekamül merhaleleri vardır. İşte bu merhalelerin dünyamız da geçen kısımları reenkarnasyon yolu ile temin edilir.

İnsanın yer yüzündeki şuursuz çocukluk, basiretsiz gençlik, ihtiraslı kahillik ve nihayet olgun ihtiyarlık çağları onun bir tek hayatında geçen tekamül merhaleleri olduğu gibi; nebat, hayvan ye insan bedenlerinde geçecek olan bir çok varlıkları da dünyadaki tekamül merhalelerinden başka bir şey değildir. Netekim bütün kainatın sayıya girmeyen buutlarındaki alemlerinde, bilmediğimiz tarz ve teşekküllerde ruhun geçireceği maddi diğer sayısız hayatları da bu merhalelerin temadisi olacaktır.

İnsan ruhunun maddi hayatı, halkaları nerde başlayıp nerde bittiği belli olmıyan, bir zincire benzer. Onun her tekamül merhalesi bu zincirin bir halkasıdır. Bir zincirin halkaları birbirine nasıl sıkıca bağlanmışsa umumi hayat zincirinin maddi dünyalardaki halkaları da öylece İlliyet prensibi ile birbirine bağlanmıştır. O tarzda ki bunlardan birisi kendisinden sonra gelecek halkanın illeti olur.

Madde alemindeki ruh hayatının tıpkı bir tek hayatta olduğu gibi, çocukluk devresi vardır. Bu devre dünyamızda, mazinin hayvanlık ve nebatlık alemlerindeki şuursuzluğu içinde kaybolur. Ruhun olgunluk devrelerine ait istikbale gelince: orada doğan büyük güneşlerin parlaklığı karşısında da gözlerimiz kamaşır ve bir şey göremez oluruz.

Şu halde reenkarnasyonizma bahsini mütalaa ederken her şeyden evvel söylemek isteriz ki enkarnasyonların nerde başladığını ve reenkarnasyonların nereye kadar devam edeceğini zaman itibariyle tayin etmeğe çalışmak buradaki mevzuumuz içinde değildir. Bundan bir netice çıkar: bu bahis, gerek metafizikte sık sık görülen ispekülatif manevralara ve gerek dogmatik dinlerde mevcudolan mutlak hükümlü kanaatlere açık değildir. Reenkarnasyonizmayı moral neticeleriyle beraber tecribi ve mütevazı bir hikmet yolu olarak kabul etmek lazımdır. Orada daima yenileşme vardır. Sabit kalan hiç bir şey yoktur. İnsanın maddi hayatında bir saat nasıl bir daha dönmemek üzere geçiyor ve yerini kendisinden daha verimli diğer bir saate bırakıyorsa çeşitli ömürler içinde akan bir zamanın sırtında taşıdığı realiteler de öylece geçerek yerlerini kendilerinden daha yüksek realitelere terkediyorlar. Bu hakikati reenkarnasyonizmadan daha iyi ifade ve izah edecek bir bilgi yolu tanımıyoruz.

İşte bu bakımdan, tam manasiyle kabul edilmiş reenkarnasyonizmanın mütalaası, sonsuzluğunda büyük zevkler bulunan bir sahada insanı nurlandıran kıymetli ve faydalı ve hatta lüzumlu bir meşgale olur.

5 – Tekamül ve reenkarnasyonizma

Acaba hayat sahipleri, dünyaya niçin gelmişlerdir? Dünya hayatına bağlanmaların, birçok ıstıraplara ister istemez maruz kalmaların, haksızlık ve adaletsizlikle dolu görünen hayat sahnesinin binbir türlü dramlarında aktörlük etmelerin illeti ne olsa gerektir?... Bazılarına göre ihmali kabil derecede az mühim görünen ve bazılarının da manasızca ve mantıksızca tefsirlerine maruz kalan bu meselenin hakikatte ehemmiyeti çok büyüktür.

Nispi ve izafi her şeyin oluşundaki noksanlık bir zarurettir. Nispilikte noksanlık firki bizzarure mevcuttur. Beyaz renkli dediğimiz zaman bir şeyin eksikliğini ifade etmiş oluruz. Bu eksiklikte onun beyazdan başka renklerden mahrumiyetidir. Bunun gibi, en büyük bir insan dediğimiz zaman bile onda, daha az büyüklükten itibaren bütün küçüklük vasıfları noksanlığını göstermiş oluruz. Binaenaleyh her sıfat aynı zamanda bir kusurun ifadesi olur. Nebat, hayvan, insan ve kainatta nispi her şey kendilerine nispet ve izafe edilenden başka şeylerin eksikliğiyle maluldürler. Demek izafi olan her şeyde noksanlık bir zarurettir. İzafiyet ve nispet ancak Halik hakkında bahis mevzuu olamaz. Ve bu sebepten biz, Onu bildiğimiz veya bilmediğimiz hiçbir vasıfla vasıflandıramayız. Gene bu bakımdan izafi hiçbir varlığın, hiçbir vakit Mutlak olamıyacağı zaruretini de kabul etmiş bulunuruz. Zira, ne olursa olsun, nasıl düşünülürse düşünülsün, bir an için bile her hangi bir vasfı kabul etmiş varlık Mutlak addedilemez.

Bütün mahlukatın kemali nispidir. Ve buradaki kemal dereceleri bir takım nispi realitelerle temayüz eder. Dünyada her varlığın tekamül halinde bulunduğunu tekamül bahsinde uzun uzadıya yazmıştık.

Dünyaya ilk girdikleri andan itibaren mütemadiyen tekamül eden varlıkların haline bakarak, onların dünyaya ilk geldikleri zamandaki kemal derecelerinin de kazanılmış olduğunu kabul etmemiz lazımgelir. Kemal insanlara zorla verilmiş veya rastgele dagıtılmış bir hediye değildir. Ruhlar, gösterdikleri cehit nispetinde ileri giderler. Biz dünyada ruhların ancak böyle birçok cehit sarfederek yükselebildiklerini görüp dururken, onların dünyaya ilk ayak bastıkları andaki derecelerinin müktesep olmadığını iddia edemeyiz. İşte, bu görüş bizi zaruri olarak enkarnasyon fikrine götürür. Bir hayatında kendi imkanları nispetinde tekamül eseri gösteren bir köpek ruhu, tekamülünde öylece devam edecektir. Binaenaleyh bu ruhun, köpek bedenindeki bütün tekamül imkanlarını tüketinceye kadar bu bedende gelmesi ve ondan sonra tekamül ihtiyacına uygun daha müsait diğer bir hayvan bedeninde enkarne olması tabiidir. Maddi hayat ruhların tekamülü içindir. Ve bu hayatın sonsuz şekilleri tekamülün sonsuz merhalelerini temin eder.

Demek bir tek dünya hayatı asla bir gaye değildir. O, ruhun maddi teşekkülat içinde vukubulan tekamül merhalelerinden birini ikmal etmek için bir vasıtadır. Üstatların sözleri bu fikri takviye ediyor:

<< Varlıkların tekamülleri için dünyaya gelmeleri lazımdır. Netekim dünyaya gelmiş bir insan dünyada hiç bir iş yapmasa, vaktini devamlı bir uyku içinde geçirmiş olsa ona << ilerliyor >> denemez. Dünyadaki faaliyetin tevlidettiği bir unsur vardır ki onu başka bir şey asla temin edemez. >>

Bu sözler, aynı zamanda, dünyada geçirilecek pasif bir itikaf hayatının, evvelce uzun uzadıya söylediğimiz gibi, tekamül bakımından hatalı olduğunu da tebarüz ettirmektedir.

Hulasa, bir tek hayat ruhun bütün tekamül ihtiyaçlarına cevap veremez. Ve bir dünya hayatında işini bitiremiyen bir ruhun ikinci bir hayatta yaşaması, birinci hayatta yaşamasını intaceden sebeplere bağlı zaruretlerden ileri gelir. İkinci hayatın bu zaruretini kabul etmemek, birinci hayatın zaruretini de inkar etmek olur.

Evvelce söylendiği gibi, ruhlar tekamül ederken içinde bulunacakları maddi muhitlerin kendi seviyeleri nispetinde yüksek olması lazımgelir. Bu mütalaayı aşağıdaki şema ile göstermek mümkündür: ( şekil:14 )

                                                                                   Şekil : 14

A – B  hattı ruhun dünyadaki maddi başlangıç noktası itibar edilmiştir. Hatlar, ruhun maddi; noktalar da manevi varlığını temsil ediyor. A dan C noktasına kadar maddi ve manevi varlıklar aşağı yukarı beraberce yükseliyor. C den itibaren maddi varlık fizikoşimik tesirlerin altında bir duraklama devresine giriyor. Fakat ruh varlığı yükselmesine devam ediyor. D noktasında maddi varlık gene aynı kanunlarla aslına rücu etmek üzere aşağı doğru iniyor. Buna mukabil ruh varlığı yükselmesine devam ediyor. Demek maddi ve manevi hayatlar arasında evvela bir muvazilik sonra inhiraf, nihayet bir uçurum peyda oluyor. Bu, bir tek hayatın şemasıdır. E noktası ölüm anına tekabül eder. Bu noktada, maddeler dünyadaki menşelerine döndükleri zaman, şemada görüldüğü gibi, ruh ondan tamamiyle kurtulmuş ve aksi istikamette, yani yukarıya doğru yol almış bulunmaktadır. Fakat bununla ruhun tekamül ihtiyacı sona ermiş değildir. Netekim o, bu ihtiyacına tekabül eden A` noktasında daha yüksek tertipteki diğer bir maddi hayata başlıyacaktır. Ve E – F ile gösterilen Ispatyom hayatını müteakip ruh, A` – B` hayatında tekrar aynı devri tekamülünü yapacaktır. Bu suretle ruhun tekamül ihtiyaçlariyle taayyün eden I, II, III… ilh. maddi hayat devreleri, birbirinden yüksek olmak üzere üç buutlu kainatımızda devam edip gidecektir. Bu hayatların cevelangahı yalnız dünyamız değildir. Bütün maddi alemlerdir. Ruh yükseldikçe daha yüksek hayatlara kavuşur. Bunun en iyi misalini biz kendi maddi varlığımızı, nebatların ve hayvanların varlıklalariyle mukayese ettiğimiz zaman görürüz: nebatlarda mevcudolmıyan hayat zevklerinin hayvanlarda, onlarda bulunmıyan zevklerin de insanlarda bariz olarak görünmesi; insanlarda bulunmıyan ve varlıklarından şüphe bile edilmiyen kimbilir ne kadar büyük zevklerin daha yüksek varlıklarda mevcudolması lazımgeldiğine bizi inandıracak en kuvvetli delillerdendir.

Her enkarnasyon bir evvelkinden yüksektir. Fakat bu yüksekliği sathi bir düşünce ile ne zenginlikte, ne şerefte, ne dünya göziyle itibar olunan maddi büyüklükte aramamak lazımgelir. Bu yüksekliğin en iyi miyarı manevi nüfuz ve kudrettir. Esasen nebat - hayvan - insan arasında mütalaa edilebilen bütün büyüklük farkları bize bu hususta kafi derecede bilgi verir. Bir fil, hatta bir manda maddi varlığı bakımından insana nazaran büyük ve kudretli bir mevcudiyettir, fakat insanın manevi varlığı karşısında pek az bir şeydir. Bu mütalaada ne kadar ileri gidebilirsek istikbalimizin, istikbaldeki enkarnasyonlarımızın, ve daha yüksek buutlardaki maddi hayatımızın parlaklık derecelerini o kadar açık olarak sezebiliriz.

Üç buutlu alemimizde enkarnasyon yeri yalnız dünyamız değildir. Gerek üç buutlu alemlerden [ 1 ] gerek ruhların tekamülünden [ 2 ] bahsederken kainatta her yerin meskun olduğunu ve hayattar varlıklardan azade bir yerin bulunmadığını söylemiştik. Binaenaleyh bir dünyanın bütün icapları, orada geçireceği birçok reenkarnasyonlarla, idrak ve ikmal etmiş bir ruhun kendisine müsait hayat şartlarını temin edecek daha yüksek bir dünyada reenkarne olması tabiidir. Buradaki << müsait hayat şartları >> ndan maksat şudur: ruhlar yükseldikçe maddelerin esaretinden, yani maddi bağlardan kurtulurlar ve o nispette serbestleşirler. Binaenaleyh enkarne olacakları muhitin o nispette kendi melekelerini serbestlikle kullanmalarına müsait durumda bulunmaları lazım gelir ki bunu da daha az kesif maddeleri ihtiva eden dünyalar temin eder.

Ruhun tekamülü madde alemindedir. Ve onun geriliği de maddi şartlara bağlıdır. Yani ruhların geriliği maddi kainatla olan münasebetlerindedir. O halde maddi kainata inmezden evvel ruhların geriliği bahis mevzuu olamazdı. Binaenaleyh bir zaruretle bu kainata inen ruhların oradaki geriliklerini gidermeleri de zaruridir. Bunu temin eden şey, ruhların burada geçirecekleri görgü ve tecrübe hayatlarıdır. İnsan ruhu hiçbir şeyi görüp tecrübe etmeden öğrenemez. İşte reenkarnasyonu zaruri kılan amillerin başına bu gelir.

6 – Fert - cemiyet  meselesinin  tekamül  ve
reenkarnasyonizma karşısındaki mevkii

Bir tek hayatı ele alalım ; ruhun edebi hayatı karşısında bu bir tek hayatın ne kıymeti vardır?... Mütekamil bir insan bile dünyayı terk edeceği sırada arkasına baktığı zaman birçok kusurlarla malul bir hayat geçirmiş olduğunu görür. Eğer hayat tekamül için ise bunun manası nedir?...

Dünyaya gelmenin rasgele bir şey olduğunu kabul edemiyoruz. Tesadüfe inanılamıyacağını evvelce yazmıştık. Burada ileri sürülen bir mesele üzerinde durmanın sırası gelmiştir:

Fertler cemiyeti yükseltmek içindir, denir. Cemiyet maşeri hayatın müşterek bir binasıdır, her fert oraya ömründe bir taş koymakla mükelleftir. İnsan hayatında bu işi ne kadar çok yapabilmiş ise insanlık vazifesini o kadar iyi görmüş ve gayesine varmış sayılır. Binaenaleyh insan dünyaya bunun için gelmiştir ve bu vazife görüldükten sonra onun işi bitmiş olur!..

Bu, yanlış yolda inkişaf etmiş, oldukça bayat bir fikirdir. Bu fikre göre cemiyeti bir gaye, ferdi ise vasıta olarak kabul etmek icabediyor. Burada bir realite vardır: fertler şüphesiz cemiyeti yükseltiyor. Fakat fertlerin bu faaliyeti cemiyeti yükseltmek gayesiyle değil, kendi varlıklarını yükseltmek içindir. Fertlerin yükselmesine vasıta olan cemiyetin onlarla beraber yükselmesi bir zarurettir.

Cemiyet mi ferdi, yoksa fert mi cemiyeti yaratır, meselesi uzun bir yılan hikayesine benzer. Biz buna baştan başlamak istemiyoruz. Ancak, bu meselenin ruhunu alakalandıran bazı noktalara temas etmek istiyoruz.

Fertlerden ayrı, mücerret << cemiyet >> diye bir şey yoktur. Fertler vardır. Ve fertlerin topluluğundan doğan cemiyet dediğimiz bir teşekkül vardır. Fertleri ortadan kaldırınca cemiyet mefhumu bir vahimeden ibaret kalır. O halde cemiyet için ferdi varlık bir zarurettir, fert olmazsa cemiyet olmaz. Fakat buna mukabil cemiyet  mefhumundan ayrı müşahhas varlıklar halinde fertler vardır. Ve bunların; şahsiyetlerini tebarüz ettiren kispi ve viladi kazançları, yükseklik dereceleri vardır. Demek fert için cemiyetin varlığı zaruret değildir. Cemiyet olmadan da fert mevcuttur.

Cemiyet sadece, ferdi varlıkların topluluk ifadesinden başka bir şey değildir. Cemiyet yükseliyor demek, onun fertleri yükseliyor demektir. Bu hükmün bir nazariyeden ibaret kalmaması, cemiyeti kuran fertlerin selameti ve saadeti için lazımdır.

Şu halde İlliyet prensibi bakımından fertler illet, cemiyet neticedir. Tekamül bakımından da fertler gaye, cemiyet vasıtadır. Yükselmek istiyen insanların bu hakikati görebilmeleri çok faydalı olacaktır.

Bin insan oğlunu dünyaya ayak bastığı andan ölünciye kadar takibedersek kendi cehitlerinden başka muhitinin, cemiyetin, velhasıl bütün tabiatın onu kemale sevketmek için adeta seferber edilmiş olduğunu görürüz.

Ana kucağında, aile ocağında, mektep hayatında çocuk; senelerce bazen tatlı, bazen de haşin vetirelerle en sıkı bir kayıt ve inzibat altında sevk ve idare olunur. İnsan ömrünün en aşağı dörtte biri böyle geçer. Fakat aile ve mektep hayatının inzibatından henüz kurtulamadan insan oğlu, daha çatık çehreli diğer teşkilatın pençesine düşer. İş ve ev hayatları, askerlik, memuriyet gibi kayıtlar onu sımsıkı bağlar. Cemiyet hayatının böyle binbir şekilde kurulmuş ağlarının birinden insan oğlunun kurtulması ancak diğerine düşmesi için olur. Bu sırada o, bir kayıttan kurtulmak ümidinin daha mazbut diğer bir kaydaltına girmekle kırıldığını göre göre nihayet, eğer zayıf ruhlu ise ve eğer bu hakikatlerden haberi olmıyacak kadar toy ise, bütün ümitlerini kaybeder ve yese düşer. Haksızlıktan, müsavatsızlıktan, hürriyetsizlikten… ilh. lüzumsuz ve beyhude yere bahseder durur. Fakat o, bu isyankarane hareketlerinde ne kadar ileri giderse gitsin biri çözülürken diğeri bağlanan kuvvetli cemiyet bağlarının zabıt ve rabıtlarından kendisini bir lahza bile kurtaramaz. Hatta bilakis, onun bu sabırsızca hareketleri bu bağların gittikçe sıkılaşmasını da mucibolabilir.

Aile terbiyesi, mektep terbiyesi, askerlik terbiyesi, memuriyet ve iş terbiyesi, içtimai hayat terbiyesi…. ilh. gibi sayısız kayıtlar ve şartlar ve bunların müeyyidesi olan ferdi ve maşeri vicanların ahkamı, resmi nizamnameler, kanunlar; ne kadar sıkıcı, ne kadar zorbaca görünürse görünsün ferdin tecrübesini arttırmak, onun kemalini temin etmek bakımından lüzumlu ve zaruridir. Hadiselerin iyiliği veya fenalığı hakkında verdiğimiz hükümlerde daima aldanmakta olduğumuzu tesadüf bahasinde yazmıştık. Burada okuyucularımıza onları hatırlatmakla iktifa ederiz.

Cemiyetin bir suçluyu cezalandırması adeta otomatik bir iştir. Burada ileri sürülen sebeblerin çoğu geri planda kalır. Daha ön planlardaki illetleri görebilen insanlar pekala bilirler ki cemiyette suçlunun cezalanmasında amil olan asıl sebep, ferdin cemiyet kuyudatı yardımı ile tekamül etmesidir.

Demek ki dünya hayatında fertle cemiyet arasında tekamül vetiresi bakımından sıkı münasebetler vardır. Bu münasebetler bazen düz, bazen de ters istikametlerde olabilir. Yani geri cemiyette ilerlemiş ruhlar veya ileri cemiyetlerde de geri kalmış ruhlar bulunabilir. Bu noktada da zahire tapılıp yanlış bir düşünceye saplanmamak için İlliyet prensibini daima göz önünde tutmak lazım gelir.

O halde dünyamız öyle büyük bir mektep, öyle mükemmel bir terbiye müessesesidir ki orada her ruhun görgü ve tecrübesini merhale merhale arttıracak sayısız dershaneler bulunur. Hoca ve talebesiyle bir mektep dershanesi, o dershanenin müdavimleri için nasıl gaye değil, vasıta ise tıpkı onun gibi dünya dershanesi olan cemiyet hayatı da fertler için gaye olmayıp bir tekamül vasıtasıdır. Sözü buraya kadar getirdikten sonra şimdi dünya hayatına tekrar tekrar neden girmiş olduğumuzu daha kolaylıkla münakaşa edebiliriz.

7 – Ruhları  dünya  hayatına  tekrar  çeken  amiller
hakkında birkaç misal

Ruhların dünyaya inmesinde ve bir takım tecrübeler geçirmesinde yüksek tekamül gayesinin, bizim sezebildiğimiz en büyük bir amil olduğunu birinci ve ikinci kitaplarımızda uzun uzadıya yazmıştık. Dünyada görünen bir çok ihtirastan ve maddi cazibeden mütevellit arzular ancak ruhların maddeye bağlılıklarından doğmuş birer netice idi. Fakat bu neticelerin de, onların dünya hayatındaki eprövleri şu veya bu istikamette geçirerek tekamül edebilmelerine vasıta olduklarından evvelce bahsetmiştik. Binaenaleyh << ruhları dünya hayatına tekrar çeken amiller >> diye aşağıda verdiğim bazı misalleri, onların dünyaya gelmelerinde hakiki amiller olarak kabul etmediğimi, ancak hakiki tekamül illetine birer vasıta olarak, henüz haki hayatın icaplarından faydalanmak ihtiyacında bulunan geri ruhları dünya eprövlerine katlanmağa yarıyan birer saik olarak okuyucularıma takdim ettiğimi hatırlatmak isterim. Fakat bunların, böylece arka planda bulunan daha yüksek gayelere ve illetlere birer vasıta olduklarını unutmamak şartiyle bize nazaran ön safta birer amil gibi kabul edilebileceğini düşünmek mümkün olur. Şu halde aşağıda vereceğimiz misallerin çoğu henüz dünya hayatına bağlı ve bu bağlılık yüzünden maddi arzularına ve ihtiraslara mağlup azçok geri ruhların hayatına aittir.

Prof. X…. Otuz senedenberi üzerinde çalıştığı bir meseleyi henüz halledememiştir. Yaşı altmışı çoktan geçmiş bulunuyor. Senelerce ilim kitapları ve laboratuvarın küflü havası içinde ömür çürütmüş olan bu adam acaba eserini bitiremeden göçüp gidecek mi?.. Filhakika böyle geçen endişeli günlerin birinde ufak bir ateş, birkaç öksürük bu işi nibayete erdirir ve o, gayesine yarmadan gözlerini dünyaya kapayıverir.

Bu adamın şahsiyetinin ölmediğine göre, dünyada senelerce kendisini itibari bir ideale bağlıyan hırsla – ve bu hırsı doğuran sebeplerin o şahsiyette devam ettiği müddetçe – onun tekrar yeryüzüne inmek istemesi kadar tabii bir şey tasavvur edilemez. Böyle olunca o, bütün bu işlere sebebolan hakiki amillerin istihdaf ettiği gayeler gerçekleşinceye kadar, yani bu ruh, muayyen bir kemal derecesine varıncaya kadar bu ilim hırsında ve buna benzer diğer hırslarında devam edecek, bunun için de dünyaya bağlı kalacaktır. Zira bu hırsın istihdaf ettiği ilmi mesai bu dünyaya mahsustur ve ancak burada tahakkuk sahasını bulacaktır. Bu bakımdan Ispatyomun ince maddeleri onu tatmin edemez. Binaenaleyh dünyada iken o, nasıl kendisini her şeyden tecridedip bu işe başlamış ise şimdi de aynı saikler altında öylece dünyaya bağlanmış ve çekilmiş olacaktır. Ruhi durumu ve anlayışı kifayet derecesinde değilse belki o, bu işe bir gaye olarak ta sarılabilir. Fakat gaye olarak sarılmış olduğu bu işin tavassutu ile bilmeden tekamül etmesine, onun bu yanlış kanaati engel olmaz. Netekim eğer o alimin ilim hırsını doğuran asıl gerilik sebepleri ortadan kalkmış bulunursa son dünyadan ayrılışında, ne kadar bitmemiş işleri arkaya bırakırsa bıraksın o, bir daha dünyaya dönmek ihtiyacını duymıyacktır.

Diğer bir misal: A… Bir milyonerdir. Bütün hayatı müddetince toplamış olduğu altınları onun her şeyidir. O, bunları elde etmek için ne kadar büyük fedakarlıklara katlanmıştır! Onun için milyonlarının dışında hiçbir varlık kıymet kazanamaz. Ve böylece bir hayat bir boşluktan ibaret kalır.

Her hırs gibi bu da beslendikçe, daha doğrusu kendisini doğuran maddi hadiselere karşı mağlubiyet arttıkça beslenir ve kuvvetlenir. Para tuzağına düşmüş bu mahpusu ölüm fikri ta cangahından vurur. Günün birinde o, kendine aidolan bu kadar serveti nasıl bırakıp gidecek?. Fakat, bütün hadiseleriyle bir lahza bile durup dinlenmeden yuvarlanan dünya hayatında, hava değişir ve korkunç gün gelip çatar. Bütün zenginliği altınlarına inhisar eden bu adam onları dünyada ötekinin berikinin eline bırakmak zorunda kalınca dört başı mamur bir fakirlik içinde kaldığını acı acı duyar. O, şimdi çırçıplak bir haldedir. Her şeyi mahvolmuştur. Ruhunda kendisini teselli edecek manevi hiç bir kazanç taşımadığından Ispatyom hayatı bomboş kalır. Zira o, dünya hayatında iken iyice inanmıştı ki hayatın gayesi para biriktirmektir ve bunun için gösterilecek bütün faaliyetler birer vasıtadan ibarettir. O halde milyonları kaybolmuş bir hayat hiç bir şey değildir. Bu durum kendisi için hakiki bir işkence olur. O maddelerin esiridir. Onlara hakim olacak kuvvet ve kudretleri henüz kazanamamıştır. O, zayıftır. Binaenaleyh ruhunun yeni dir mücadele hayatına atılması, tecrübelere girişmesi ve yapılacak mümareselerle kuvvetlenmesi lazımdır. İşte bu zaruret onu tekrar dünyaya çeker. Fakat bu hal her vakit böyle şuurlu cereyan etmez. Yani onun tekrar dünyaya inişi bu kadar yüksek hesaplara dayanmaz. Tabiat ve tekamül zarureti ona öyle ilcalar verir ki onların tesiri altında o, ister istemez bu yola sürüklenir. Mesela; Ispatyomda bir türlü huzur bulamaz. Ispatyom hayatı yalnız serveti uğrunda yaşıyacak kadar maddeye esir bir milyoner için gayrı kabili tahammüldür. İlerlemiş ruhlar için mevcudolan oranın güzellikleri, hakiki saadetleri ve huzuru böyle ruhlar hakkında bahis mevzuu değildir. Onlar şimdilik yalnız bir şeye muhtaçtırlar, o da para kazanmaktır. Halbuki Ispatyomda geçmiyen şeylerin başında para gelir. Binaenaleyh o, bu arzusunu ancak yer yüzünde tatmin edebilir. Ve onun için arza tekrar inerken aynı zamanda kendisini bu gerilikten kurtarmağa yarıyacak hadiseleri de bilmeden ve yardımcı ruhların muaveneti ile beraberce dünyaya getirir.

Hiç sevmediğiniz bir kimseye veya hatta laalettayin bir insana fenalık yaptıktan sonra vicdanınızda husule gelen üzüntüleri tattınız mı? Bu öyle bir acıdır ki sükunet bulması bazı şartlara bağlıdır. Bu öyle bir ateştir ki sönmesi için her şeyden evvel yapılan fenalığın af ve tamir edilmesine ihtiyaç vardır. Bu veriteyi bir misalle izah edersek daha ziyade canlandırmış oluruz. Vereceğim misal klasik ispiritizma külliyatından alınmıştır. Bu, sevdiği bir kadını nişanlısı ile beraber kıskançlığı yüzünden öldürüp dünyada ve Ispatyomda ıstırap çeken bir insan ruhunun hikayesidir ki bu tebliğ o ruh tarafından bir enkarnasyon medyomu vasıtasiyle verilmiştir:

<< ….. Ben onu çoktanberi seviyordum. O benim bu sevgimi anlamadı. Gündüz onun ayak izlerini takibediyordum. Gece onu ruyamda görüyordum. Varlığım hakiki bir işkence balini almıştı. Beni reddettikçe onu daha çok seviyordum… Nihayet onun başka birisine aidolacağını anlayınca içim zulmetle doldu… Rakibime karşı bende hasıl olan kinin nihayeti yoktu… Bir gün onu beyaz gelinlik elbiseleri içinde gördüm… Akşam oldu… Bütün gürültüler kesildi. Bütün kinim uyanık duruyordu. O, beni kör yaptı ve elimde bir hançerle onların yanına sevketti. Deli olmuştum… Ruhumda iki cinayet canlanıyordu. Bundan başka bir şey düşünmüyordum. Gittim… Ve kudurmuşça, bir hamle ile ikisini de öldürdüm.

<< Caniyane suzuzluğum sükunet bulmuştu. Kaçtım. Kimse caninin ismini bilmiyordu. Ve hiçbir kimse benim ümitsizliğimi ve hicabımı da bilmiyordu. Ben insanların adaletinden kaçmıştım. Vicdanımın sesinden de kaçabileceğimi ümidetmiştim. Fakat; gece olunca ve cinayet saati tekrar çalınca ruhum donmağa başladı. Kalbimde dehşetli hatıralar canlanıyordu. Ve kimse, kimse bu ıstırap içinde beni teselli etmiyordu.

<< Gece oldu. Yaşıyan ölüler gözümün önüne geliyordu. Uykum yoktu. Huzurum yoktu! Vicdan azabı beni en şiddetli derecesinde işkence içinde bırakıyordu. Hiçbir zevk bu ıstırabı varlığımdan uzaklaştıramıyordu. Gecelerin sükuneti içinde ağlıyarak serseri gibi dolaşıyordum. Hiç kimseden benim için ve benimle beraber ağlamasını istiyemiyordum. Ancak sessiz gölgelerin benim için ağlıyacaklarını ümidediyordum. O!.. Daima o!.. Onun sesi bana << seni seviyorum! >> der gibi geliyordu. Fakat bunun bir hayal ( illusion ) olduğunu düşününce ıstırabım büsbütün artıyordu. Kendimi daha bedbaht buluyordum. Ne kadar yalandı! Onun sesi bana affedildiğimi söyleyemezdi!

<< Ey beni dinleyenler!.. O zaman içinde bulunduğum dehşetli hali sizler asla tasavvur edemezsiniz. Ölmek istemiyordum. Çünkü onunla karşılaştığım zaman hicabım daha büyük olacaktı…>>

( Aynı varlığın öldükten sonraki intibaları: )

<< Tanımadığım gölgeler gözümün önünden geçiyordu. Her şeyden korkuyordum. Hatta kendimden bile. Gölgeler bana yaklaşıyorlardı. Bazılarının çehresi müthişti. Bazıları bana merhametle bakıyordu. Deli olduğumu zannediyordum. Titriyordum. Birdenbire gölgeler etrafımda bir halka yaptılar. O anda kendimi nura gark olmuş gördüm. Bir melek bana doğru geldi… Ve bana elini uzattı, şunları söyledi: ( Artık üzülme!.. Ben bu saati sabırsızlıkla bekliyordum. Sana yalnız affımı değil sevgimi de veriyorum. Sen kafi derecede ağladın. Ve teselli edilmeğe istihkak kazandın… ) Kendime geldim. Artık ağlamıyordum. Vicdan azabiyle solmuş olan yüzümü bir tebessüm kapladı. Kalbime ümit geldi. Artık cinayeti görmez olmuştum. Mesuttum…”

( Aynı ruh muvaffakiyetle bitirmediği dünyadaki tecrübe hayatına tekrar başlamak üzere inmeğe hazırlanıyor: )

<< Çok kederliyim, buradaki saadet verici güneşi terk etmek üzereyim. Tekrar çocuk olacağım. Ruhum küçük bir bedende yuğurulacak ve artık kendimi tanıyamıyacağım. Ağırlaştığımı duyuyorum. Perisprim dünyanın seyyaleleriyle o kadar meşbu bir hale geldi ki bir daha medyomunuza dönemiyeceğim…>> ( 36 )

Şimdiye kadar söylediklerimize tevafuk eden bir çok noktaları muhtevi bu misaldeki sözlere ilave edilecek bir şey yoktur.

Herhalde, badasını öldüren müthiş canilerin mevcudolduğunu işitmişsinizdir. Böylelerinin uğrıyacağı vicdan azapları hiç şüphesiz pek korkunç olacaktır. Ruhun büyük bir zafını gösteren bu hareket onun tekrar dünyaya inmesinde tabiatiyle kuvvetli bir amil olacaktır. İşte ruh bu harekete kendisini sevkeden zafından kurtulabilmek için tekrar tecrübe meydanına zaruretiyle inecektir. Baba katili, ruhunda gittikçe alevlenen ve bütün varlığını zindan gibi karanlık ve işkenceli bir hale koyan ıstırablarını teskin edebilmek için af ve telafi imkanlarını, babasının ve babasını öldürdüğü zamanki ahval ve şeraitin mevcut bulunmadığı bir alemde nasıl temin edebilir? Bir ruhun olgunlaşması için yalnız affa mazhar olarak vicdan azabından kurtulması kafi değildir. Çünkü bütün bunlar birer vasıtadır, asıl gaye ruhun maddeler üzerinde müessiriyetini serbestçe kullanabilecek bir duruma girmesidir. İşte vicdan azabı, affedilmek ihtiyacı, dünya maddelerine kavuşmak hırsı…. gibi bir çok duygu ve temayüller hep ruhu tekrar maddi hadiseler içine yuvarlamak ve bu suretle onun görgü ve tecrübesini arttırarak kuvvetlenmesine yardım etmek içindir. Binaenaleyh affedilmek, vicdan azabından kurtulmak gibi ihtiyaçlar kadar irtikabedilen hatayı tamir etmek ihtiyacı da ruhta kendini gösterir. Taki o, evvelce muvaffak olamadığı tecrübe hayatına tekrar başlamak zaruretini duymuş olsun. Görülüyor ki arzular ve temayüller gibi af ve tamir veritelerini de biz, dünyaya inmenin gayesi değil, tekamülün vasıtası olarak kabul ediyor ve bu noktada da klasik bazı düşüncelerden ayrılmış bulunuyoruz.

Dünya hayatına girmek, maddi hadiseler arasında bir takım tecrübeler geçirmek içindir. Ruhun kuvvetlenmesi, müessiriyetini – ilahi kanunlara uydurabilmek suretiyle – maddi kainatta arttırabilmesi ancak tecrübelerle mümkün olur. Tecrüdesiz ilim olmadığı gibi tecrübesiz tekamül de yoktur. Tecrübe ile kazanılmış görgüden << iman >> doğar. İman ile kabul edilmemiş şeyler ruhun malı sayılamaz. Onlar, nihayet ruhun dışında yabancı birer hadiseden ibaret kalır.

Bu fikirlerle şunu da ifade etmek istiyoruz ki bizim kıymetlendirmek istediğimiz << iman >> dogmatik hükümlere dayanan esassız ve körü körüne olan bir inanmadan ibaret değil, görgü ve tecrübe ile kazanılmış bir duygudur.

Tecrübe, kafada mücerret halde bulunan bir bilginin müşahhaslaşması, yani şahsiyetin unsurları arasına girebilmesi için lüzumlu olan bir tekamül vetiresidir.

Her tecrübenin muayyen şartları vardır. O şartlar mevcudolmayınca tecrübe müspet netice vermez. Bu şartlar çok mütenevvidir. Bunları temin etmek suretiyle her şeyin kabili tecrübe olduğunu ve mutlaka tecrübe edilmesi lazım geldiğini söyliyebiliriz.

Şimdi tekrar baba katiline dönelim; bu ruhun yeniden bir tecrübe hayatına başlaması lazım olduğunu söylemiştik. Halbuki Ispatyomda bu iş için lazım olan tecrübe şartlarından hiç biri mevcut değildir. Oradaki maddelerin inceliği dünya maddelerinin manipülasyon tarzlarına müsaade etmediğinden katil, dünyadaki tecrübelerini orada tekrarlıyamıyacaktır. Yani, bu ruh ne babasını öldürmeğe kendisini sevkeden aldatıcı hadiseleri mesela para, şehvet, şöhret, mevkii v.s. gibi saikleri, ne de babasının öldürülebilecek et ve kemik gibi maddelerini Ispatyomda bulunamıyacaktır. Hulasa bu cani, bütün samimi nedametlerine ve maddeler içinde bir daha mağlup olmamak için göstermek istediği dütün cehitlerine rağmen tecrübelerine başlıyamıyacaktır. Binaenaleyh onun tekrar bir mukavemet tecrübesine girişebilmesi için lüzumlu şartları haiz olan dünyamıza girmesi icapeder.

C…Çok iyi bir kadındı. Mesut idi. Bilhassa sevdiği yavrusu onun bu saadetinin temelini teşkil ediyordu. Hatta yavrusunun en ufak bir rahatsızlığı onun bütün huzur ve saadetini kaçırmağa kafi gelirdi. Beklenilmiyen bir günde o, henüz hayatının ortasına bile gelmeden dünya maddelerinden ayrılıverdi. Acaba bu ani ayrılış onun ruhundan evladının sevgisini söküp attı mı? Hayır! çünkü ruh sevgisi dimağ cevherine bağlı maddi bir vasıf değildir. Bir defa insan ruhunda doğduktan sonra o da ruh gibi ebedileşir ve ölmez. Hatta ruhun bütün kazançları gibi o da bizzarure tekamül ve inkişaf eder. İşte kaide halinde olmamakla beraber bu kadın evladını takibetmek, onunla tatlı veya acı tecrübeleri beraberce geçirmek veya ona maddeten de destek olabilmek ve bazı yardımlarda bulunmak için bir müddet sonra çocuğunun yanında tekrar dünyaya gelebilir.

Biz ruhları dünyaya çeken sebeplerden pek azına şu bir kaç misalle temas etmiş olduk. Halbuki ruhların reenkarnasyonları sayısız sebepler altına vukua gelir. Bunların mükemmel tasnifini yapmağa bugünkü bilgimiz müsait değildir. Gelecek araştırıcıların, bu husustaki bilgileri biraz daha ileri götürerek bu işte muvaffak olacaklarından eminiz.

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana