RUH VE KAİNAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 21

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%204.jpgÇOCUK HASTALIKLARI VE ÖLÜMLERİ

Şuurları dünyada henüz inkişaf etmeden kısa bir müddet ikametten sonra dünyayı terkeden veya maluliyetler içinde kıvranan çocuklara sık sık tesadüf edilir. Eğer söylendiği ve bilindiği gibi dünyaya gelmekten maksat birtakım ıstıraplı tecrübeler geçirmek ve bu suretle yükselmek ise henüz bu tecrübeleri idrak etme çağına girmeden ölmenin veya ıstıraplar içinde kıvranmanın ne manası kalır? İşte reenkarnasyonizmadaki maksatlara zahiren aykırı görünen hallerden biri de budur. Fakat bu düşünce doğru değildir. Bunun doğru olmadığını başlıca iki noktai nazardan tebarüz ettirebiliriz: Bunlardan birisi ruhun umumi tekamülünde çocukluk hayatının hiç bir boşluk hasıl etmediği, ikincisi de ruhların umumi tekamülünde çocukların mühim roller oynadığı noktai nazarlarıdır. O halde bunları ayrı ayrı mütalaa edelim.

I – Çocukluk hali yer yüzündeki tekamül imkanını
ortadan kaldırmaz

Dünya şuuriyle kendini müdrik olmasa bile ruh, buradaki tecrübelerine daha ilk yaşlarından itibaren başlar. Tecrübelerdeki muvaffakiyetin mutlaka dünya şuuriyle kaim olmadığı hakkında uzun uzadıya söylemiş olduğumuz evvelki sözler [ 1 ] hatırlanırsa bu bahis kısmen aydınlatılmış olur.

Beşiğinde mışıl, mışıl uyurken hiç bir şeyden haberdar olmıyan bir bebeğin muhitinden mütemadiyen tesirler aldığını ve bu tesirlerin bir gün onun hayatında şu veya bu tarzda tezahürler gösterebildiğini tecribi psikolojinin ortaya koyduğu deliller bize açıkça göstermektedir. Evvelden beri söylediğimiz gibi, insanın madde alemlerinden istifade etmesi ve maddi hadiselerden intiba edinebilmesi uyanık ve etrafiyle alakadar olması ile meşrut değildir. Uykudaki insanların, mecnunların, hastaların şuurları olmadığı zamanlarda da tekamül ettiklerini ve muhitlerinden bazı tesirler aldıklarını evvelki bentlerde izah etmiştik, oraya tekrar dönmiyeceğiz.

Bunun gibi çocuklar da farkında olmadan muhitlerinden mütemadiyen tesirler alırlar. Bunu bazı nadir hatırlamalarla, çoçuk terbiyesi mütalaasından alınmış müsbet müşahedelerle ve nihayet bize çok kıymetli bilgiler veren marazi ve tecribi EKMİNEZİ ( Ecmnesie ) halleriyle tetkik ve tahkik etmek mümkündür. Geçen bentte Tolstoinin bir bebeklik hatırasını iktibas etmiştim. Çocuk terbiyesinden alınan neticeler bütün terbiyecilerce malumdur. Çocuk beşikten itibaren terbiye olmağa başlar. Evvelce bir mecmuada makale serisi halinde ve ( musiki ruhun dilidir ) serlavhasiyle yazmış olduğum bir yazıda bundan uzun uzadıya bahsetmiştim. Bilhassa ekminezi hadiseleriyle daha iyi aydınlanan bu bahsi, bu ışık altında incelemekte burada da devam edeceğim.

a – İlk olarak, evvelce verdiğim Dr. Pitre’nin 17 yaşındaki süjesiyle yaptığı tecrübeyi hatırlatırım. [ 1 ]

Esasen bilinen hadiselerin telkin ile unutulması ve tekrar hatırlanması şaşılacak bir şey değildir. Fakat çocuklukta konuşulan ve sonra unutulan bir dilin tamamiyle kaybolduğunu kabul edersek bunun tekrar telkinle ihya edilebileceğini düşünemeyiz. Bu, bir adamı telkin ederek hiç bilmediği bir dille konuşturulabilmek iddiası kadar abes olur. yukarki misalde eğer telkin bir rol oynuyorsa bu, ruhta mevcut gizli hatıraların ihyası fikrini bize zaruri olarak kabul ettirir.

b – Dr. Burot’nun süjesi Jeanne’da hipnoz halinde beş yaşına getirildiği zaman okumasını ve yazmasını unutmuş bir hale giriyor. Ve onları yeni yeni öğrenmeğe başlıyor. O zaman yapmış olduğu hataları ayniyle tekrarlıyor. Ve o yaşının bütün haleti ruhiyesini gösteriyor. ( 75 )

Fakat beş yaşından evvelki hayata ait hatırlamalar da ekminezi yolu ile bize şayanı dikkat bilgiler vermektedir ki asıl bahsimizi yakından alakadar eden bunlardır:

c – 70 yaşında bir kadın ağır bir hastalığı esnasında 1902 senesi 13 Martından 16 Martına kadar bir takım heyezanlar geçirmeğe başlıyor. Fakat sathi bir ifade ile << heyezan >> dediğimiz bu hal, büyük bir bahsi aydınlatıcı manalarla doludur. Bu kadın Hindistan dilini bilmiyordu. Buna rağmen bir gece sabaha kadar yalnız hintçe konuşmuş, bu dille şiirler söylemiş ve bu şiirleri birkaç defa da tekrarlamıştır ( 76 ). Ertesi günü Hint diline biraz da İngilizce karıştırmağa başlamıştır. Buradaki hikaye şudur:

Bu kadın Hindistanda doğmuş ve üç yaşına kadar orada kalmıştır. Üç yaşında Hindistanı terkederek İngiltereye giden bir insanın orada Hindistan diliyle konuşmağa devam edeceğini kabul edemeyiz. Tamamiyle uzak ve yabancı bir memlekette üç yaşına kadar öğrenilebilen bir dili zorla yaşatmak kimsenin aklına gelmez. O halde bu kadının hastalığı esnasında bir gün mütemadiyen konuştuğu Hindistan dili hangi yaşların hatırası olabilir? İhtimal ki o esnada etrafındakiler bu dili anlamıyorlardı, zira eğer böyle olsaydı üç yaşına kadar bu dille ifade edilmiş bazı hatıraları da tesbit etmek mümkün olurdu.

Evvelce de söylediğimiz gibi ruh bedenin tesiri altındadır. Bu tesirin muayyen bir yaşta başlayıp muayyen bir yaşta bittiğini ilimden başka akıl ve mantık da kabul edemez. Bu tesir ruhun dünya maddelerine bağlandığı andan kurtulacağı ana kadar zaruri olarak devam edecektir. Maddi bağlardan doğan temayüllere ait neticelerin izleri–insan ister bilsin, ister bilmesin–ruhta her an mevcuttur.

Hayvan ve nebat alemine bakarsak oralarda da şuurun henüz inkişaf etmemiş olmasına rağmen muntazam bir tekamül hareketinin mevcudolduğunu görürüz. Bir koyun ile bir maymun arasında büyük tekamül farkı olduğu gibi iki koyun, iki maymun arasında da az çok tekamül farkları görülür. Bunlarda şuurun mevcudolmayışı tekamüllerini kabul etmemize mani olmaz. [ 1 ].

Tekamül hiçbir mahluka tutfen verilmiş bir mevhibe değildir. Burada imtiyaz meselesi asla bahis mevzuu olmaz. Tekamülün uzun ve zahmetli maddi hayatlarla elde edilmiş bir kazanç mahsulüdür. O, bedava verilip alınan şeyler miyanında değildir. İşte nebatlar ve hayvanlar arasında görülen tekamül farkları da böylece birçok maddi tesirlerin ruh üzerinde gayrı meşur olarak husule getirdiği intibalar neticesinde hasıl olmuştur. Eğer bir maymun, bir koyundan daha mütekamil ise bu hal, Halikin maymun cinsine daha ziyade kıymet vererek onu imtiyazlı yarattığından dolayı değildir. Maymunun ileri oluşu, koyuna nazaran daha yaşlı ve binaenaleyh maddi tesirler altında daha ziyade yoğurulmuş bulunmasından ileri gelir. Fakat bu tesirlerden ve yoğurulmasından bu dünyada iken ne maymunun ne de koyunun haberleri yoktur. Biliyoruz ki ruhun tekamül edebilmesi için, içinde yaşadığı maddi hayat hakkında mutlaka şuur sahibi olması lazımgelmez [ 1 ].

İsnan yavrusuna gelince bir müddet onun da durumu böyledir. Fakat bu hal onun dışarıdan tesirler almasına mani teşkil etmez.

İnsanların ahval ve harekatı üzerinde yalnız kendilerinin değil, başka iradelerin de tesiri olur. Bu dış tesirler iyi veya kötü maksatlara müteveccih olduğuna göre insan için faydalı veya zararlı neticeler doğurabilir. İyi tesirler bittabi dost ve hami varlıklardan gelir, fena tesirler ise hotkam ve geri varlıkların eseri olur. Esasen dünyada da bunun bir çok misalini görmüyor muyuz? Fena bir dostun telkinlerine boyun eğen veya bir düşmanın kurduğu tuzağa düşen bir insanın hali böyle kötü tesirlere misal teşkil edecek alelade haldendir. Gene alelade rasladığımız iyi tesirler misalde bir babanın çocuğu üzerindeki tesirleri, iyi bir dostun, bir mürebbinin telkinleri v.s. dir. Fakat böyle başkasından gelen ve insanı haberi bile olmadan sevk ve idare eden tesirlere en iyi misali hipnoz hallerinden alınmış müşahedelerde buluruz. Bu hususta evvelki bahislerde naklettiğimiz bazı tecrübeler ve müşahedeler bizi oldukça tenvir eder. Bu müşahedelerde gösterilen süjelerin uyandıktan sonra sebeplerini bilmeden ve hatta düşünmeden yaptıkları birtakım işlerin, kendilerine uykuları esnasında başkaları tarafından verilmiş telkinlerin neticesi olduğunu biliyoruz. Gerçi böyle hareketlerin neticelerinden insan mesul olmasa bile onların intibalarını ruhunda taşımaktan da azade kalamaz. Bu noktayı da evvelce uzun uzadıya münakaşa etmiştik.

İnsanlara dışardan gelen bu tesirler hemen ekseriya okülttür. Bunların nerden ve nasıl geldikleri çok defa insanlar tarafından bilinmez. Ve hatta bu sebepten dolayı çok kimseler böyle okült bir tesiri hemen daima inkar ederler. Halbuki insanlar bunu inkar ettikçe ve bu tesirlerin iyi veya kötü manaları deşifre etmeğe uğraşmadıkça, iyi tesirlerden istifadelerinin az olmasına mukabil fena tesirlerin de o nispette zebunu olurlar. Klasik ispiritizmada mühim bir bahis teşkil eden obsesyonlar bunun delilidir. Bir insana psişik olarak Ispatyomdan veya dünyanın herhangi bir yerinden gelen okült tesirler; fena taraflarını cehalet yüzünden, iyi taraflarını da bilgi yüzünden arttırırlar. Bir insan ruh ilimlerine ne kadar nüfuz etmiş ise obsesyonun manasını o kadar iyi anlar. Ve manası iyi anlaşılmış bir obsesyon ne kadar tehlikeli mahiyet gösterirse göstersin zararlı olmak vasfını kaybettikten mada faydalı dahi olur. Onun bütün zararı manasının anlaşılmamasında ve insan ona körükörüne kapılmış bulunmasındadır. Bir insan tehlikeli bir obsesyon karşısında << bu bir obsesyondur! >> teşhisini vaktinde koyabildiği anda obsesyon tesirini derhal kaybetmeğe başlar. Fakat bilakis onun ne demek olduğunu bilmez ve onu kendisine mal etmeğe kalkışırsa bu kötü obsesyonun gittikçe esareti altına girer ve esaret altına girdikçe de kendisini ondan kurtaramaz olur. Zira o, başkasının iradesine bu pasif haliyle kendi iradesini bağlamıştır. Ve başlangıçta kendisine hiç bir mesuliyet getirmiyen bu tesirler bilahara, yani obsede’nin şuurlu muvafakatı halinde mesuliyetli bir iş haline girer.

Fakat dış tesirler her vakit böyle kötü membalardan, kötü maksatlarla gelmez. Hatta ahval ve harekatımız üzerinde iyi kaynaklardan gelen ve irademizi iyi yollara sevketmeği bize öğreten iyi tesirler daha çok görülür. Mesela sizin için hayırlı olmıyan bir davete giderken yolda ayağınız kayar ve incinebilir. Bu hal sizi o davete icabetten alakoyan çok hayırlı bir iş olur. Hayatta çoğumuz böyle hallere benzer birtakım hadiselerle karşılaşmış ve onu birtakım tesadüflere bağlamışızdır. Fakat bu manada bir tesadüfün olmadığını evvelce münakaşa etmiştik. Bütün böyle hallerin bizden başkaları ve bilhassa hamilerimiz tarafından vukua getirildiğine dair Üstadın bir tebliğini de evvelce yazmıştık. [ 3 ]

[ 3 ] << Bütün ahval ve harekatınız kendinizden başkalarının ve ekseriya hamilerinizin   asarıdır. >> sözünün yanlış bir zehaba yol açmaması için bir nokta üzerinde biraz durmak lazımgeliyor; bu tebliğde zahiren insan iradesini inkar eden bir ifade var gibi görünür. Fakat bu görünüş hakiki değildir. Burada geçen ahval ve harekat tabirini, evvelce de söylediğimiz gibi, efal tabirinden ayırdetmek lazımgelir. Biz ancak efalimizden mesulüz ahvalimizden değil. Çünkü tahayyülümüzün mahsülü olan fiillerimiz bizim malımızdır. Başkalarının imajinasyonu ile tezahür eden ahval ve harekatımız ise bizim eserimiz değildir. Fakat bunların irade, ve imajinasyonumuzu şu veya bu yola tahrik etmek suretiyle bilerek veya bilmiyerek kendi fiillerimizin husule gelmesinde rolleri vardır. Bu bakımdan evvela hiç bir mesuliyeti mucibolmıyan basit bir hareket bilahara, yani imajinasyonumuzun müdahalesiyle bir fiil haline geçip mesuliyetli hareketlerimizi mucip olabilir. Demek ahval ve harekatımız bize yol göstermek bakımından dünya hayatımızda bilvasıta müessir rol oynar. Bu hali yeni yürümeğe başlamış çocukların etrafında açılmış duran himayekar kollara benzetebiliriz. Burada yürüyen, irradesini kullanan çocuktur. Fakat onun etrafında düşmemesi için çarpan kalpler vardır. Binaenaleyh Üstadın sözü tekamülde esaslı rolü oynıyan cehit ve gayretlerimizi kullanmak meselesiyle hiç bir tezat teşkil etmez. Netekim dost ruhların bütün bu yardımlarına rağmen insan tecrübesizliği icabı olarak bazen fena bir maksadın peşinde kullanacağı imajinatif faaliyeti neticesinde yuvarlanıp gider. Ve buna da kimse mani olamaz. Tıpkı etrafında duran kolların mevcudiyetine rağmen bacaklarında henüz emniyetle yürüyecek kudretten mahrum çocukların düşmesi gibi.

Bu mülahazalar gösteriyor ki büyük insanların bile dünya tecrübeleri arasında kendilerinin haberi olmadan aldıkları bir çok dış tesirler ve bu tesirlerin altında elde ettikleri iyi veya fena neticeler vardır. Bu tesirlerin iyi veya kötü neticeleri davet etmesi şuur haliyle meşrut değildir. Büyüklerin tecrübe hayatında kabul ettiğimiz bu noktai nazarı çocuklar hakkında da aynen veyahut başka bir tertipte kabul etmeğe mecburuz. Bir süt çocuğunun üzerinde ana ve babasının mütemadi tesirleri yanında ondan daha az müessir olmıyan okült tesirler çoktur. Her şeyden evvel bunu inkar etmedikçe ruhların çocukluk hayatlarından - tekamül yolunda - faydalanmadıklarını iddia edemeyiz.

2 – Çocukluk hayatının umumi tekamül
planındaki mevkii

Fakat bir çocuğun ıstırap çekmesi, erken ölmesi gibi hallerin başka bir kıymeti daha olabilir. Bütün ruhi araştırmalar bize göstermiştir ki bir ruhun dünyaya gelmesi, kendisine olduğu kadar başkalarının tekamülüne de yardım eder. Kainat nizamında ruhların birbirine yardım etmesi bir zarurettir. Ve bu zaruret umumi hayat planında ruhların birbirine kenetlenmiş müşterek tecrübelerini intaç ve davet eder. Bir ruhun kendisini yükseltmek için göstereceği cehit, başkalarını da yükseltebildiği gibi başkaları için sarfedeceği herhangi bir cehit de kendisini yükseltir. Bu iki hali birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Hodkamlık ve diğerkamlık iki cepheden mütalaa edilmelidir. Eğer böyle yapılmazsa insan hodkam mı, yoksa diğerkam mı olmak lazımgeldiğini kestiremez. Söylediğimiz cephelerden biri, içinde bulunduğumuz bahistir, yani umumi tekamül cephesidir. Hodkamlık ve diğerkamlık bu cepheden mütalaa edilince, en keskin görünen hodkamlığın da diğer ruhları yükseltici tarafları olduğu görülür.

Dünyada diğer bütün varlıklardan tecerrüt etmiş bir varlık yaşıyamaz. Muhtemeldir ki bu hal, başka başka şekillerde kainatın her noktasında böyledir. Bu, umumi tekamül kanununun bir icabıdır. Bu yüzden, tekamül bahsinde sevgi ön safa konmuştur. Ve sevginin insanı yükseltici kuvveti de tam bir feragat ve başkalarına karşı gösterilecek fedakarlıktan gelir. Şu halde bir ruhun mukadderatı sayısız münasebetlerle diğer bir çok ruhların mukadderatına bağlıdır. Ve bunların çözülmesi, kopması mümkün değildir. Bilerek, bilmiyerek bu bağlardan kurtulmak istiyen bir ruh, buna muvaffak olamamakla beraber tabiat kanununa aykırı bir cehit sarettiği veya harekette bulunduğu için vicdanının ıstıraplı reaksiyonlarını derhal duyar. Şu halde bu karşılıklı münasebetlerle, bir ruhun menfaati diğer bir ruhun menfaatine, birisinin mazarratı ise diğerinin mazarratına bağlanmıştır. İnsanların bu bağları görüp görememeleri onların tesirlerinden azade kalmalarına bir sebep teşkil etmez. Binaenaleyh bu bakımdan şuurlu bir adamla bir delinin, bir hastanın ve bir çocuğun farkı yoktur. Kendisini yükseltmek için bir ruhun sarfedeceği cehitte muhakkak diğerlerini faydalandıracak hareketler vardır. Bunu o, ister bilsin ister bilmesin. Zira bu hal, yukarda kısmen izah ettiğimiz sebepten dolayı tekamül kanununun zaruri bir neticesidir. Tıpkı bunun gibi bir ruhun umumi tekamüle zarar verici, yani diğer ruhların tekamüllerini mutazarrır edici bir hareketi kendi tekamülünü de o nispette zararlandırır. Bu neticeler tabiat kanunlarının bir zaruretidir. Ve evvelce bahis mevzuu ettiğimiz fert ve cemiyet meselesi ile alakadardır. Ferdin yükselmesi cemiyeti zaruretiyle yükseltir, binaenaleyh ferdi yükselten amiller cemiyeti yükseltmiş, bilakis ferdi geri bırakan amiller de cemiyeti geri bırakmış olur.

Fakat, bilhassa geri alemlerde daha bariz olmak üzere her ruh birçok mihnetlere, sayısız ıstıraplara ve ıstıraplı tecrübelere ancak kendi görgü ve tecrübelerini arttırmak ve bu sayede yükselmek için katlanır. Yukarki mülahazaya dayanmak şartiyle bu, mukaddes bir egoyizma sayılır. Zira bu egoyizma içinde bilinen, bilinmiyen bir altürüyizma gizlenmiştir.

Hodkamlık ve diğerkamlık meselesi diğer cepheden mütalaa edilince yukardaki manasını, hiç olmazsa zahiren değiştirir. Bu cephe evvelkinin aksidir. Yani burada ruhların maddi ve şahsi maksat ve niyetleri bahis mevzuudur. Bu bakıma göre ruhun gayesi tekamül değildir. Çünkü o gaye birinci bakımdan mütalaa olunur. Burada insanın gayesi maddi ve gelip geçici menfaatlere kavuşmak ve bunun yolunu da başkalarının zararında aramaktır. Fakat son cümlenin ikinci kısmını lüzumsuz yere söyledik. Zira gelip geçici maddi menfaatlerin tekamüle vasıta olduğunu unutarak onu gaye ittihaz etmek, insanın kendi tekamülünü ağırlaştırmış ve güçleştirmiş olması demektir ki yukarda izah ettiğimiz gibi bu hal tabiatiyle hem kendisinin hem de başkasının maddi zararını mucibolacaktır. Fakat burada çok mühim bir noktaya işaret etmek isterim. Başkalarının zararına kendi maddi menfaatlerinin tahakkukunu gaye ittihaz eden kimse hakikatte doğrudan doğruya kendisini mutazarrır etmektedir. Bunun neticesi ne olur? O, tekamül gayesini unuttuğu için vicdanına karşı isyan etmiş bulunuyor. Bu hal kendisini hatası nispstinde yeni yeni, ıstıraplı tecrübelere ve ağır, çetin şartlar içinde dünya hayatlarına sevkeder. Fakat bütün bu olaylar azçok uzun bir zaman sonra onu yükseltir. Diğer taraftan bir insan veya birkaç insan onun yüzünden ıstırap çekmiştir. Eğer onlar bunun manasını anlıyabilirse bu anlayışları nispetinde onlar da doğrudan doğruya yükseleceklerdir. Yalnız birincinin yükselişi dolambaçlı ve uzun yoldan, ikincilerin yükselişi ise daha kestirme ve kısa yoldan olur. Demek neticede, ruhlar bilsin bilmesin daima tekamül esastır.

Görülüyor ki her iki bakımdan da diğerkamlık ve hodkamlık birbirinden ayrılmaz. Yalnız, umumi cepheden mütalaa ettiğimize göre bu iki haletiruhiyenin birbirini tamamladığını, birbirinin lazım gayrımüfariki olduğunu görürüz. İkinci bakımdan yani hususi cepheden mütalaa ettiğimize göre evvelki cephede düşünülen umumi tekamül gayelerinden uzaklaşma gayreti neticesi olarak egoyizmanın, ruhu ıstıraplı ve dolambaçlı bir tekamül yoluna sevkettiğine şahidoluruz. Fakat her ikisinde de netice aynı olur.

O halde ruhların kendilerini yükseltmeleri başkalarını yükseltmeleriyle başabaş gider. Ruhlar bu işde bilerek ve istiyerek hareket ederlerse tutulan yol doğru, düz, kısa ve kolay olur. Böyle yapmayıp gelip geçici huzuzatına kapılarak ve onların tatminini bir gaye edinerek hareket eden ruhlar için bu yol bilakis dolambaçlı, uzun ve çok güç olur.

Geri dünyamızda ikinci yol rağbettedir. Çünkü bizim realitelerimiz daha ilerideki hakikatleri görebilmemize manidir. Biz egoyizmayı ekseriya ikinci manada kullanarak yükseliriz ve başkalarını yükseltiriz. Onun için dünyamızdaki hayat şartları çok çetindir. Ve onun için çok defa biz, kendi diğerkamlığımızdan ziyade başkalarının bizim hakkımızdaki hotkamlığına ister istemez boyun eğmekle yükseliyoruz. Fakat her dünyada hal böyle değildir. Birinci yolda yürüyen yüksek alemler bizi gölgede bırakır. Ve bir cehennem manzarası gösteren biçare dünyamızın bu sefil haline mukabil, bu sayısız yüksek alemlerdeki hayat bizim tasavvur edemiyeceğimiz huzuzat ve saadetlerle doludur. Dünyamızda diğerkamlık bir meziyet sayılır. Zira bu haleti ruhiye maddeye tapmakla vasıflanan dünyamızdaki hotkamlık hissini yenmiş olmağa delalet eder. Halbuki bu iki haleti ruhiyenin birbirinden ayrılmıyan hakiki manalarını idrak etmiş ve o manalara göre adımlarının temposunu uydurmuş olan alemlerde fedakarlık asla bir meziyet değildir, bir zarurettir. Tıpkı dünyamızda egoyizmanın şimdiki içtimai şartlara göre bir zaruret halinde olduğu gibi. Orada meziyet sayılan belki diğer vasıflar vardır. Fakat bunlar bizim alemlerimizde meçhul olan yüksek vasıflardır. Binaenaleyh bu yüksek alemlerdeki varlıklar birbirine bizim kendi nefsimize yaptığımız kadar kolaylıkla iyilik yaparlar. Ve bu hal onlar için en tabii bir halolur.

Sevgi, vazife veya herhangi yüksek bir duygunun tesirinden doğan bir arzu ile yüksek alemlerdeki – tabiatiyle feragat sahibi olan – bu alicenap ruhlar yalnız başkalarına yardım etmek maksadiyle dünyamıza inebilirler. Bu yardımlar çeşit çeşit şekiller içinde vukua gelir. Ve bu çeşitlerden birisi de bir ana veya akraba kalbini yumuşatmak olabilir.

Şimdi, bir ana tasavvur ediniz, bu kadının ruhu nispeten geri olsun. Bu sebepten, yüksek ruhi duygular onun kalbinde henüz tezahür zemini bulamamaktadır. Bu hal onun yüksek alemlere çıkabilmesine mani olacaktır. Çünkü o alemlerde tutunabilmeğe yarıyacak kuvvetler onun ruhunda teessüs etmemiştir. Binaenaleyh bu kuvvetleri iktisabetmek için ilahi kanunların bağışlamış olduğu imkanlardan onun da müstefidolmaı lazımgelir. Bu imkanlardan biri de dünyamızda nahoş maddi ve manevi hadiselerin tesiri altında bir müddet ıstırap çekmektir. Fakat o, bu ıstırabı en zayıf noktasiyle duyacaktır, taki orası kuvvetlenebilsin. Bu nokta da bu kadının kalbidir. Onun taş gibi sert olan kalbinin yumuşaması lazımdır. Çünkü onda sevgi kuvveti, ancak bu yumuşayıştan sonra inkişaf etmeğe başlıyacaktır. Onun bu sert kalbini yumuşatacak ıstırabı kim tevlidedecek? Bunun için fedakar bir ruh lazımdır. Ve bu ruh da bu kadının evlatlığını kabul eden bir ruhtur. Fakat bu evlatlık pek ağır şartlar altında cereyan eder. Bedenen veya aklen malul olmak, ağır, şayanı merhamet bir hastalığa müptela bulunmak veya büyük ıstıraplar içinde kıvranarak ölmek bu şartları temin eder. Ve ancak bu manzara karşısında belki mükerreren buluna buluna bu sert ana, hayırkar acıyı kalbinde duymağa başlar ki bu hal onun için bir halasın beşareti olacaktır. Fakat tekrar ediyoruz ki, bu hal geri dünyamızın en ağır mihnetlerini kabul eden tab’an fedakar bir ruhun yardımı ile mümkün olabilir. İşte bu ruh böyle bizim henüz hakiki manasını bütün vuzuhu ile takdirden aciz bulunduğumuz fedakar bir duygu ile dünyaya iner ve katı yürekli bir annenin acıma ve sevgi duygularını tahrik edebilecek derecede şiddetli ıstıraplar içinde gece gündüz inler. Veya en sevimli bir halinde beklenilmiyen bir hadise ile birdenbire ölüp gider. Bu çocuğun hayatını nasıl beyhude sayabiliriz? Burada hem anayı, hem de çocuğu yükseltmeğe yarıyacak ilk nazarda göremediğimiz hadiseler cereyan etmektedir.

Yukarda verdiğimiz misal, çocuk hastalıklarını ve ölümlerini umumi tekamül planında manalandıran ve içinde aklımızın dahi ermediği birçokları bulunan sayısız sebeplerden ancak bir tanesine aittir. Sayfalarımızın darlığı yüzünden bu misalleri çoğaltmak maalesef mümkün olmadı.

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana