RUH VE KAİNAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 23

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%206.jpgİNSANLARI BİRBİRİNDEN AYIRIR GİBİ
GÖRÜNEN TABİİ, İÇTİMAİ VE
İDEOLOJİK TELAKKİLER

1 – Umumi mütalaa

Reenkarnasyonizma düşüncesine aykırı diğer bir hadiseler gurubu daha vardır. Dünyada birbirine pek sıkı surette bağlanmış öyle hususi teşekküller göze çarpar ki bunlar, insanların kısım kısım birbirinden temamen ayrı ve birbiriyle birleşmez halde yaratılmış olmaları gibi telakkileri doğurabilirler.

Mesela kadın erkekten ayrı mahluktur. Kadının erkek ve erkeğin de kadın olacağı akla bile gelmez. Keza, erken kalkmazlar ailesi efradı, horoz döğüştürenler ailesi efradından ayrı halkolunmuş kimselerdir. Bunların kanları nasıl ayrı bir vahdet teşkil ediyorsa şahsiyetleri ve manevi varlıkları da öylece birinden diğerine geçilmez surette ayrı bir vahdet teşkil eder. Bunlar gibi bazen bir ırk nazariyesi meydana çıkar, dünyayı birbirine katarak kırıp geçirir. Ve belki de birkaç sene sonra Ispatyomda birbirinin kucağına, bu dünyadaki diğer sevgililerinkinden daha büyük bir sevgi ve iştiyakla atılacak olan iki kardeşi ayrı ırktan gelmiş diye birbirine boğazlatır. Nihayet dini, felsefi, içtimai hatta ilmi birsürü telakkiler, itikatlar, ekoller v.s., binbir mukaddes kıyafete girerek iki tarafı keskin birer kılıç gibi beşeriyetin göbeğine dayanırlar ve göz göregöre insanları birbirinden ayırmağa, birbiriyle boğazlaşmağa ve tabiat kanunlarının en yüksek bir tezahürü olan kardeşlik sevgisini ortadan kaldırmağa saik olurlar.

Bütün bu hareketler lehinde hiçbir müdafaaya meydan vermiyen bir hakikat vardır ki o da bunlara verilen kıymetlerin tamamiyle itibari ve izafi olmasıdır. Gerçi bu hakikati bilenler çoktur fakat onun hakiki mahiyeti ile amil olabilenler pek azdır. Bu neticeyi doğuran başlıca sebep, maddi faydaları gaye ittihaz etmiş olanların birbiriyle çarpışan menfaat duygularıdır.

Zahiren bir saadet ve halas yolu gibi görünmekle beraber hakikatte - belki de fena kullanıldıkları için - insanlığı kılığından çıkaran, yeryüzünü adeta barınılamıyacak bir mekana, bir cehenneme çeviren bu ayrılık ve gayrılık telakkilerinden birkaç tanesinin reenkarnasyonizma görüşüyle kısaca mütalaasını yapabilmek için onları üç guruba bölerek kaba bir tasnife tabi tutacağım.

Filhakika bütün bu halleri tabii, ictimai ve mefkürevi ( ideolojik ) diye üç sınıf içinde toplamak mümkündür.

2 – Tabii haller

A – Cinsiyet

Reenkarnasyondan bahsedilirken bir çok kimselerin aklına hemen şu gelir: Dünyada kadın ve erkek birbirinden tamamiyle ayrı birer varlıktır. Morfolojik ve fizyolojik tabii hadiseler kadınla erkeği, adeta keskin bir hudutla denilebilecek kadar birbirinden ayırmıştır. Buna nazaran tekrar dünyaya gelişlerde insanların bazen kadın, bazen de erkek olarak doğmalarını kabul etmek makul ve ilmi bir düşünce mahsülü olamaz. Buna mukabil kadınların hep kadın, erkeklerin de hep erkek halinde reenkarne olduklarını kabul edersek bu fikir, iddia olunan tekamül vetiresine uygun gelmez. Zira cinsiyetin neticelendirdiği, birinde mevcud olup diğerinde bulunmıyan öyle hususiyetler vardır ki mukabil cinsin bunlardan mahrum kalması kemal fikriyle kabili telif değildir. Böyle olunca, mesela kadındaki şefkat hisleri erkekteki cesaret ve metanet duyguları tek taraflı olarak inkişaf etmeğe mahkum kalır.

Bu fikirler yalnız dünyanın dar hadiseleri içinde hüküm verildiğine göre doğru olabilir. Fakat dünyadaki hadiseler kainatın bütün hadiselerine tercüman olamaz. Ve dünyadaki hadisat ve onlara bağlı telakkiler nihayetsizlik içinde bir hiçten ibaret kalır. Zira ebediyet içinde bizim dünyevi hayatımızı çevreliyen zamanın hiçbir kıymeti yoktur. Ruhun tekamülü yalnız bir tek dünyada vukua gelmez. Kendisine benzer dünyalarda ve sayısız alemlerde tedricen vaki olur. Bu suretle ruh bir dünyada noksan kalan taraflarını diğer dünyalarda tamamlıyabilmek imkanlarına daima maliktir. Esasen reenkarnasyonların sebeplerinden biri de budur. Yalnız bizim dünyamızdaki gelip gitme ihtiyaçlarını tatmin cderek ayrılmış bir ruhu her bakımdan tekamülünü yapmış sayamayız. Netekim o, diğer dünyalardan da daima noksan çıkacak ve dahil olduğu her dünyada, her alemde mütemadiyen yeni tecrübe ve görgüler kazanmak için yaşıyacaktır. Buna nazaran eğer o, bu dünyaya hep kadın veya erkek gelmiş olsaydı bile noksan kalan taraflarını bizimkine benzer diğer dünyalarda tamamlamak imkanını her an bulabilirdi.

Bundan başka, cemiyette kadınlardan hassas ve onlardan fazla şefkat sahibi olan erkekler yok değildir. Keza erkeklerin bulunduğu içtimai şartlarda yaşıyan ve onlar gibi reaksiyonlar gösteren kadınlar da çok vardır. Bu halin yeryüzünde gittikçe tebarüz etmesi bir cinste bulunan manevi vasıfların diğer cinste olamıyacağı davasını çürütmeğe kafi gelir.

Fakat bu düşüncelere sapmadan yukarki itirazı, yani tek taraflı tekamül iddiasını hükümsüz bırakacak hadiseleri bulup öne sürebilecek durumdayız. Erkeklik ve kadınlık maddi teşekkülatın icabı olan arızi bir tezahürdür. Bu, tamamen geçici bir hadisedir. Ve dünyanın maddeleriyle iktisab olunur, onlarla gene dünyada bırakılır.

Dünyadaki teşekkül ve tekessür şartlarını haiz bulunmıyan diğer alemlerdeki kadınlık ve erkeklik hali bizdeki gibi değildir. Daha yüksek alemlerde ise bu hal ortadan büsbütün kalkmış bulunur.

Erkeklik veya kadınlık demek ruhların, bedenlerini bu cinslerden birisine mahsus hormonlarla kurmuş olması demektir. Hormon ise maddedir. Ruhlar istedikleri maddeyi dünyada kullanmakta serbestirler. Tababet ve biyoloji bize, insan bedenindeki hormonal durumlarda husule gelen değişmelerin ne kadar şayanı dikkat uzvi tegayyürlere sebebiyet verdiğini açık olarak gösteriyor. Cinsiyeti alakadar eden hormon guddelerinin birinde husule gelen bozukluk bir erkeği yarı kadın veya kadını yarı erkek haline koyabiliyor. Akıl hastalıkları kitaplarında erkek kıyafetli kadınların ve kadın kıyafetli erkeklerin resimleri görülür.

Fizyolojik ses değişmeleri, kıllanmalar, hatta karakter değişiklikleri hep cinsiyet uzuvlarının neşvünemasiyle muvazi yürüyen hadiselerdir. Bu uzuvlardaki arızalar insanın manevi varlığı üzerinde tesirler husule getirir. Bu bakımdan bir harem ağasının erkekliği laftan ibaret kalır.

Veraset bahsinde, maddi teşekkülatın moral tezahürler üzerinde mühim tesirler yaptığını azçok vuzuhla izah etmiştik. Doğrudan doğruya bir hormon meselesi olan cinsiyet bahsindeki biyolojik hadiseler bu kaidelerin dışında kalamaz.

Ruhlar; maddeler arasına inecekleri sırada, daha ispatyomda iken dünyanın şartlarına göre hazırlanmağa başlarlar. Müstakbel erkeklik veya kadınlık hali onların orada ihtiyaçlarına göre verecekleri karara bağlıdır. Onların bu kararı, dünya maddeleri arasında şu veya bu teşekkülatı tercih etmeleriyle tahakkuk eder. Bir defa dünyaya, mesela erkeklik vasıflarını taşıyan bir bedende inmiş ruh, erkekliğin icabettiği bütün maddi ve ictimai şartlarda yaşamak zorunda kalır. Zira bu vasıfları doğuran fizikoşimik ve biyolojik kanunlar onun bu dünya şartlarını zaruri olarak tayin etmiş bulunur. Kadınlık hakkında da vaziyet aynen böyledir.

Bazı kadınlar veya erkekler kendi cinsiyetlerini tercih ederler ve erkek erkekliğini kadın da kadınlığını bırakmak istemez. Ve bu yüzden reenkarnasyonizma aleyhindeki itirazlar baş gösterebilir. Fakat bu hal, dünyanın fani maddelerine bağlı, gelip geçici arzulardan doğmuş bir telakki meselesidir. Ve dünyada bırakılması muhakkak olan her maddi telakki gibi bu telakki de burada bırakılmağa mahkumdur.

Bu bahis üzerinde bir mecliste görüşülürken ben, eski doktorlardan bir arkadaşın şiddetli hücumuna maruz kalmıştım. Bu zat bir erkeğin kadın olarak dünyaya gelmesini erkekliğin ciddiyetine yakıştıramıyor ve bunu adeta tahammül edilmez bir düşüklük sayıyordu! O günkü düşüncesinde bu doktor tamamen haklıdır. Netekim o, böyle hatalı telakkiye tabi olarak yaşamak için dönyaya geldiğini bilmemekte de haklı bulunmaktadır. O, erkekliğin bir meziyet olduğuna inanacak ve bir dünya hayatını bu realite içinde geçirecektir. Onun buna muhtelif bakımdan ihtiyacı vardır. Fakat acaba aklı başında ve olgunlaşmış bir kadın, doktorumuzun bu realitesini nasıl karşılayacaktır. Bunun takdirini okuyucularıma bırakıyorum.

Haddi zatında ne erkeklik, ne de kadınlık bir kusurdur. Bunların her biri dünyanın bütün maddi teşekkülatı gibi, ruhun tekamülü için lüzumlu olan kıymetli birer vasıtadır. Her vasıta hakkında olduğu gibi burada da bir ruh, kadınlık veya erkekliğin bir tekamül vasıtası olduğunu unutup onu gaye edinmeğe kalkışırsa hakikatle karşı karşıya geldiği zaman, doktorumuz gibi onun, isyanından mütevellit bazı endişelerle karşılaşması pek muhtemel olur. Fakat bu endişelerin de büyük bir ehemmiyeti yoktur. Zira nihayet bir gün dünya tecrübeleri sona erer, bütün maddeler, bütün hormonlar ve onlara bağlı bütün telakkiler mezarlığa terkedilir. Ve o zaman ruh, ağır dünya yüklerinden kurtulmuş serbest bir varlık halinde kendi iç hayatına ve kazanmış olduğu en yüksek realitesine kavuşur. Ve anlar ki ortada ne kadınlık, ne de erkeklik diye bir şey yoktur. Bunlar yer yüzünde mütemadiyen edinilen ve mütemadiyen bırakılmakta olan dünya şartlarına muallak bir telakkiden ibarettir. Ve bütün buna benzer telakkiler insana ibretli ve istifadeli dersler veren masallardan doğmuş gibidirler. Bu masallar o kadar çoktur ki bunların yanında kadınlık ve erkeklik masalının sözü bile olmaz.

Bir ruh dünyaya girerken tekamül planına uyun şartları arar. O, bunda serbestir. Maddeler ruhların elinde birer oyuncak gibidirler. Ruhlar bu serbesliklerinden istifade ederek içinde bulundukları alemlerin maddeleri üzerinde işler. Koca bir bedeni teşkil eden bir ruhun, ona erkek veya kadın halini verebileceğinden şüphe bile etmeğe lüzum yoktur. Yeter ki bu intihap onun tekamül ihtiyacını tatmin etmiş olsun. Eğer bir ruhun dünyaya gelmekteki gayesini bir kadın hayatının icapları tahakkuk ettiriyorsa, bunu yapmak imkanı onun elinde olduğuna göre, dünyaya bir kadın olarak gelmekte ısrar etmesinin veya erkek olarak gelmemesinin sebebi ve manası kalmaz. Bu hal reenkarnasyon fikrine aykırı gelmedikten mada bilakis onu zaruri kılan tekamül kanunlarının bir icabı olur.

Her şeyden evvel şunu unutmamak lazımgelir ki Ispatyomdaki ruhların cinsiyet hakkındaki görüşleri dünyada iken tesiri altında kaldığımız maddi temayüllerden ve şehvani duygulardan ayrı, şuurlu ve yüksek maksatlara matuftur. Bu görüşteki esaslı fark kadınlık ve erkeklik hakkındaki dünya ve ahret telakkilerinin de esaslı bir şekilde farklı olmasını intaceder. Dünyadaki insan ruhunun, Ispatyomda iken iradi olarak yüklendiği ağır kadınlık veya erkeklik yükleri, yer yüzünde mecburi olarak taşınmak zoru karşısında mümkün mertebe tahammül edilebilir bir şekle sokulabilmek için - en cazibi şehvet olan - bir takım aldatıcı duygularla cilalanmıştır. Halbuki hayatını serbesçe intihabedebilecek kadar nüfuzu nazara sahibolmuş bir ruhun görebildiği yüksek gayeler böyle cilalara lüzum hissettirmez. Ve onun yegane gayesi yükselmek yükselmenin çarelerine başvurmak olur.

B – Aile

Bir ailenin efradı müteakip hayatlarda aynı aileden mi, yoksa başka ailelerden mi dünyaya gelecektir?.. Ve eğer insanlar her gelişlerinde başka başka ailelerden dünyaya ineceklerse aile efradı arasındaki sevginin, akrabalığın akibeti ne olacaktır?

Reenkarnasyonizma meselesinde zihinleri kurcalıyan suallerden bazıları da bunlardır. Binaenaleyh bu suallerin cevabını araştırmak faydalı olacaktır. Fakat, bunların doğru cevaplarını bulmak ve tatmin edilebilmek için her şeyden evvel, bağlı bulunduğumuz dünyevi telakkilerin ve itiyatların muvakkaten dışında kalmağa çalışmak ve hadiseleri tam bir bitaraflıkla muhakeme etmek lazımgelir.

Evvela şunu hatırlatalım ki aile teşkilatı dünya kanunlarının tabii zaruretlerindendir. Bilhassa insanlar arasında en yüksek derecesine varan aile bağlarının hayvanlık alemine ve daha aşağılara doğru inildikçe kuvvetini kaybetmesi, bu rabıtaların bir tekamül zarureti olduğu düşüncesine bizi sevkeder. En iptidai bir aile bağı olan evlat ve ana, baba sevgisi - taslak halinde de olsa - yüksek hayvanlar aleminde henüz mevcuttur. Fakat aşağılara doğru inildikçe bunlardan da eser kalmadığı görülür. Bir maymunun, bir kedinin, hatta bir kazın yavrularına karşı derece farkiyle gösterdiği alaka mesela; sinek, balık, kurbağa... gibi hayvanlarda görülmez. Buna mukabil, bunlardan daha geniş aile rabıtaları, insanlar arasında idealleşmiş olarak mevcut bulunmaktadır.

Aile teşekküllerinde biz, birisini diğerinin vasıtası olan ayrı iki unsuru hemen daima birbirine karıştırırız. Her şeyden evvel bu unsurları ayırdetmek lazımgelir. Acaba bu unsurlar nelerdir? Ve yukarda bir tekamül vasıtası olarak ifade ettiğimiz << aile bağları >> bu unsurlardan hangisine aittir?

Dünyaya inmenin tekamül etmek için olduğunu biliyoruz. Fakat bu, umumi bir tabirdir. Tek başına vuzuhlu bir ifade değildir. Bu tabiri manalandıran unsurlar dünya maddelerine ve o maddelerin tabi bulundukları kanunlara bağlı hadise guruplarıdır. Binaenaleyh yeryüzüne inmek, bu hadise guruplariyle karşılaşmak demektir. Ne kadar küçük görünürse görünsün, bu hadiselerden hiçbirisi manasız ve lüzumsuz olamaz. Mesela, benim bu dünyada yazı yazmak için bir kalemim olacak, diyorum. Bu kaleme malikiyetim maddi bir unsurdur. Ve bu unsur benim dünyaya inmekteki gayemi, yani kemalimi temin edecektir. Böylece kemalimin temin edilmesi de manevi unsurdur. Şu halde maddi unsurlar birer vasıta, manevi unsurlar ise gayedir.

Aile teşekküllerinin maddi unsurlarını analık, babalık, kardeşlik ve diğer namlar altında anılan dünyevi kanunlara tabi maddi hadiseler teşkil eder. Bu teşkilatta gaye olan manevi unsurlar ise ruhların birbiriyle alakalanmaları ve bu alakadan doğacak layemut sevginin, kevni nizam ve ahengin teessüsüdür. Şu halde analık, babalık, kardeşlik.. v.s. gibi birtakım maddi karabet şekillerinde tezahür eden aile teşkilatının dış görünüşü, ruhların birbiriyle kaynaşarak kainatın nizamı ve güzelliği içinde liyakatli ve faal birer amil olmalarını kolaylaştıran vasıtaların ifadesinden başka bir şey değildir.

Yeryüzüne inmek, maddi vasıtaları kullanarak onlardan tekamül yolunda faydalanmak olunca, ruhlar arasındaki sevgiyi ve yakınlaşmağı temin edecek vasıtaların en verimlisi olan aile teşkilatından onların istifade etmeleri tabiatiyle bir lazime olur. Buna nazaran tekamülün lazimesi halinde kabul ettiğimiz aile bağlarını, aile teşekküllerinin maddi unsurları arasında aramaklığımız icabeder.

Aile teşekküllerinin en yakın maddi unsurları analık ve babalık şeklinde tezahür etmiş olanlardır. Ruhların bir aile içinde şekil itibariyle tayin ve kabul ettikleri maddi unsurlar, onların tekamül gayelerine uygun olarak duydukları ihtiyaca göre ayarlanmıştır. Binaenaleyh evlat, kardeş, torun, halazade... v.s. gibi derece derece birbirinden uzaklaşarak doğan fertlerin aile içindeki mevkileri rasgele veya bir kaprisle taayyün etmiş değildir. Bunlar Ispatyomda verilmiş hesaplı bir muhakemeye bağlı kararın neticesidir. Binaenaleyh bir ailenin fertleri, duydukları ihtiyaca göre dünyaya her inişlerinde yerlerini pekala değiştirebilirler ve hatta bu hal bazen bir zaruret de olabilir.

Bu mülahazalardan çıkan netice nedir?

Her maddi vasıtanın ölüme mahkum olduğunu bildiğimize göre, aile teşkilatının yakınlık bağlarını ifade eden ve hakikatte manevi unsurların inkişafına yarıyan analık, babalık, kardeşlik.. gibi maddi karabet unsurlarının ancak dünya hayatiyle kaim olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. Tekamülümüzde vasıta olan her maddi unsur, son nefesle arkada bırakacağımız beden gibi mezara gömülecektir. Dünyanın malı dünyayada kalır. Bunlar yeryüzünün demirbaş eşyasıdır ve oradan dışarı çıkarılmaları tabiat kanunlariyle yasak edilmiştir. Demek aile kurulunun şekle ve maddeye müteallik olan analık, babalık, kardeşlik.. v.s. gibi halleri bedenle beraber dünyada bırakılacaklardır. Zira bu hallerden lüzumu kadar istifade edilmiş ve neticede bizi yükseltecek manevi unsurlar kazanılmıştır.

İşte reenkarnosyonizma karşısında aile durumunu incelerken mütalaamıza mevzu olacak teşekküller bu maddi unsurlara aittir. Çünkü maddeye müteallik bulunmaları itibariyle renekarnasyon vetiresini bu unsurlar doğrudan doğruya alakadar eder.

Yeryüzündeki aile rabıtaları ruhların birbirine manen yaklaşmasına vasıta olunca, bu gayenin tahakkuku yolundaki icaplara göre vasıtaların istenildiği şekilde kullanılması tabii bir hak olur. Acaba akrabalık rabıtaları dışında, manevi yakınlığı temin edecek, bir ailedeki iki kardeş sevgisi kadar kuvvetli yaklaşma vasıtaları yok mudur? Ben öyle dostluklar bilirim ki alelade iki kardeşin birbirine gösteremiyeceği sevgiyi, feragati ve hatta fedakarlığı sinesinde taşır.

Bundan başka insanların birbirine yaklaşmaları sıhrıyet yolu ile de mümkündür. Birbirine yabancı iki aile efradı günün birinde bu yolda birleşirler ve bir aileden oluverirler. Demek, dünyamızda bile bu ihtiyaç duyulmakta ve bir aileden diğer aileye geçişler daha dolaştırma yollardan adeta << sevki tabii >> ile vukubulmaktadır. Keza ileride bahis mevzuu edeceğimiz diğer maşeri teşekküller de ruhların birleşmesine vasıta olmak bakımından, bize göre büyük birer aile ocağı sayılır.

Binaenaleyh ruhları birbirine yaklaştırıcı maddi dünya unsurları yalnız aile teşkilatına munhasır değildir. Burada – her tekamül vasıtasında olduğu gibi – sayısız ilerleme imkanları vardır. Buna nazaran bir hayatta herhangi bir aileden gelmiş ruhların diğer hayatlarda mutlaka aynı ailenin aynı fertleri mesela; babaların daima baba, kız kardeşlerin daima kız kardeş.. halinde doğmaları şart olmadıktan mada tekamül kanunu bakımından ekseriya mümkün de değildir. Erkeklik - kadınlık nasıl ihtiyaca göre değişebiliyorsa tıpkı onun gibi bir aile içindeki karabet şekilleri de ruhların serbest Ispatyom hayatlarında ihtiyaçlarına göre vermiş oldukları karar mucibince pekala yer değiştirebilir. Yani ihtiyaca göre, bir baba müteakip hayatta oğul, bir kız da ana olabileceği gibi, bir zevce, bir dayı hala olabilir. Şu halde bir ferdin dezenkarnasyonu ve reenkarnasyonu ile ailesi arasındaki eski yerini kaybetmesi, hatta eski ailesinden büsbütün ayrılması reenkarnasyonizma aleyhinde hiçbir vakit delil olamaz. Ve böyle bir düşünce reenkarnasyonizma fikrine aykırı gelmek şöyle dursun bilakis onu takviye eder.

Bununla beraber ruhlar arasındaki sempati, yakınlık ve sevgi -dünyadaki kanunlar mucibince- aile fertleri arasında en yüksek derecesini bulmuştur. Binaenaleyh bu yakınlık ekseriya onların bir çok hayatlarında daima aynı aileden dünyaya gelmelerini intacedebilir. Bundan başka, bir aile fertlerinin duygu, düşünce ve yükseklik seviyelerinde aşağı yukarı müşabehetler vardır ki bunlar da onların aynı hayat şartları altında ve aynı tecrübeleri geçirerek yaşamalarını icabettirir. Bütün bu haller ruhların yer yüzüne inmelerindeki ihtiyaçlara ve maksatlara göre ayarlanmıştır.

Esasen bu mülahazalardan sarfınazar, ruhlardan alınan tebliğat da bir aile efradının ekseriya toplu halde, aynı cemiyet içinde bir çok reenkarnasyonlar yaptığını göstermektedir. Fakat tekrar ediyoruz, bu maddi vasıtalar Ispatyomdaki asıl ruh topluluklarını vücude getiren sevgi ve yakınlık bağlarını kuvvetlendirmek içindir. Bu hali unutup maddi vasıtaları gaye telakki ederek onları ebedileştirmeğe kalkışanlar bu gafletlerini ancak tekamül hareketlerini yavaşlatmak ve güçleştirmek bahasına öderler. Neden?

Eğer her aile efradı mensup bulundukları topluluğu bir gaye edinirlerse o topluluğun selameti ve bilhassa idamesi yolunda diğer insanlar aleyhinde de olsa, her vasıtayı kullanmak hakkını kendilerinde görmeğe başlarlar. Ve bu hal bir nevi maddi aile egoyizması doğurur. Geçen bentte ferdi egoyizmanın yolunu şaşırıp maddi unsurları gaye ittihaz ettiği zaman şahsın tekamülünü nasıl geciktirdiğinden bahsetmiştik. Aynı sebepler altında doğan ailevi egoyizma da tabiatiyle aynı neticelere müncer olacaktır. Hatta iyi düşünülünce buradaki tehlikelerin evvelkinden daha fazla olduğu da anlaşılır. Şimdiye kadar söylediğimiz gibi, aile teşekküllerinin gayesi ruhların arasında teessüsü lazım gelen sevgi bağlarını kuyvetlendirmek ve insanlara, birbirine karşı feragat, fedakarlık duygulariyle hareket etmelerini öğretmektir. Eğer bu gaye yalnız maddi bir aile teşekkülü etrafında toplanırsa ve manevi unsurlar feda edilirse diğer insanlara karşı bu gaye uğrunda tabii olarak bir takım geçimsizliklerden mütevellit antipatiler ve hatta husumetler kendini göstermeğe başlar. Bu hal o ailenin diğer ailelerden ve insanlardan uzaklaşmasını mucibolur. Böyle olunca dünyaya inmekteki gaye kaybolur ve tekamülün düz yolları tıkanır. Zira kaybolan gayeyi bulmak için müstakbel dünya tecrübelerine ve ıstıraplı hayatlara yeniden lüzum hasıl olur. İşte bu yeni tecrübeleri hazırlıyan hayat şartlarından biri de, ruhun eski ailesi muhitinden muvakkaten ayrılarak diğer insanlarla kaynaşması, yabancı muhitlerde, başka aileler içinde doğmasıdır.

Görülüyor ki ruhların tekamül ihtiyaçlarına göre bir aileden veya başka aileden dünyaya gelmeleri reenkarnasyonizma görüşiyle hem mümkündür, hem de ekseriya zaruridiri

3 – İçtimai teşekküller

Aşiret ve devlet teşekkülleri

Dünyanın tabii ve içtimai şartlarına uygun ve insanların yükseklik seviyeleriyle mütenasiben kurulmuş birtakım teşekküller vardır ki bunlar umumi nizam ve ahengin teminine hadım unsurlardır. Cemaat, kabile, aşiret, devlet... v.s. teşekkülleri bunlar miyanındadır. Ruhun tekemmülü bakımından bir aile kurulunun rolü ne ise bu teşekküllerin rolü de, daha geniş ölçüde kabul edilmek şartiyle, odur. Binaenaleyh tabii ve maşeri birtakım ihtiyaçlar karşısında birleşmeğe matuf bütün bu teşekküller yeryüzünde enkarne ruhların; başta feragat, fedakarlık olmak üzere en geniş manadaki insanlık duygularını inkişaf ettirir. Ve bu teşekküller içinde gerek idare mevkiinde bulunanların, gerek idare edilenlerin ruhlarını kuvvetlendirici sayısız hayat tecrübeleri vardır. Bunlardan mesela devlet teşkilatını ele alalım; bu teşkilat reenkarnasyonizmayı icabettiren tekamül planında ruhlara geniş ve oldukça şümullü bir çok faaliyet imkanları bahşeder. Buradaki faaliyetler aktif veya pasif olabilir. Fakat her iki takdirde de bu faaliyetlerin ruhlar için büyük faydaları vardır.

Şu halde bir devlet teşkilatının ilk tetkik cephesini o devlet camiası içinde toplanmış fertlerin adeta bir kardeşlik yakınlığı ile kaynaşmış olması lüzumu üzerinde kurmak icabeder. Filhakika bir aile içinde yaşıyan fertler bir devlet topluluğu içinde yaşıyan ailelerin küçük ölçüde bir modelidir ve hatta alelade bir modelden daha ileride bir şeydir. Zira küçük bir aile kurulunun daha büyük aile kurulu olan içtimai teşekküllere ruhları hazırlayıcı rolü vardır. Evvelki bentte yazdığımız gibi aile içindeki maddi karabetin, ruhları birbirine yaklaştırmağa vasıta olduğunu düşünürsek aynı gayeye matuf devlet teşekkülatiyle aile teşekkülatı arasında sıkı münasebetlerin bulunduğunu kabul etmemiz lazımgelir. Fakat bu münasebetleri ancak; muayyen tekamül gayesine müteveccih, birbirini destekleyici ve tamamlayıcı sevgi, şefkat ve yardım duygulariyle teçhiz edilmiş samimi ve hüsnüniyete bağlı hareketlerde aramalıdır.

Aile teşekkülü iptidai bir vahdettir ve büyük ruh ittihadına doğru atılmış ilk adımlardandır. Fakat bu adımlara insanın şahsi cehdinden ziyade tabiatın dürtüşleri saik olur. Zira ruhlar henüz tecrübelerinin az olduğu yerlerde tabiatın önderliğine mühtaçtırlar. Hatta bu tabii saiklerin yardımiyle, aile teşekkülü, imajinasyon kabiliyetinden mahrum, şuursuz halde yaşıyan birsürü hayvanlarda bile mevcuttur. Fakat efal ve hareketleriyle daima ilerlemek zaruretinde bulunan ruhlar hiç bir vakit yerlerinde sayamazlar. Hangi kuvvetin tesiri altında olursa olsun tekamül yolunda ruhların atmış oldukları ilk adımlar temadi eder. Binaenaleyh aile teşekkülü suretinde tabiatın, ruhları sevkettiği bu iptidai vahdet, ruhların müteakip cehit ve gayretleriyle inkişaf eder ve hududunu genişletir. Bu suretle tabii amiller ve zaruretler ruhların iradi cehitleri ile el ele vererek, yeryüzüne inerken getirilmiş hayat planında tekamül kanunları muktezasınca yazılı ana hadiselerden doğan tecrübelerdeki muvaffakiyetleri hazırlar. Böylece ruh birliğine doğru atılmış ilk adımlar birbirini takibeder ve bu devamlı hareketlerden cemaat, cemiyet, aşiret devlet... v.s. gibi birçok tabii, içtimai ve mefkürevi teşekküller doğar. Bütün bu teşekküller, tekamüle vasıta olmak bakımından ruhlar için kıymetli birer servettir. Zira bu vasıtalar içinde onlar, zengin ve sayısız tecrübe imkanlarını bulur ve tatbik ederler.

Binaenaleyh içtimai teşekküller de aile teşekkülleri gibi tekamül yolunda kullanılması lazımgelen birer vasıtadan ibarettir. Buna nazaran aile teşekkülündeki gibi burada da birisi vasıta, diğeri gaye olan maddi ve manevi unsurları aramak ve bittabi daha geniş ölçüde bulmak mümkündür.

Ispatyomdaki mana ile mevcudolan hakiki topluluk, maddi tesirlerden, kaba duygulardan, hotkamca şehvani arzulardan uzak bir sevgi ve sempati esasına dayanır. Bu hal, ruh hayatında mündemiç birleşme ve ahenkleşme ihtiyacının, çoğumuzun henüz anlıyamayacağı yüksek manada tahakkuk etmiş bir zaruretidir.

Dünyanın bir ailesi, aşireti veya devleti bunun küçük bir modeli olabilir. Fakat onu tamamiyle temsil edemez. Yer yüzünün bu teşekküllerini ayakta tutan bağlar kısmen maddi unsurlara dayanır. Günün birinde bu menfaatler haleldar olunca bu bağlar adamakıllı gevşiyebilir. Hiç bir menfaatin ebediyen arzu edildiği şekilde temadisi dünya şartlariyle kabili telif olmadığı için ergeç bu bağlar - hatta daha dünyada iken bile - çözülmeğe başlar. Fakat bu çözülüş vaki oluncıya kadar eğer bu toplulukların icapları içinde saklı bulunan tekamül ihtiyacı bir dereceye kadar tatmin edilmiş ise yani topluluğun manevi unsurları kuvvetlenmiş ve fertler arasında maddi düşünceler dışında da bir yakınlaşma ve ahenkleşme nüvesi peyda olmuş ise yeryüzündeki aile, devlet v.s. gibi toplulukların istihdaf ettiği gayeler gerçekleşmiş sayılabilir. İşte bu bakımdan insanların sırtına bir çok ağır, fakat yükseltici tecrübeler yüklenmektedir.

Yeryüzündeki aile, kavim, millet devlet v.s. gibi bütün topluluklar bahsettiğimiz yüksek gayeleri tahakkuk ettirmeğe vasıta olan dünya teşekkülleridir. Ve bu teşekküller dünyada kadrosunu daralttıkça fertler arasındaki sempatiler ve sevgiler daha ziyade tebellür eder ve en geri halinde yalnız bir aile içinde mahsur kalır. İdeal tekamüle yaklaştıkça bu sevgi ve sempati duyguları ile aile ocağından dışarı taşmağa başlar. Komşu, ahbap, arkadaş, hemşeri sevgisi de bu aile sevgisi arasına yavaş yavaş katılır. Bu hal tekamülde atılmış mühim bir hatvedir. Bu hatveyi bütün manasiyle atabilmiş bir insan için aile efradı sevgisi ile bir dost, bir arkadaş ve nihayet bir hemşeri sevgisi arasında hiç olmazsa pek az fark kalır ki henüz bu adımı atamamış kimseler bunun manasını anlıyamamışlardır. Fakat büyük gaye yerinde durmaz, insanlara ve bilhassa yürümek kararını vermiş insanlara tedrici olmakla beraber daha çabuk adımlarla yaklaşır. Ve o zaman dosluk, hemşerilik sevgisi ve ahengi yeniden yeniye kendisini gösteren ihtiyaçlar karşısında hudutlarından taşmağa başlar ve daha büyük topluluklar içinde inkişaf etmek arzuları başgösterir. Fakat bunlar en ufak bir tazyika, en ufak bir gösterişe ve madddi menfaate dayanmıyan samimi duygulardır. Buradaki sevgi bir aile sevgi ve anlaşmasının tedricen ve hazmedile edile şümullenmiş şeklinden başka bir şey değildir. Pek az kimsenin duymak saadetine varabildiği bu sevginin bir öz kardeş sevgisinden farkı olmamak icabeder. Eğer böyle değilse bu teşekkülün istihdaf ettiği yüksek tekamül gayesi layıkiyle tahakkuk etmemiş sayılır. Fakat ebedi tekamül hiç bir yerde durmadığı gibi burada da durmaz. Ruhlar dünyanın bütün tekamül imkanlarından istifade etmek için yer yüzüne inmişlerdir. Binaenaleyh oradaki yükselme hareketlerine tabii olarak devam edeceklerdir. Hakikaten bir an gelir ki sevgi ve ahenkleşme ihtiyacı yeryüzünün hiçbir zümresine münhasır kalamaz, hiç bir teşekküle sığmaz, bütün insanlığa, bütün dünyaya şamil olur. Bu dereceye varmış olan bir insan için ne aile, ne arkadaş, ne yurddaş duygusu kalmaz. Herkes onun öz kardeşi olur. Ve o, bir aile kurmak, bir cemiyete, aşirete ve devlete intisabetmek ihtiyacını duymaz. Bütün dünya, bütün insanlar onun her şeyidir. Ve ona göre bu duygu - bu dereceye gelmemiş olan diğer insanların yabancı görmelerine rağmen - tabii ve mutat bir hale girer. İşte bu dereceye ulaşmak, bu dünyadaki bütün işleri bitirmiş, bütün tecrübeleri ikmal etmiş ve yer yüzüne sığmamağa başlamış olmak demektir. Zira insan ruhu tekamülünde durmaz ve onun dünyayı doldurmuş olan sevgi ve ahenkleşme duygusu nihayet bir gün gelir ki dünyadan da taşmağa başlar. Ve o zaman insan, duygularına dünyadakinden daha geniş tezahür zemini aramak ihtiyacı içinde kalır.

Sözü buraya kadar getirdikten sonra reenkarnasyonizma gorüşü ile aşiret ve devlet teşekkülleri hakkında söylenmiş olanlardan esas itibariyle ayrı olmıyacağı kolayca anlaşılır.

Biraz evvel, devlet teşkilatındaki yükseltici fonksiyonların ve unsurların aile teşkilatındakinden daha mudil ve geniş ölçüde olduğunu söylemiştik. Daha ziyade tabii ve insiyaki sevgi bağlariyle birleşmiş olan küçük bir aile topluluğunda fertlerin birbirine karşı vazifeleri nispeten basit ve otomatiktir. Esasen tabiat bunların çoğunu tayin etmiş ve yoluna koymuştur. Babanın, ananın, çocukların birbirine karşı mütekabil vazifeleri hemen tabii insiyaklarla tesbit edilmiş gibidir. Buna mukabil, daha ileride bir ruh topluluğunu ifade eden cemiyet ve devlet teşekküllerinin nispeten insiyaklardan kurtulmuş, iradi cehitlere mütevakkıf, ağır mesuliyetli işleri ve vazifeleri vardır. Bir cemaat, aşiret veya devlet teşkilatı içinde gerek aktif, gerek pasif rollerden birini almış olan herhangi bir ferdin muvaffakiyeti ancak göstereceği hüsnüniyete bağlıdır. Halbuki eğer o geçmiş hayatlarında kullandığı vasıtalarla, mesela yakın dostluklar, aile ve cemiyet teşekkülleri gibi insanlara birbirini sevmesini öğreten toplulukların yardımiyle başkalarına karşı nefis feragati, fedakarlık ve şefkat duyguları beslemesini öğrenememiş, insanları bu yüksek duygularla sevememiş ise devlet teşkilatı içinde onun ne aktif, ne de pasif rollerinde hüsnüniyetle hareket edebilmesi mümkün olmaz.

Birisi sevmediği kimseye karşı eğer iyi niyetle muamele yapabiliyorsa onun bu hareketi ancak başka kimselere karşı duyduğu şefkat ve sevgi hislerinden kuvvetini alabilir. Herkese nefretle bakan, herkesi kendine ve kendini herkese düşman bilen bir insanda hüsnüniyet bahis mevzuu olamaz. Eğer bu sözün hilafına bir vakıaya rasgelirsek ona hüsnüniyet değil, bir hüsnüniyet gösterişi diyebiliriz.

İyi maksatlarla hareket etmedikçe hiç bir tecrübede muvaffak olmanın imkanı yoktur. Evvelki bahislerde mükerreren söylendiği gibi bir işin neticesi değil, o işi yaparken insanın ruhunda beslediği maksatların iyiliği veya kötülüğü, tecrübe hayatındaki muvaffakiyeti hazırlar.

Bir cemiyet içinde fena ve hodbince maksatlarla faaliyet gösteren kimse hakiki gayesini unutmuş olur. Ve bu hal, onun yeryüzünde olgunlaştırmakla mükellef bulunduğu ruhunun gıdasını teşkil eden meyvalardan bir çoklarının çürümesine sebebolur ki bu da ıstıraplar ve esaretler ile dolu dünya hayatlarına yeniden girmek zaruretini kendisine yükletir. Başkalarının esaretini ve ıstıraplarını hazırlıyanlar ve istiyenler, müstakbel hayatlarında kendilerini esirliğe ve ıstıraba namzet göstermiş olurlar. Bu hal illiyet prensibinin bir neticesidir.

Şu halde ruhlar bir cemiyette intihabettikleri aktif veya pasif rolleriyle yer yüzünde geçirmek ihtiyacında bulundukları tecrübelerini muvaffakiyetle ikmal ederek müstakbel hayatlarına istikamet vermiş ve müstakbel saadet veya felaketlerini hazırlamış olurlar. Fakat gelecek hayatları hazırlaması bakımından illet olan bu tecrübeler aynı zamanda tekamülün vasıtasıdır.

Daha sıkı ve tabii kayıtlarla bağlanmış aile topluluklarında bile fertlerin muhtelif sebeplerle bir aileden diğerine geçebilmek imkanlarını ve hatta bazen zaruretlerini evvelki bentte uzun uzadıya görüştüğümüz gibi kabul ederken tabii olmakla beraber daha ziyade içtimai şartlarla mukayyet cemiyet veya devlet toplulukları arasındaki intikal imkanlarını ve zaruretlerini evleviyetle kabul etmemiz icabeder. Binaenaleyh bir ruh, reenkarnasyonunda nasıl ve hangi sebeplerle başka bir aileye intisabedebiliyorsa öylece başka bir cemiyet, aşiret, kabile veya devlet topluluğu içinde dünyaya gelebilir.

Fakat bütün bu hareketler başı boş ve gelişi güzel birtakım arzulara tabi değildir. Bunlar ruhun tekamül gayesine hadım tabiat kanunlarının sıkı hükümleri altındadır. Ve tekamülünü özliyen ve sezen her ruh bu hükümlere seve seve boyun eğer. Mesela, evvelce Afrikada vahşi kabilelerden birine mensubolan bir ruhun müteakip gelişinde en medeni ve modern teşkilata malik büyük bir devlet topluluğu içinde doğması hem faydalı değildir, hem de ekseriya mümkün olmaz. Mümkün değildir, çünkü kendi seviyesinden çok yüksek olan büyük bir devlet teşkilatının icaplariyle bütün hareketlerini ve fiillerini ayarlıyabilmesi onun için hemen hemen imkansızdır. Faydalı da değildir, zira bu imkanı elde edebilse bile, böyle yüksek tecrübelerden muvaffakiyetle çıkmasına onun cılız ruhu müsaade etmez.

Demek ruhların aileler ve cemiyetler arasındaki intikallerinde alaka ( affinite ) kanunu hakim rol oynamaktadır. Bu intikaller alaka kanununun hükmü ile tedricen ve müterakki bir şekilde vaki olur. Yani, Afrikadaki vahşi zenci ilk zamanlarında, ancak gene kendisine yakın muhitlerde ve eski kabilesinden pek fazla yüksek bir tekamül seviyesinde bulunmıyan topluluklar arasında reenkarne olur. Ve bunun dışındaki hareketler hemen daima ruhun yuvarlanmasiyle neticelenecek birtakım tersliklere yol açar. Onun mesela, bir Avrupalı olabilmesi için oldukça geri muhitlerde epeyce uzun bir sıtaj devresi geçirmesi lazımgelir.

Fakat burada biraz daha derince düşünürsek ruhların muhtelif topluluklar arasındaki bu intikallerinin zahiri olduğunu görmekte gecikmeyiz.

Zira bir cemiyet demek, evvelce uzun uzadıya söylediğimiz gibi ve binnetice fertlerin topluluğu demektir. Yani cemiyeti fert mefhumundan ayırmak mümkün değildir . Diğer taraftan aynı şartlar altında, aşağı yukarı aynı duygu ve düşüncelerle yaşıyan aynı seviyedeki insanların tekamülleri de müşterek olarak vukua gelir. Bunlar hemen hemen aynı şartlar altında, birbirine benziyen hayat tecrübelerinden geçerler. Buna ilave olarak geçmiş hayatlardanberi devam edegelen sempati ve sevgi bağları da onları birbirine yaklaştıracağından bir aile ve hatta bir cemiyetin hemen hemen bir çok aileleri, bütün fertleriyle beraber müştereken başka bir cemiyette reenkarne olabilirler. Esasen cemiyetler böyle yükselir. Bittabi bazı hususi tekamül ihtiyaçlarında husule gelen bazı hızlanmalar veya yavaşlamalar neticesinde fertlerden veya ailelerden bazıları reenkarnasyonları esnasında cemaatten ayrılıp başka topluluklar içinde dünyaya inebilir. Keza, oldukça yükselmiş bazı ruhlar da herhangi bir vazife uğrunda yabancı ve hatta kendi seviyesinden düşük topluluklar içinde tekrar doğabilir. Fakat umumiyetle bir fert hakkında bir topluluktan diğerine intikal ihtiyacını doğuran sebepler o cemiyetin aşağı yukarı büyük bir ekseriyetle diğer fertleri hakkında da varittir. Bir cemiyetteki fertlerin ekseriyetle aynı tekamül seviyesinde bulunması bu halin bir neticesi olsa gerektir. Binaenaleyh fertlerin reenkarnasyonları esnasında bir cemiyetten diğerine geçerken birbirinden ayrılmamaları yüzünden, hakikatte cemiyet hayatının aynı kaldığını ve değişen şeyin yalnız isimden ibaret olduğunu kabul etmek lazımgelir. Cemiyet, fertler demektir. Bir fert kendisini daima ailesi ve yurttaşları yanında gördükten sonra - nerde ve hangi isim altında olursa olsun - bulunduğu muhiti yadırgamaz. Ve o muhitte bulunan topluluk daima onun kendi öz topluluğu olur. Fakat bu öz topluluk tedricen ve gittikçe, aşağı yukarı aynı seviyede bulunan diğer yabancı varlıkları da birer ikişer içine alarak veya kendi camiasındaki fertlerden bazılarını birer ikişer mümasil diğer topluluklara terkederek ruhlar arasındaki manevi irtibatın genişlemesine yardım eder.

Hulasa, yer yüzündeki tabii, içtimai veya mefkürevi bütün topluluklar gaye değil, birer tekamül vasıtasıdır. Bunlar ruhların kemaline doğru uzanan – bazıları uzun bazıları kısa – yollardır. Bu yollardan birini tutmakta ruhlar serbes oldukları gibi onları değiştirmekte de tamamiyle serbestirler. Aklı başında olan ve dünya hayatının kısalığını ve faniliğini basiret gözü ile görebilecek olgunluk derecesine varmış bulunan her ferdin bu hakikati daima göz önünde tutacağı tabiidir. İnsanları bekliyen yüksek gayeler vardır ve bunlar dünyanın miskin, maddi menfaatlerinden başka şeylerdir.

Yeryüzünün maddi teşekkülleri, dünyamızın üstündeki alemlerde olduğu gibi ruhların en asil ve ilahi bir sevgi ile kaynaşıp tabiat kanunlarını muvaffakiyetle tatbika memur birer ajan halinde iş birliği yapabilecek duruma girebilmeleri için lüzumlu vasıtalardır. Ve bu vasıtalar diğer bütün tekamül vasıtaları gibi bu dünyada bırakılmağa mahkumdurlar. Böyle olunca bir ruhun ikinci defa yeryüzüne inerken mutlaka aynı aileden, aynı milletin veya devletin içinden doğması lazım gelmez. Burada ruh, intihabını yaparken mesela, bir düşmanlığın ortadan kalkması veya bir sempatinin kuvvetli bir sevgi haline gelmesi veyahut zayıf bir ruhta henüz intaş edememiş sevgi tohuumlaırnın intaşa müsait bir duruma getirilmesi gibi birçok düşünce ve amillerin tesiri altında bulunur. Ruhlar bir aile ocağında, bir muhitte bu ihtiyaçlarını tatmin ettikten sonra kendilerinde doğan diğer ihtiyaçların tesiriyle diğer ailelere ve topluluklara intisabetmek üzere tekrar dünyaya inebilirler. Evvelce vahşi kabileler arasında dünyaya gelmiş bir ruhun yükseldikten sonra da ebediyen vahşiler arasında dünyaya inmesi lazımgeldiğini kabul etmek fikriyle ve o fikre bağlı olan reenkarnasyon mefhumu ile kabilitelif değildir. Onun bilakis müteakip tekamülünü temine yarıyacak daha yüksek insan toplulukları arasında doğması lazımdır.

Fakat yazık ki bu hakikati henüz göremiyenler yer yüzünde - hem de - pek çoktur. Bu gafletin neticesi olarak bütün diğer topluluklar gibi devlet teşerkülleri de pek çok defa bir gaye olarak kabul edilir. Ve tabiatiyle bir ruhun hayatında bu teşekküllerden beklediği neticeler istenildiği gibi zuhur etmez. Bu yüzden tekamül yolları uzar, yollarda birçok tehlikeli uçurumlar, aşılması güç manialar peyda olur. Gelecek hayatlar güçleşir, insanlar hem başkalarının, hem de kendilerinin sefalet ve ıstıraplarını hazırlarlar. Bu vasıtanın gaye telakki edilmesinden doğan terslikler, dostlukları düşmanlıklara, sempatileri antipatilere çevirmeğe sebebolur. Yeryüzünde neticesi hiç olan kanlı boğuşmalar başlar. Buradaki hakikati görmedikçe ortaya konacak hiçbir tedbir bu felaketin önüne geçemez. Kimse kimsenin derdini anlamaz, kimse kimseye itimadetmez olur ve bütün bu tersliklerin neticesinde dünya hayatı, bütün konforuna rağmen cehennem hayatına döner. İşte müessir, faydalı bir tekamül ve saadet vasıtası olması lazımgelen birkaç senelik dünya ömrünü gaye ittihaz etmenin böyle derin ve acıklı bir gaflet içinde yuvarlanan beşeriyete layık mükafatı budur! Fakat belki bütün tekamül yollarının en uzunu ve en zoru olan bu yol da zavallı beşeriyeti kendisine mukadder olan kemale ve saadete ergeç ulaştıracaktır. Acaba insanlar neden gaflet içinde bulunuyorlar, neden gözlerine batacak kadar kendilerine yakın olan hakikatleri göremiyorlar ve neden dümdüz, dosdoğru tekamül yollarını böyle zahmetli, manialı ve hatta tehlikeli hallere sokarak ıstıraplar ve meşakkatler içinde yuvarlanıyorlar? İşte bu sualleri bize hatırlatan meseleler bugünkü dünya hayatının bir trajedyasıdır veya komedyası !...

Fakat benim burada bu sualleri ilgilendiren meseleye temas etmekle söylemek istediğim şey şudur: İçtimai teşekküllerin reenkarnasyonizma davasına aykırı görünmesi, bu teşekküllerin insanlarca birer gaye ittihaz edilmiş olmalarından ileri gelir. Yoksa bunlara hakiki kıymetleri verilmiş olsaydı biz bu meseleyi burada değil, kitabımızın reenkarnasyonizmayı takviye edici hadiselerden bahis kısımlarında mütalaa etmek fırsatını bulurduk ve bu da daha doğru olurdu.

4 – İdeolojik teşekküller

Yukarki mülahazalardan sonra bu bentte söylenecek fazla söz kalmaz. Zira o mülahazalar, insanlar arasında sınıflar doğuran ideolojik telakkiler hakkında da caridir. Yalnız buradaki vaziyet biraz daha ideal ve yüksek tertipte vukua gelir. Aynı zamanda ruhların bu yoldaki guruplanmalardan temin edecekleri bazı diğer faydalar da bulunabilir. Mesela materyalist bir ekole inanarak bir müddet yaşaması icabeden bir ruh, dünyada kendisine bu ekolün telakkilerini aşılıyacak topluluklar ve şartlar içinde gelir. Zira o, materyalizma yolu ile birçok yeni şeyler öğrenecek ve eksik kalan taraflarını bu yolda tamamlıyacaktır. Dinler hakkında da hal böyledir. Ruh bu suretle enkarnasyonu esnasında herhangi bir telakki yolu ile öğrenebileceğini öğrendikten sonra diğer noksan bir tarafını tamamlamak üzere başka türlü telakkilere bağlı bir topluluk içinde yeni enkarnasyonunu yapabilir.

İnsanların şu veya bu telakkiye bağlanmaları asla mutlak olamaz. Bu hal insanın yalnız bir hayatına ve hatta bazen de hayatının yalnız bir devresine ait bir realite olabilir. Fikir hayatında evvelce dindar olup sonradan dinsiz olanlar veyahut din değiştirenler çok vardır. Evvelce koyu bir müslüman idim. Sonra materyalist oldum, şimdi de ispiritüalistim. Fakat kendimi ne müslüman olduğum için noksan, ne materyalist olduğum için kafir, ne de şimdi günahkar addederim. Bunların hiçbirisi de benim için bir meziyet olmadı. Bütün bu telakkilerin beni tekamül hayatımda birbirini hazırlıyan, birbirini tamamlıyan ve nihayet bugün tasavvurundan bile aciz bulunduğum kimbilir hangi yüksek realitelere namzet kılan birer merhale oldu. Böyle düşünen bir insanın hiçbir insana karşı, herhangi bir telakkisinden dolayı antipatik hisler duymasına imkan kalmaz. Dinde, ahlakta, içtimaiyatta, ilimde, felsefede hangi yolu tutmuş olursa olsun birgün gelecek ki bütün insanlar bir yol ağzında buluşacaklar ve yeni yürüyecekleri yolu beraberce tayin edeceklerdir. Bu yol ağzına çıkan yolların bazıları uzun ve dolambaçlı, bazıları da kısa ve düz olabilir. Bu halin netice itibariyle hiçbir kıymeti yoktur. Çekeceği meşakkati göze alıp ona katlanmağa karar verdikten sonra herhangi bir yola sapmakta herkesin hakkı vardır. Esasen ruhların tutacağı yol, kendilerine en yakışacak olan yoldur. İhtiyaçlar ve bilhassa tabii saikler bu hususta en iyi yol gösterici olurlar.

Dinli, dinsiz, ahlaklı, ahlaksız, materyalist, ispiritüalist, pozitivist.... velhasıl sonu << ist >> le biten bütün ekol sahipleri uzun veya kısa yollarında tekamül etmektedirler. Fakat muhakkak ki bunların hepsi de hata içindedir. Yalnız buradaki hata ve hakikat telakkisi kullanıldığı yere göre değişir. Binaenaleyh kimsenin kimseyi kabahatli çıkarmağa hakkı yoktur. Herkes kendi realitesinde haklıdır, herkes için başkasının realitesi hatalıdır.

Ben bugün bir dinsizi itham edemem, çünkü bir vakitler ben de öyle idim. Bir ateşperesti itham edemem, çünkü bir vakitler ben de o devreden geçmiştim. Şu veya bu ekol salikini itham edemem, çünkü onlar da tuttukları bu yolda benim ulaşmak istediğim yüksek ideale, sonsuz realiteler sahasında ilerlemeğe bilerek veya bilmiyerek benim gibi çalışıyorlar. Ben kimseyi ne duygusundan, ne de düşünce ve telakki tarzlarından dolayı itham edemem. Herkes muhteremdir, her fikir ve duygu sahihi sevilmeğe layıktır. Eğer bunların arasında yanlışlıkla uzun ve dolambaçlı yollara saparak orada zorluk ve meşakkatler içinde yürüyenler varsa müsaadelerini alıp ellerinden şefkat ve sevgi ile tutmak ve onlara yardım etmek benim gibi herkesin borcudur.

Demek ruhların daima aynı ailede, aynı cemiyette ve aynı telakkilere bağlı insanlar arasında tekrar tekrar doğmaları değil, muhtelif fikirler, muhtelif realiteler ve itiyatlarla dünyada yaşamaları lazımdır. Kesretişuun, tekamülün bir zaruretidir. Ruhlar şuunatın bu kesreti içinde türlü türlü faaliyet göstermek ve bunun neticesinde müessiriyet kudretlerini inkişaf ettirmek imkanını bulabilirler. Her işde, her faaliyette insanı yükseltici unsurlar vardır. Mütenevvi yollardaki faaliyetler ruhun kemalce zenginliğini arttırır.

Hülasa: Dünyalar ruhların maddeler arasındaki tekamülünü temine yarıyan vasıtaları hazırlar. Ruhlar da bu vasıtalardan istifade etmek için buralara gelirler. Böyle vasıtalardan ibaret olan yeryüzündeki cinsiyet, aile, devlet v.s. teşekküllerle bütün ideolojik telakkilerden birine salik olmak her ruhun hakkıdır ve bu onun için lüzumlu bir iştir. Evvelce de söylediğimiz gibi koca bir mektebolan dünyanın her sınıfında, her şubesinde ruhların türlü türlü faydalanmalarına yarayıcı dersler ve her dersten faydalanack talebeler vardır. Muhtelif şubelerde guruplar halinde toplanmış bütün bu talebelerin, sevgi ve bilgi ile ruhları birleştiren kudret ve vahdet diyarlarına girmeye layık unsurlar halini alabilmeleri için, devam ettikleri aynı mektebin kardeş talebeleri olduklarını unutmamaları lazımgelir. Zira bunu unuttukları müddetçe dünyanın geri ve ıstıraplı bir cehennemden farkı kalmaz. Ve vahdet diyarının uzıyan yollarında yürümek çok güçleşir. Bu hali henüz göremiyen veya görmek istemiyen insanlar çok vardır ve yüksek gayelerine karşı gözlerini yumarak ötekine berikine çarpa çarpa rasgele yürüyen bu insanların ortasında itilip kalkılarak bunalmış başka insanlar da vardır. Fakat bereket versin ki bu viran dünyanın oldukça ucuz ve pek az zaman için kiralanmış bir hane olduğunu bilmek, arada maddeten ezilen bu başka insanların büyük bir teselli kaynağı oluyor.

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana