RUH VE KAİNAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 25

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%207.jpgÇEŞİTLİ KABİLİYETLER VE İSTİDATLAR

1 – Umumi mütalaa

Kırk kişilik bir sınıf talebesi arasında aynı anlayış ve yapış kabiliyetinde iki talebe bulmak mümkün değildir. Bundan başka birçok çocukların herhangi bir sahadaki beceririkliği diğer çocukların beceririkliğinden farklıdır. Bu hal açık ve göze batan bir hakikattir.

İstidat farkları daha henüz mektep çağına girmemiş ilk yaşlardaki çocuklar arasında bile kendini gösterir. Musikişinas Seint-Saens henüz iki, üç yaşında iken civardaki kilise çanının bir değil, birkaç ses çıkardığını iddia ediyordu. Halbuki etrafındaki müzisyenler bile o zaman bu sesi herkes gibi bir tek ses halinde duymakta idiler. Bugün akustik ilmi basit bir sesin mevcudolmayıp bütün seslerin mürekkep ve muhtelif seslerden müteşekkil olduğunu söylüyor.

Hatta aynı ailenin çocukları arasında da bir mektep sınıfı talebesi arasındaki istidat ve kabiliyet farkları kadar ayrılıklar bulunabilir. Ailede bir çocuğun, hiçbir sahada kabiliyeti olmıyan diğer kardeşleri arasında yüksek bir deha ile teferrüdettiği çok görülen ahvaldendir. Keza, sönük bir aileden birdenbire bir yıldızın doğduğu ve o yıldızla beraber ailenin parlaklığı söndüğü de vakidir. Paganini ailesi diğerleri arasında buna bir misal teşkil eder. Keman çalma sanatında dünyanın en büyük ve şayanı hayret kudretlerini göstermiş olan Paganini bu ailenin parlıyan ilk ve son yıldızı olmuştur.

Birçok hadiselerin izahında olduğu gibi burada da veraset nazariyesi öne sürülür, terbiyenin tesirinden bahsedilir. Fakat evveldenberi yazdığımız gibi herhangi bir hadiseyi aşağı yukarı izah eder gibi görünen ilk fikri yakalar yakalamaz onu hakiki ve nihai bir illet olarak kabul etmek insanı daima şaşırtan bir hareket olur. Bir hadiseyi tetkik ederken illet gibi gördüğümüz diğer hadiselerin, başka illetlerin birer neticesi olduklarını hiçbir vakit unutmamak lazımgelir.

İstidat ve kabiliyetlerin taayyününde hiç şüphesiz hem verasetin, hem de terbiyenin ayrı ayrı ve pek mühim rolleri vardır. Biz buna herkes kadar inanırız. Maddi teşekkülatın insan faaliyeti üzerindeki tesirlerinden ve insanın dünya hadiseleri içinde terbiye göre göre yükselmek için reenkarne olmak zaruretinden bahsedip duruyoruz. Binaenaleyh veraset ve terbiyenin rollerine biz layık olduğu kıymeti vererek inananlardanız. Fakat burada ne veraset kaideleri, ne de terbiye sistemleri hakkındaki bu imanımız, kabiliyet ve istidatların tebellüründe amil olan ve verasetle terbiyenin lüzumunu da izah eden daha yüksek illetlerin mevcudiyetlerini bize unutturmaz. Zira evvelce de söylediğimiz gibi, tabiatın yüksek tezahürlerini mümkün olduğu kadar hakiki kıymetleriyle kavrıyabilmek için illet olarak karşımıza ilk çıkan hadiselerin daha yüksek illetin birer neticesi olduklarını, fakat bu sonuncuların da evvelkilerden daha yüksek bilmediğimiz illetleri bulunduğunu hatırdan çıkarmamanın lüzumuna inanmış bulunuyoruz.

İşte istidat ve kabiliyetlerin tehalüfünü izah etmek için öne sürülen veraset ve terbiye bahisleri de böylece diğer bir illetin neticesinden, diğer bir amilin vasıtasından başka birşey değildir. O halde kabiliyet ve içtidatların tezahüründe vasıta olan veraset ve terbiyenin oynadıkları roller üzerinde biraz duralım.

Gene bir keman virtüozunu misal olarak ele alacağız: Buradaki virtüozite hadisenin tahakkukunda iki nokta üzerinde durmak lazımgelir. Bunlardan birisi iyi bir keman tekniğine imkan verecek maddi beden teşekkülatının yerinde olması, ikincisi de düzgün ve temiz bir musiki sanatkarı olmağa yarıyacak muhitin mevcut bulunmasıdır.

Parmakları ve kolu kemanı ve yayı kullanmağa müsaidolmıyacak kadar bozuk ve malül bir insanın istenilen kıratta bir keman virtüozu olmasına tabiatiyle imkan yoktur. Bunun gibi, musiki düşmanı veya kaba zevkli bir aileden veya muhitten çıkmış bir çocukta da keman sanatının icabatından olan yüksek estetik zevklerin inkişaf edebilmesi hemen hemen mümkün olmaz. Bunlardan birinci ihtiyacı temin den şey veraset kanunları olduğu halde, ikinci ihtiyaç aile, muhit ve mekteple temin olunur. Demek keman sanatkarlığındaki kabiliyetin tebarüz etmesinde bu iki şartın bir araya gelmiş olması lazımdır. Fakat mesele burada bitmiş olmuyor. Burada iki sual daima kafamızı kurcalıyor: Acaba bu şartların birleşmesindeki gaye nedir ve hangi amilin tesiriyle muhtelif şartların istikameti bu muayyen gaye yolunda birleşmektedir? İşte bizzat kabiliyet ve istidatların, yani buradaki virtüozluğun izahından daha çok mühim olan bu suallerin cevabını vermeğe ne veraset kaideleri, ne de terbiye meselesi kafi gelmez. Burada mutat fizikoşimik kaidelerin üstünde düşünmek lazımdır.

Ruhun kendisini maddeye merbut hissetmesinden doğan incizaplar onu dünyaya çeker: Bu incizaplarını gerçekleştirmek için ruh, maddeler arasında muhtacolduğu bütün şartları arar ve eprövlerine göre onları ya bulur veya bulamaz. Fakat ister bulsun, ister bulmasın o, bu uğurda müsbet veya menfi yollarda sarfedeceği cehitler ve emekler sayesinde birçok kazançlar temin eder. Ve bu kazançların ebedileşmesi ruhun maddeler üzerindeki zaferini sağlamlar ki biz bu hale tekamül diyoruz.

Ruhu madde alemlerine çeken bu maddi incizaplar namütenahidir. Ve bunların herbiri ruhun başka bir bakımdan taalisini temin edecek olan vasıtaları hazırlarlar. Ruhun dünyada yüksek bir musikişinas, bir keman virtüozu olarak yaşaması, büyük bir mühendis, meşhur bir diplomat, alim bir doktor.... olarak yaşamasında olduğu gibi bir gaye değil ruhun taalisi için lazım olan faaliyetlere onu sevketmesi bakımından, bir vasıtadır. Ve ruhlar intihabetmiş oldukları bu yolların birinde geçirecekleri tecrübeler sayesinde yükseleceklerdir. Binaenaleyh müzisyenlik hayatında bir ruhun muhtacolduğu tekamül unsurları varsa o, bu hayatı tercih edecektir. Fakat, eğer o, bir müzisyenlik hayatında kendisine lazım olan bu unsurlardan layıkı ile istifade edememiş ise veya onun tekrar müzisyen olarak yeryüzüne inmesini intacedecek diğer sebepler baki kalmışsa o ruh tekrar dünyada bir müzisyen, bir keman virtüozu hayatında yaşamak için reenkarne olabilir. Zira evvelki hayatını hazırlıyan maddi incizaplar bu hayatında da devam eder. Bu halin birkaç defa tekerrür etmesi gayet tabii olarak ruhta bu sanata karşı birikmiş intibaların tesiriyle hususi ve diğerlerinde görünmiyen bir beceriklilik hali tevlideder ki biz bunu istidat namı ile tebarüz ettiririz. Görülüyor ki buradaki meziyet maddi unsurlara aittir. Ve mesela virtüozluk gibi hususi kabiliyetler ruhun yüksekliğine miyar olmıyan birer tekamül vasıtasıdır.

Her şey bir cehit mahsülüdür. İnsan oğluna hiçbir şey hatır için veya imtiyaz halinde verilmemiştir. Bir dünya hayatında -herkim hakkında olursa olsun- bir insanın, mesela bir musiki aletine veya herhangi bir şeye çalışmağa başlamadan evvelki hali ile çalışmağa başladıktan sonraki hali arasında mutlaka azçok bir tekamül farkı görülür. Bu kaidenin haricine çıkmış bir tek fert yoktur. Bu hal böylece gözümüze batıp dururken bir çocuğun üstün istidadının cehit mahsülü olmadığını düşünmek doğru olmaz. Kainatta çalışmaksızın, emek sarfetmeksizin hiçbir kazanç bahis mevzuu olmaz. Bunu bilmiyen ve takdir edemiyen insanlar yollarında görmeden yürüyorlar demektir. Eğer ben bugün biraz düşünebiliyorsam bunu hayatımın – belki zahiren fikir alemiyle alakası görünmiyen – birsürü meşakkatli ve ekseriya muvaffakiyetsizliklerle neticelenmiş- karşılarında asla yorgunluk ve ümitsizlik duymadığım -birçok üzücü hadiselerle mücadele etmek hususundaki mütemadi faaliyetlerime ve emeklerime borçluyum. Ve eğer bu faaliyetlere imkan bulmuş olmasaydım bugün belki gabi bir insandan başka bir şey olmazdım. Ne veraset kaideleri, ne de içinde bulunduğum muhitin üzerimdeki terbiye baskısı beni bugünkü hayatıma hazırlamış değildir.

2 – Harika çocuklar

Erken olgunluk gösteren çocuklara dair bir çok misaller vardır. Bunlar hakkındaki tabiat sırları yukardan beri söylemekte olduğumuz reenkarnasyon yolu ile pek güzel izah edildiği gibi bu misaller reenkarnasyonizmanın sıhhatine ayrıca kuvvetli birer delil olur. Bunlardan bir kaç tanesini kısaca okuyucularıma hatırlatmak istiyorum.

1 – Musikişinas Mozart üç yaşında iken piyano çalmağa başlamıştır. Öyleki dört yaşına geldiği zaman bu küçük sanatkar, yüzlerce kişinin karşısında konserler vermeğe başlamış ve her kesin takdirini kazanmıştır. Fakat iş bu kadarla kalmıyor, beş yaşına girdiği zaman Mozartın bestekarlığı başlıyor. Bestelediği parçalar gayet sevimli bir üsluba maliktir. Beş yaşındaki bir çocuğun ruhundan fışkıran bu sanat parçaları hangi görgü ve çalışmanın mahsülü olabilir? Bununla beraber iş gene burada durmuyor, altı yaşında olan Mozartı bir keman sanatkarı olarak görüyoruz. Piyano ve keman sanatında yetişmenin ne kadar güç şeyler olduğunu düşününce Mozart’taki bu halin acayıp bir iş olduğunu anlamak kolaylaşır. Hele on bir yaşına girince aynı çocuğun opera bestelemesi ve operasının kıymetini musikişinaslara kabul ettirebilmesi ayrıca bir garabettir. Mozart bu yaşta iken biri Finta Simplice, diğeri de Bastien et Bastienne isminde iki opera parçası bestelemiştir!.. Keman, piyano ve beste sanatkarlıkları gibi herbiri senelerce çalışmağı ve uzun tecrübeleri istilzam eden hallerin böyle bir kaç çocukluk senesine sığıvermiş olması bir tek hayatın icapları ile izah edilemez.

2 – Evvelce ismi geçen Paganini de Mozart’tan aşağı kalmaz. Bu çocuk dokuz yaşında iken memleketinde kendisine keman dersi verebilecek hiçbir koca bulunmuyordu. Babası oğlunu büyük bir müzik üstadınının öğrenmekle mükellef olduğu en son bilgileri almak için Parma’ya götürdü. Orada meşhur Alexandro Rolla’yi aradıkları zaman, bu zat yatağında hasta bulunuyordu. Zevcesi baba ile oğlu hastanın yanındaki odaya aldı. Burada tesadüfen masanın üzerinde bir keman ile üstadın yazmış olduğu en son conserto’su bulunuyordu. Babasının bir el işareti üzerine küçük Nicolo kemanı aldı ve bir bakışta konserto’yu mükemmelen çaldı. O esnada aradaki kapı birdenbire açıldı ve bir çocuğun bu konserto’yu çalabileceğini aklından bile geçirmiyen Rolla’nın başı içeri uzandı. Henüz bitmemiş bir elyazısiyle yazılı, güç eserini çocuğun bu kadar üstatça çalıverdiğini görünce, Rolla gayrı ihtiyari olarak SAPRİSTİ! ( şeytan ) diye haykırmıştı. >>

Saçını ve sakalını sanat yolunda ağartmış bir hocanın, bir musiki aleti üzerinde en güç ve en ince icra imkanlarını tebarüz ettirmek maksadiyle kimbilir ne kadar aydanberi bestelemeğe uğraştığı bir eserini hiç çalışmadan bir defada mükemmel bir surette çalabilmek için bilmediğimiz bir zamanın cehit ve gayretlerinin müdahalesini kabul etmek zorundayız. Bu misalin ehemmiyetini, yüksek keman tekniğindeki aşılması çok çetin güçlükleri bilen herkes takdir eder.

3 – Fakat bu harikalar bir iki tane değildir, çoktur ve bunlardan biri de küçük müzisyen Pepito Ariola, ya aittir. Zamanında birçok düşünce sahiplerini meşgul etmiş olan bu harika, üç buçuk yaşında iken bir bestekardı! Ve bestelediği parçaları da piyano ile bizzat kendisi çalardı. Yalnız, okuma ve yazma bilmediğinden onun eserlerini başkaları notaya alırdı. Fakat bu yaştaki bir çocuğun bestesi bahis mevzuu edilince akla çocukça şeyler gelebilir. İşte Pepito’daki hususiyet ve ehemmiyet burada başlıyor. Zira bu üç buçuk yaşındaki çocuğun parçaları kompozisyon kaidelerine tamamiyle uygun birtakım sonatlardır. Ve çocukça şeyler olmaktan uzaktır. Bu parçalardan altı tanesi İspanya kıral ve kraliçesinin huzurunda çalınmış ve onlar tarafından da takdir edilmiştir. Müzisyen münekkidlerin bu eserler hakkında söylediklerine göre bunlarda ancak büyük sanat eserlerinde görülebilen zenginlik ve orijinallik vardır. Fakat pepito’nun bütün marifeti bundan ibaret değildir. O, aynı zamanda 80 kişilik büyük bir orkestrayı da muvaffakiyetle idare ediyordu. Şimdi üç buçuk yaşındaki bir çocuğu gözönüne getiriniz, saçlı sakallı seksen tane sanatkardan mürekkep bir orkestranın şeflik makamına çıktığını görürsünüz. Birçok müzik mebahisini muhtevi kompozitörlük ilmiyle birçok müzik aletlerinin hususiyetlerini ve onların ahenk kaidelerini ve bilhassa muhtelif eserlerin interpretasyonlarını hakkiyle bilmeğe mütevakkıf olan orkestra şefliği vazifesini nefsinde toplamış olan bu muamma çocuğun bunları nerden ve ne vakit öğrendiğini kendi kendimizden sorabiliriz. Veraset bize bu kadar büyük işleri izah etmez. Bundan başka bu işleri veraset yolu ile vukua gelen bir hadise olarak kabul etmek, bütün insan cehdini, insan mesaisini inkar etmek olur.

4 – Genç müzisyenler faslını bitirmezden evvel yeniliği itibariyle kayda şayan olan diğer bir harika çocuğu zikretmekten kendimi alamıyacağım. Bu, yedi yaşında Sugar Chile isminde bir zenci çocuğudur. Son zamanlarda Detroit’nın büyük bir tiyatro salonunda bir << Boogie - Woogie >> müsabakası tertip edilmişti. Suggar 150 piyanist arasına bu müsabakaya iştirak etmiştir. Bu çocuk sanatkar, salonda herkesin hayret nazarları arasında piyanonun başına oturmuş ve sükunetle kollarını tuşların üzerine koyarak en muğlak bir Boogie - Woogie olan Caledonia’yi hakem heyetini teşkil eden zevatın akılları almıyacak bir maharet ve hakimiyetle çalmıştır. Fakat iş bu kadarla da kalmamış Suggar bu parçayı müteakip, heyetçe meçhul olan diğer bir parçayı da çalmağa başlamıştır. Parça çalındıktan sonra hakem heyeti bunun hangi eser olduğunu çocuktan sorunca genç zenci, ciddi bir çehre ile:

<< – Oh !.. Bu, ufak şahsi bir eserdir. >> demiştir.

Detroit’nın büyük bir tiyatro salonunda 150 müsabakacı arasında müsabakayı kazanan yedi yaşındaki Suggar, herkesin hayranlığı içinde alkışlanmış ve << dünyanın en genç Boogie-Woogie Piyanisti >> ünyanını almıştır.

Bu muvaffakiyetini müteakip derhal Hollywood’un büyük bir sinematografik şirketi tarafından bir mukavele ile angaje edilmiştir. Suggar bütün aile efradiyle birlikte Hollywood’a hareket etmezden bir gün evvel Detroit’nın zenci mahallesindeki fakirane evine, son defa kendisini dinletmek üzere bütün komşularını davet etmiş ve onlara en karışık ve güç parçaları maharetle çalarak dinletmiştir. Hazırun çocuğu gözyaşları içinde alkışlamışlardır.

Bu çocuk bir kamyon şoförünün oğludur. Altı biraderi vardır. Fakat aile içinde kendisinden başka hiçbir fert musiki aletlerinden hiçbirine vakıf değildir. Suggar iki yaşından itibaren piyano çalmağa başlamıştır. Kendisinin ilk defa piyano kabiliyetini meydana çıkaran hadise şu olmuştur: Bir akşam şoförün evine gelen bir misafir, laf olsun diye Suggar’dan piyanoda bir şey çalmasını istemişti. Herkes iki yaşında olan bu çocuğun abuk sabuk sesler çıkaracağını zannederken birdenbire meşhur bir Baogie - Woogie olan << Tuyecon Junction >> ı çaldığını görünce şaşırıp kalmıştı. Çocuk o zaman bu parçayı ancak birkaç defa radyoda dinlemiş bulunuyordu.

Fakat bu kabiliyetler yalnız musiki hayatında tezahür etmiş değildirler. İlimde ve sanatın diğer şubelerinde de aynı harikalara rasgeliriz. Birkaç misal de bunlardan vereceğim:

5 – Pascal’ı herkes tanır. Bu zat henüz 13 yaşında iken Euclide’in 32 kaziyesini halletmiştir.

6 – Astronom Gauss, ilk riyaziye meselesini hallettiği zaman 3 yaşında bulunuyordu! Bu yaştaki bir çocuk henüz oyuncağı ile bile layıkı ile oynamasını bilmez. Herhalde üç yaşlık çağ riyaziye meselelerinin halline yarıyacak bir çağ olmasa gerektir.

7 – Süveyş kanalının başına inşası sırasında 600 amelenin başına müfettiş tayin edilen Ericson’un o zaman kaç yaşında olduğunu tahmin edersiniz? Bu zat 12 yaşında bulunuyordu!.. Bütün bu misalleri veraset veya terbiye yolu ile izah etmek mümkün değildir. Zira ne birincisi, ne de ikincisi mahiyet itibariyle bu davayı halledemez.

Fakat bu misallerin yanında öyleleri de vardır ki onlara inanmak bile güçtür. Ve bunların reenkarnasyonizmadan başka bir yolda izahları mümkün değildir. Hatta bu misallerdeki varlıklara insandan ziyade bir ucube demek daha doğru olur.

8 – Mesela bunlardan bir tanesi Henri de Henneke’dir. Bu adam 1721 de Lubecke de dünyaya gelmiştir. Fakat doğuşunun ilk haftalarında konuşmuştur! İki yaşına girdiği zaman üç dil biliyordu. Acaba bu dilleri öğrenmeğe nerde ve ne zaman başladı? Biz ana rahminde bir dil mektebinin mevcudolduğunu bilmiyoruz. Verasetle herşeyin intikali düşünülebilir, fakat bir dilin konuşulması, yazılması gibi apaçık meleke ve mümareseye mütevakkıf olan müktesebatın verasetle intikalini bize hiçbir biyoloji alimi göstermiş değildir. Bir, dil öğrenme istidadının intikali zoraki de olsa düşünülebilir. Fakat şu veya bu dilde okuyup yazmanın veya konuşmanın aynen intikal edebileceğini kabul edemeyiz. Zira bu bir mümarese işidir. O halde H. Henneke’ye bu bilgi nerden gelmiştir? Fakat iş bu kadarla da kalmıyor. Bu çocuk yazmasını dört günde öğreniyor. Ve iki buçuk yaşına bastığı zaman tarih ve coğrafya imtihanlarına giriyor ve muvaffak oluyor. Şimdi iki buçuk yaşında ana südü emmekten yeni kesilmiş bir çocuğun üç dili bilmesi, tarih ve coğrafya imtihanlarını muvaffakiyetle vermesi ve hele dünyaya gelir gelmez konuşmağa başlması akademik bilgilerimizle izahı mümkün olan şeyler değildir. Bu hadiseyi reenkarnasyonizma ile izah etmemek için acaba ortada ne sebep vardır? Geçmiş zamanları hatırlamalar bahsinde de verilecek olan misallerden anlaşılacağı veçhile, henüz iyice bilmediğimiz bazı sebepler altında geçmiş hayatların intibaları fikirler halinde de gelecek hayata azçok bir vuzuhla intikal edebilir. İşte erken olgunluğun tezahürleri ile eski hayatlara ait hatırlamalar arasında biz bu bakımdan büyük bir yakınlık görüyoruz. Aşağıdaki misal de gene böyle bir harikayı gösterir:

9 – Brattier Jean-Philippe 1721 de Schwabeck de doğmuştur. Ve 1740 da ölmüştür. Bu çocuk veya büyük adam yedi yaşında iken Almanca, Fransızca, latince ve İbranice dillerini biliyordu. 9 yaşında güç kelimeleri ihtiva eden bir diksiyoner yazdı. 13 yaşına girince Stineraire de Benjemin Tudele’i İbraniceden Fransızcaya tercüme etti. 14 yaşında da Halle Üniversitesinde Magister oldu. Ve aynı senede birçok ilmi eserler yazdı. Bütün bu işler kırk veya elli sene içinde dağılmış değildir, birkaç çocukluk senesi içine sığıvermiştir.

10 – William Hamilton üç yaşında iken İbraniceyi öğrendi, 13 yaşına girdiği zaman 12 dil biliyordu. Henüz 8 yaşında olduğu zaman büyük astronomlar kendisini dünyanın en büyük riyaziyecisi olarak vasıflandırmışlardı.  8 yaşında bir çocuğun dünyanın en büyük bir riyaziyecisi olmasını verasetin kerametine atfetmek mümkün olursa riyaziyeciliğin kıymeti bugünkü kürsüsünden daha çok aşağılara düşebilir. Bize bunu kabul ettirecek biyolojik delil ortada yoktur. Fakat bu kabiliyeti şahsın kısbi kazanciyle izah eden reenkarnasyonizma lehinde metapsişik delillerimiz çoktur.

11 – Nihayet ressam Van de Kefkhore dan bahsetmeğe sıra geldı; Bu çocuk 12 Ağustos 1873 de öldüğü zaman 11 yaşından bir ay eksik bulunuyordu. Ölümden sonra 350 tablo bıraktı. Fakat bu tablolar oyuncak kabilinden karalanmış şeyler değildi. Belçika İlim, Sanat ve Edebiyat Kral Akademisi azasından Mr. Adolphe Siret bu tabloların bazıları hakkında şu sözleri söylemiştir: << Bunların altına Diaz, Corot, Salvator, Rosa gibi büyük ressamların imzaları konabilir. >> Resim yapmak sadece çizgi çizmekten ibaret bir iş değildir. Hayatın manasını ve güzelliğini anlamış olmak bu iş için lüzumlu şartların başında gelir. Böyle ancak büyük ve meşhur ressamların imzasına layık kıratta tablolar vücude getirebilmek için geçmesi lazım gelen zaman bu çocuğun hayatına sığmıyacak kadar uzundur.

Bu yoldaki misaller pek çoktur. Ve birçok müellifler tarafından bu misallerden birkaçar tane verilmiştir.

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana