MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 22

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%202.jpgB – İNSANLARIN DÜNYADA YAPMAKLA MÜKELLEF BULUNDUKLARI VAZİFELER

Bütün bu müşahede ve mülahazalar bize daima ayni hakikati tekrar tekrar anlatıyor. Dünyadaki ruhi ve vicdani faaliyetlerimiz ne kadar ön plana alınır ve dünya hayatımızda ne kadar hakim bir rol oynarsa spatyomdaki saadetimiz ve gelecek mukadderimiz o kadar emniyet ve huzur içine girmiş olur. O halde burada açıklanması çok lüzumlu olan bir bahisle daha karşılaşıyoruz: Maddi ve ruhi faaliyetler ne demektir? Ve dünya hayatında insanın tekamülü bakımından bu faaliyetlerin rolü nedir?.. Madem ki müstakbel hayatın emniyeti bu faaliyetlerin ayarlanmasına ve bilhassa manevi, yani ruhi ve vicdani faaliyetlerin ön planda bulunmasına bağlıdır, o halde bu faaliyetlerin maliyeti hakkında oldukça sarih bir fikre sahip bulunmamız icap eder. Maddi ve ruhi, yani vicdani faaliyet derken dünya hayatında, insanın iki türlü faaaliyeti düşünülmelidir.

1 – Tamamile dünya işlerimize ait olan faaliyettir. Bu faaliyet bedenimizin dünyada yaşıyabilmesi için zaruri olan hayat icaplarını temin maksadile vukua gelir. Bütün fizik, fizyolojik ve madde ile ilgili sosyal ihtiyaçlarımız bu kadronun içine girer.

2 – Bir de bedenimizi ve maddi ihtiyaçlarımızı hiç de alakadar etmediği halde diğer varlıklarla münasebetlerimizden çıkan ve daha ziyade başkaları hesabına vukubulan ve öz benliğimizi ilgilendiren faaliyetlerimiz vardır ki bu da ruhi faaliyetimizdir. Başta Allaha karşı olan iç duygularımız olduğu halde sevgi, merhamet, fedakarlık, yardım hislerimizin inkişafı için sarfedilen cehit ve gayret ve bu uğurda çekilecek sıkıntı ve meşakkatlere karşı gösterilecek sabırlı mukavemet, ideal heyecanlar ve insani hareketler peşindeki sebatlı azim... ilh. hep manevi veya vicdani faaliyet kadrosuna giren işlerdir.

Bu izahatle anlaşıldığına göre maddi faaliyetlerimizde hotkamlık, manevi faaliyetlerimizde ise diğerkamlık esastır. Ve gene bu izahattan anlaşıldığına göre maddi faaliyetlerimiz bedenimizin ve dünyamızın, manevi faaliyetlerimiz ise ruhumuzun malıdır. Halbuki bedenimiz ancak dünya hayatımızla kaimdir ve bedenin bırakıldığı yer, yani mezar yalnız bedenle kaim bütün mesele ve realitelerin ve kıymetlerin de gömüldüğü yer olacaktır. Buna mukabil ruhumuzun malı olan faaliyetlere gelince, bunlar asla ruhtan ayrılmıyan, daha doğrusu ruhla beraber alemlerden alemlere intikal eden büyük kıymetleri ve meseleleri neticelendirirler. O halde ruhi faaliyetlerimiz, hakiki kazançlarımızı temin eder. Ve hakiki kazançlarımıza ancak bir vasıta olan dünya hayatımızla kaim maddi faaliyetlerimizin de bu ruhi faaliyetlere vasıtalık yapması icap eder. İş bu raddeye gelince karşımıza mühim olan şu sual dikilir:

Acaba bize bu iki türlü kazancı temin eden maddi ve ruhi faaliyetlerimizi nasıl ve ne şekilde ayarlıyabiliriz?

a- Acaba maddi faaliyeti büsbütün inkar edip yalnız ruhi faaliyet üzerinde mi durulmalı? Böyle bir düşünceyi asla doğru bulmayiz. Esasen böyle bir düşünce, insanın dünyaya gelmesindeki sebep ve hikmeti inkar etmek olur. Maddi faaliyet dünya hayatımızın önüne geçilemez bir zaruretidir. Buğdayi ekip yetiştirmezsek aç kalır, yaşıyamayiz. Suyu içmek için çeşmeye kadar gitmezsek susuz kalır ölürüz.

Fakat maddi faaliyetin  bundan daha ileri derecede de lüzum ve vazifesi vardır. Manevi ve vicdani faaliyetlerin mümkün olduğu kadar geniş imkanlar dahilinde yapılabilmesi için maddi faaliyetlere ihtiyacımız vardır. Mesela, bir insan hemcinslerine karşı fedakarlık yapabilmek için manen olduğu kadar maddeten de vicdanını tatmin edecek kadar etrafında ihtiyacı olanlara bir şeyler vermelidir. Bunun için de evvela o adamın verilecek bir şeyi olmalıdır ki başkasına da verebilsin. Bunun temini ise ancak maddi faaliyetlerle olur. İşte burada maddi faaliyet derecesinin hududunu kabaca çizmiş bulunuyoruz. Maddi faaliyet insanın, evvela dünyada yaşaması için zaruri olan maddi ihtiyaçlarını temin etmesi bakımından lazımdır. Saniyen, manevi faaliyetini alakadar eden işlerde muvaffakiyetini arttırmak için maddi bazı imkanlara malik olması lüzumu vardır. Sıhhatli bir bünyeye malik olmıyan, ömrünü hareketsiz olarak hasta ve yatakta geçiren bir insan ruhi ve vicdani sahalarda kafi derecede faaliyet gösteremez. Sefalet içinde kıvranan bir insan diğer sefil olan hemcinslerine yardım yapamaz. Bilgi ve görgü kudreti noksan olan bir insan başkalarının ruh tekamülünde yardımcı yolları bulup ortaya koyamaz. Yani ancak birtakım maddi faaliyetlerle elde edilebilecek bilgilerden, imkanlardan, içtimai durumlardan mahrum bulunan bir adam, insanlığın manevi kalkınması için lüzumlu olan ruh kudretlerini müessir bir şekilde kullanabilmenin çarelerinden mahrum kalabilir.

Hülasa, kafi derecede maddi faaliyet göstermemiş bulunan bir insan, bu kifayetsizliği nisbetinde dünyada, gerek nefsine karşı, gerek hemcinslerine karşı vicdani müvacehesinde yapmakla mükellef olduğu işlerin bir çoğunu yapamaz hale gelir. Fakat eğer dünya hayatı maddi vazifeleri ihmal etmeğe müsait bulunsaydi, vicdanlar da buna razı olsaydı insanların dünyaya gelmelerine de hiç lüzum kalmazdı ve herkes, dünyamızdaki gibi bir maddi faaliyete lüzum hissettirmiyen ruhlar aleminde pekala, ruhi faaliyetlerini daha çok serbestlik ve rahatlık içinde ifa eyliyerek süratle tekamül edivermenin yolunu bulurdu. Halbuki işler hiç de böyle olmuyor. Ve muhakkak surette maddi bir hayatta yaşamak, maddi hayatın ağır tecrübelerine, meşakkatli hadiselerine  karşı gene maddi faaliyet kalkanını kullanarak göğüs germek ve işte bu şartlar altında da ruhi faaliyetten asla geri kalmamak esası takip ediliyor.

b- Acaba yalnız maddi faaliyete kıymet vererek, dünyada manevi faaliyeti inkar ve red mi etmeli?

Eğer varlığın bütün hayatı yalnız bir tek kısa dünya hayatından ibaret olsaydi bu suale karşı tereddütsüzce belki evet, denebilirdi. Fakat, ruhun ebedi hayatındaki gelecek mukadderlere yol açan dünya hayatı ruhun bir tekamül vasıtası olarak kaldıkça dünyada, bu mukadderin lehte hazırlanmasını intaç eden ruh faaliyetinin de yalnız ihmal edilmesi değil, hatta ön plana alınması icap eder. Bu noktayi gözden uzak tutup dünya hayatını yalnız maddi faaliyete vakfetmek istiyen insan (esasen bunda muvaffak olamaz ya! ) eli bomboş olarak zamanı gelince dünyayı terketmeğe namzet hazin bir duruma girmiş olur.

O halde şunu unutmamalıdır: Maddi faaliyet ancak ruhi faaliyetin bir vasıtasıdır. Ve maddi faaliyetin kıymet ve zarureti ancak ruhi faaliyetin emniyet ve selameti için kabul edilebilir. Ve illa, eğer maddi faaliyet, ruhi faaliyete hiçbir şekilde vasıtalık yapmaz ve maddi faaliyet gaye ittihaz edilirse işler tamamile aksine neticeler verir. Yani insanın – tıpkı evveldeki olduğu gibi – dünyaya gelmesinin sebep ve hikmeti ortadan kalkar ve dünyada yapılması mecburi olan vicdani vazifelerin ihmalinden mütevellit noksanlar ruhu öbür alemde müşkül durumlara sokar. Ve evvelce geçirilmiş, boşuna geçirilmiş ıztıraplı yolları tekrar tepmek üzere ruhun gerisin geriye dönmesini intaç eder, hem de bir çok fuzuli sıkıntıları çektikten sonra. Mesela bir mağaraya, bir çilehaneye, bir mezara kapanıp bütün ömrünü iç hayatını temaşa etmek için bütün insanlardan tecerrüt etmiş bir halde geçiren bir insan nasıl muvaffakiyetli bir hayat geçirmiş sayılamazsa, bütün ömrünü yalnız altınla kasasını doldurmak için geçirmiş ve altınlardan bir tanesini bile ruhi faaliyeti yolunda sarfetmemiş bir adam da muvaffakiyetli bir hayat geçirmiştir denemez. Bunların ikisi de mektepte vazifelerini tam yapmamış tenbel talebelere benzer. Zira esasen birincisi de tam manasile bir ruh faaliyeti değildir.

Şimdi bu nokta üzerinde durarak, insanın maddi ve ruhi faaliyetleri hakkında kıymetli tebliğat veren ruh dostlarımızın sözlerini nakletmek istiyoruz. Evvela Kadri dostumuzun bir tebliğini takdim ediyorum:

KADRİ: Temmuz 9, 1947

<< Siz iki vazife ile mükellefsiniz. Bunun biri, halen hayatınızın idamesi için size verilmiş ve şimdiye kadar ne kadar muvaffak olabildinizse onu tatbik ettiğiniz, hayatta yani dünyada yaşamınızla ilgili ve yapmağa mecbur bulunduğunuz bir vazife. Diğeri sizin edebi hayatınızı hazırlayici birtakım yüksek faziletler ve fedakarlıkların iktihamına sizi mecbur bırakan bir vazife.

<< Siz dünyada bulunduğunuz müddetçe bu iki vazifeyi birbirinden ayıramıyacaksın. Yani birine ne kadar emek veriyorsanız ötekine de o kadar gayret ve mesai sarfedeceksiniz. İşte bu tefrik edilmiyen iki müsavi kudrettir ki sizi daima birinden birini tercihe mecbur bırakmak istedikçe siz bunu katiyen yapmayacaksınız, yani birini ihmal edip diğerine azami bir kudret sarfetmiyeceksiniz. Çünkü bunun ikisi de hayatta iken kıymetlidir.

<< Bu aleme ( ruh alemine. B. R. ) geldiğiniz zaman gene ayni iki vazife sizi bekliyecektir. Biri, buradaki işiniz. Diğeri gene yükselmek hususunda mecburen yapacağınız bir iştir. Şayet siz bunu dünyada böyle alışırsanız bu iki vazifeyi muvaffakiyetle başarmağa muktedir olursunuz.

<< Şu halde hem hayatındaki düzeni bozmıyacak ve sizin gidişinizi hiç bir engelle karşılaştırmıyacak şekilde dünya işlerine azami gayret sarfedeceksiniz. Ayni kudrette gene sizi yükseltici ve esas vazifenizi daima kıymetli bir nur olarak parlatmağa vesile olan öbür vazifenize de azami bir gayret sarfedeceksiniz. Tabii müşkül amma, bu müşküldür ki sizin bu vazifelerinizin her ikisinin de kıymetli olmasına çok büyük yardımı dokunacaktır.

<< Bu işlerinizde engeller çıktıkça sizin yakınınızda bulunan varlıklar ellerinden geldiği kadar her iki vazife için size yardımda bulunurlar. Bakınız ben ikinci vazifeniz için sorduklarınızı yapıyorum. >>

Gene dostumuz Kadrinin aşağıdaki tebliği, dünyadaki iki vazifenin bir birine müvazi olarak yürütülmesi lazım geldiği hakkındaki tebliği çok mühimdir:

KADRİ: Temmuz 9, 1947

<< Hayatta her iki vazifenizde de en yüksek dereceyi almağa ve hayatta kaldığınız müddetçe hiç bir işinizi ihmal etmemeğe mecbursunuz. Bunu en iyi şekilde ve başarabildiğiniz kadar yapınca buraya geldiğiniz zaman ondan kazanmış olduğunuz melekelerden büyük istifadeler elde edecek ve burada da yükselmenize bu, sizin için vesile olacaktır. Daima, orta değil, iyi ve en iyi yapmağa ve 10a erişmeğe gayret ediniz. Aldığınızla iktifa değil, alabileceğiniz kadarını almağa gayret ediniz.

<< Yükselmeğe değil, çok çok yükseklere kadar ulaşmak azim ve emeliniz olsun. Çok yükseklere bakınız ki hiç olmazsa daha az, daha öz ilerliye ilerliye hedefinizi kendinize yaklaştırmak fırsatını bulmuş olasınız. Onun için daima kendi işinizde her zaman fedakar ve faal olacaksınız. Fakat vazifelerinizi ihmal etmiyeceksiniz.

<< Sizin de başkalarına hiç bir surette uymıyan tabiatlarınız, ruh kudretleriniz var. Onların inkişafı belki size daha başka kimselerin erişemediği mazhariyetleri de verebilir. Fakat yalnız bir taraflı çalışan bir makine daima o tarafın parlamasına vesile verdiği kadar diğer tarafın körlenmesine sebep olur. En iyi makine odur ki bütün kudretlerini ayni derecede sarfedip birinin değil, her tarafın mükemmel ve istihsal kudretinin azami bir dereceye çıkmasını temin etmiş olur. >>

Fakat dünyadaki maddi ve ruhi vazifeleri bıçakla kesilmiş gibi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Zira bunlar birbirine girift olmuş haldedirler. Yani insan bunlardan birisini yaparken diğerini de yapmış olur. Ancak bu işler bilinerek ve niyet edilerek yapılırsa o zaman alınacak netice daha verimli ve iyi mukadderlerin lehinde olur. Mesela, para kazanmak için hekimlik yapan bir adam aynı zamanda sanatını icra ederken karşılaşacağı hastalarına ve o hastaların yakınlarına karşı birtakım insani hareketlerde de bulunabilir. Onları teselli ederek, yardıma mühtaç olanları görerek onlara yardım elini uzatır, ve hastasının ıztıraplarını dindirmeğe çalışır, icabında ailenin ıztıraplarına iştirak eder... v.s. İşte bütün bu hareketler o hekimin maddi hayatını kurtarmak için girişmiş olduğu hekimlik sanatı gibi maddi faaliyeti yanında ruhunun itilasına yarıyan ve dünyada yapmakla mükellef kılınan ruhi ve vicdani vazifeleridir. Görülüyor ki bunlar birbirine bağlı olarak beraber yürütülebilir. İşte insan böyle birbiri içine girmiş bulunan iki türlü vazifesini birbirine ahenkli şekilde ve hiç birini ihmal etmeden yapmak mecburiyetindedir. Gene dostumuz Kadrinin aşağıdaki tebliği bize bu noktalar hakkında aydınlatıcı bilgiler veriyor:

KADRİ: Temmuz 16, 1947

<< Bir insan hayatta iken kendisini yalnız manevi hususlar için yetiştirmeğe hasretse ve buna maddi imkanlar da bulsa, bu adam bu işinde de çok muvaffak olsa muhakkak bu varlığın tekamülü gösterişli ve herkes tarafından nazarı dikkati çekecek kadar cazibelidir. Fakat buna mukabil başka bir varlık size, geçenlerde söylediğim şekilde iki vazifesini de birden ve müsavi şekilde yapmış olsa, fakat bu vazifelerden her biri için sarfettiği kudret kadar olmasa ( tabii mesaisi iki kısma ayrılmıştır ) bile gene bu ikincinin yükselme derecesi birinciden çok daha ilerde daha verimli ve istifadelidir. Çünkü bu ikincinin tuttuğu yol ana kanunların çerçevesi içinde, yani ne tamamen manevi, ne de maddi. Hem tecrübe, hem tekamül, ikisi birbirine girmiş olarak ve birbirini desteklemek suretile elde edilmiş bir neticedir ki çok hayırlıdır. Bu ikinci yolun, sahibine bıraktığı tesirler de çok istifadelidir. Mesela siz günlük vazifenizle çok yorulmuş bile  olsanız ve işinizi de muvaffakiyetile başarsanız o gece, yorgunluğunuza mukabil içinizde derin bir huzur ve haz duyarsınız. Halbuki yaptığınız işin dünyaya ait ve manevi işlerle ilgisi hemen hemen yok denecek kadar az olmasına rağmen, bu maddi işin manevi cepheden sizi mahzuzu etmiş olmasına neye hamledersiniz? Demek bazan maddi vetireler de ( insan hissetmeden ) manevi kudretlerle iş birliği yapabiliyorlar. Şimdi bir de bu varlık manevi bakımdan da dünya işlerine sarıldığı nisbette bu cephesini de tamamlamış ise duyacağı haz, yalnız bir taraflı olarak çalışan bir varlık tarafından duyulmıyacak kadar büyüktür.

<< Hem bir vazifenin ifası, hem de manevi kudretlerin yükselmesi için yapılması zaruri işler elbirliği ile müştereken yürümesi icap eden işlerdir. İkisi ayrı ayrı olmaz değil, olur. Fakat her ikisinin beraber olması icabı kanun ve her varlığın istifadesinin daha verimli olabileceği en güzel bir yoldur. >>

Hakikaten günlük hayatta, maddi işler arasına ruhi faaliyetleri de muvaffakiyetle başarabilmeğe yarıyan öyle bol imkan ve fırsatlar zuhur eder ki bir az kendini toplayıp bu imkan ve fırsatları görebilen bir insan onları kullanmaktan büyük mikyasta istifadeler elde ederek muazzam tekamül hamleleri kaydetmenin yolunu bulur. Gene kıymetli dostumuz  Kadrinin aşağıdaki tebliği bu noktayi açık olarak gösteriyor:

KADRİ: Temmuz 16, 1947

<< Her hareketinizin gösterdiği neticeler, yani o karşılaştığınız şeylere karşı hareket tarzınız, sizin ruhi kudretinizle karşılaştığı zaman vermiş olduğu intibaın neticesidir ki sizin yükselmenize bir nottur. Bütün işlere karşı içinizden gelen bir tepki ile hareket etmeniz gayet tabiidir. Mesela sabah işinize giderken yapmağa mecbur olduğunuz bir takım hareketler vardır. Bunlar ne kadar bir gün evvelkine benzemiş gibi görünse de aralarında çok büyük farklar vardır.

<< Bir gün daha erken, bir gün geç kalırsınız. Yolda ayni insanlara raslamazsınız. İlk karşılaştığınız varlıktan aldığınız ilk şualar sizin o günkü hayatınız üzerinde akşama kadar büyük tesirler bırakır. Sizin ruhunuzun akislerine, dolayisile işinize de müessir olur. O gün yolda, sevmediğiniz insanların size duyurmak istedikleri sözleri duyarak üzülürsünüz. Ve bu da o gün sizinle karşılaşacak insanlara karşı yapmağı itiyad edindiğiniz hareketler üzerinde müessir olur, sizi tahrik eder ve sizde neticeler bırakır. İşte o gün sizin yükselme dereceniz bütün aldığınız bu intibalar ve kısmen sizin tahammülünüz ve gösterdiğiniz azim ve irade ile kudretinizin sarsılması neticesine dayanır. Siz bunlara rağmen o gün işlerinize şimdiye kadar yazdırdığım şekilde başarabildinizse ne mutlu size. Fakar bu o kadar müşküldür ki öyle az bir azim ve irade kudretile elde edilmesi mümkün değildir. İşte bütün bu muvaffakiyetler sizin aldığınız vazifeyi hiç ihmal etmeden, yılmadan, ne şekilde olursa olsun size vaki olan müdahaleleri hiçe sayarak sonuna kadar aksaksız götürmenize bağlıdır. Müşkül olduğu nispette kıymetli neticeler verir. Kim olursanız olunuz, hangi meslekten bulunursanız bulununuz karşılaştığınız vaziyetlerde hiçbir değişiklik olamaz.

<< Bazan insanlar, işler ters gittiği zaman << bu gün galiba ters tarafımdan kalktım >> derler. Yani kendi tersliklerini o gün kendileri de tamamen idrak etmişler demektir. Bunu bilmek değil yapmamak esastır. Her varlığın, ne tarafından kalkarsa kalksın kendi ruh kudretini parlak akislerini hiç bir şekilde paslandıramıyacak şekilde harekete hazır bulundurması ve kendine gelen kötü şualardan müteessir olmak suretile o şuaları kabul etmesi değil, bilakis onları hiçe sayarak o şuaları aynen aksettirip kendi parlak cevherini göstermesi ve işini bildiği gibi yapmağa gayret etmesi esastır. Netice vazifedir. Vazifenin ifası, tecrübenin muvaffakiyetle neticelenmiş olması demektir. Herkes kendi vazifesini ifa edip etmediğini, yani tecrübedeki muvaffakiyet derecesini hergün ufak bir cehitle aşağı yukarı doğruya yakın bir ihtimalle tayin edebilir. Bazan yanıldığı olur amma, bu lehte olarak kaydetmek lazımdır. Mesela çok küçük gördüğü ve hatta hiç ehemmiyet vermediği, bazan aklından bile çıkmış olduğu öyle hareketler olur ki onun akisleri ve yüksek kıymetleri yüzlercesini bilerek ve azmederek uğraşmakla elde edilemez. Esasen bunlar çok kıymetlidir. Karşınıza o gün çıkıveren ve sizi ehemmiyetsiz gibi görünen ve sizden bir iş istiyen ve siz de onu hüsnü kabul ederek derhal yapmak imkanını bulup yaptığınız bir iş sizin tamamen hatırınızdan çıkmıştır. İşte bu küçük iş diğer büyüklerden daha büyük olur ki hakiki tecrübeler insanın önüne böyle hiç ümit edilmediği zamanda ve mekanda ve hiç bir manası olmadığı zannedilen bir şekilde çıkar ve şuur ekseriya kendisini bir tarafa çekerek ruh kudreti bunun ifasında tamamen serbest kalır.>>

Yukardaki son cümle çok mühimdir. Ve tekamül bahsinde lüzumlu olan ruh faaliyetinin başka bir yönden misalini teşkil etmektedir. Bir bedene bağlı, yani insan halinde bulunan bir ruhun serbestçe faaliyet göstermesine engel olan bir takım manialar vardır. Bunlar sayısızdır. Bu maniaların en mühim ve bazan da en lüzumlularından birisi insan şuuru ve muhakemesidir. İnsan bu, kendisinin maddi hayatından çok mühtaç bulunduğu güzel kudretini ekseriya olduğu gibi nefsaniyetinin peşine takıp sürüklemek zafına kaptırdığı zaman bu kudret ruhun tekamül yolundaki vicdani bütün hamlelerini kösteklemeye çalışan inatçı bir şeytan haline girer ve ruhu güzel ve feyizli hareketlerden alakoymak için her türlü dolabı çevirmeğe elinden geldiği kadar çalışır. İşte onun içindir ki insanın, hayırlı bir karar arifesinde – işin içine henüz muhakeme karışmadan – ruhunun ilk özleyiş hamlesine uyması çok defa faydalı olur.

Yukarki cümleler de bunun bir ifadesidir. Yani bazan, birtakım sebepler altında şuur ve muhakemenin müdahelesinden azade bir ruh kudretinin gösterilmesi icap eder işte o zaman bu iş ehemmiyetsiz bir hadise gibi insanın şuurunda büyük bir iz bırakmaz. Fakat, ruh burada iyi veya kötü olarak yapacağı işi yapmış ve kudretinin derecesini göstermiş ve neticeyi hazırlamıştır.

Aşağıdaki tebliğ de maddi ve manevi vazifelerin birbirinden kati olarak bıçakla kesilir gibi ayrılamıyacağını ve burada birtakım inceliklerin ve icapların araya karıştığını açıkça ifade etmektedir.

KADRİ: Temmuz 16, 1947

<< Mesela, vazifeye giderken yolda rasgeldiğiniz bir insana ufak bir yardımdan bahsetmiştim. Siz vazifeye, yani dünyadaki işinize giderken rasgeldiğiniz adamın buradaki alemle bir alakası yoktur. Fakat yaptığınız hareketin de öyle büyük bir tesiri meydana geliyor ki; sizi günlerce, senelerce camide, kilisede hakka niyaz edenlerin elde edemiyeceği bir neticeye kavuşturuyor. Bunların birbirile alakalarını ayrı ayrı görmeğe ve her birini başka bir safha gibi telakki etmeğe imkan ve tarifi de mümkün olmıyan bir şeydir. Fakat sizin anlamanız için ve daha evvel de bundan bahsetmiş olduğum için iki ayrı iş gibi gösterdim. Esasen tam manevi vazifenizin ifası sırasında da bunun tamamen manevi olmasına da imkan yoktur. O da hayatınızın bir çok safhalarile alakadardır. Birbirinden ayrılmaz. Yalnız dünya ve ahret işlerinin ayrı görülmesi bunların zahiri şekillerinden ibarettir. Hayat daima bu iki kuvvetin tesiri altındadır. İmansız iş görülmez. Neden imansız deniyor? Demek maneviyatla işe başlamak lazım. Maneviyatın durduğu yerde maddiyatın yürümesi hiç bir zaman mümkün değildir.

Bir az ilerde bahsedeceğimiz, nefis mürakabesi tatbikatında bize kıymetli bilgiler veren gene Kadri dostumuzun aşağıdaki tebliğini nakletmek zevkinden kendimizi mahrum bırakmak istemiyorum.

KADRİ: Haziran 4, 1947

<< Size bir çok şeyler söyledim. Bir çok dersler vermeğe çalıştım. Günde size bir çok fırsat zuhur ediyor, edecek dedim. Bunları kaçırmayınız. Hemen önüne geçiniz ve istifade ediniz dedim. Her akşam yatakta bir defa düşününüz. Kaç kişi ile kaç maksatla görüştünüz. Ve fedakarlık muhasebesi ne kadar oldu? Bu gün ne yaptınız, kaç kişiye iyi muamele ettiniz? İçinizden üzülerek, ne gibi faydalı işlerin temini mümkün iken yapamadım dediniz. Ne gibi işlerde muvaffak oldunuz? İşte gül fidanınıza usare akmağa başladı. Ve bunu yapmadınızsa su verdiniz amma verdiğiniz su yukarı çıkamadı. İşte bu tenbellik.

<< Kaç fakiri ve yardıma mühtaç insanı teselli ettiniz? Bu gün hiç karşınıza çıkmadı mı? Para ile değil, kaç kişinin göynünü kendi tarafından çektiniz? Acaba şimdi şu saatte sizin için kaç kişi lehinizde konuşuyor? İşte bunların hesabı, ( yani yapmamaktan mütevellit hesabı B.R ) sizin tenbelliğinizin neticesidir. Ben biliyorum bunları çok az yapıyorsunuz. Yahut yaparken cayıyorsunuz. Bir çok işler araya giriyor onlara koşuyor, ve asıl işinizi, yani asıl olan bu işinizi ihmal ediyorsunuz. Halbuki bunlar büyük işlerdir. Diğer yapacağınız bir az bekler. Fakat bir fakir sizin yardım edeceğinizi, kendisine teselli vereceğinizi nereden bilsin? Ve sizi ne kadar beklesin? Göynü kırılır, gözleri yaşlı, süngüsü düşük, kafası önde gider. Gider ve sizin gül fidanınız (1) onun gözüne çarpmaz. Halbuki o fakirin gözünden sevinç ile çıkacak yaş sizin fidanınıza ulaşacak ki o gül güzel renkli olabilsin. Siz ne zannettiniz, o gülü sulamak için kova ile çeşme suyu mu dökeceksiniz? İşte o yaptığınız işlerin sevinç göz yaşları bu çiçeklerinizi canlandıracak, faziletli işlerin bıraktığı iç hazları, teselli çapaları bu gülü büyütecek... Başka nasıl olur ya?

(1) Buradaki gül fidanından maksat insanın ilerdeki mesut ve yüksek mukadderatını hazırlıyacak olan, dünyada iken yapmış olduğu iyi ve hayırlı işler, düşünceler ve eserlerdir.

<< Ona ihtimam, binlerce kalbin ince noktalarından koparak gelecek şerrarelerle ancak olabilecek. Öyle bir fidan bağçeye değil, her bir kökü bir kalbin ta içine gömülmüştür. Kökleri havada diye bunun için söyledim. O gül ağacının kökleri toprakta değil, her bir zerresi bir kalbin ta içinde duruyor. O kalbden akacak bir damla tatlı suyu çiçeğine ulaştırmak için çırpınıyor. İşte böyle sular birikerek o çiçeğe gidecek ve sizin gülünüz böyle neşvü nema bulacak. >>

Bazı meslekler vardır ki bunlar maddi olmaktan ziyade ruhi birer faaliyet halinde görünürler. Mesela bir musikişinası ele alalım. Bu zat eğer bütün hayatını hiç bir maddi menfaate dayanmadan sadece musikisinin saf havası içinde geçiriyorsa acaba yalnız bununla dünyadaki maddi ve ruhi faaliyetlerini matluba muvafık bir şekilde yapmış olur mu? Ve vicdanının kendisinden beklemekte olduğu vazifelerini ifa eylemiş sayılır mı? Bu sualin cevabını da muhterem dostumuz Kadri aşağıda vermektedir.

KADRİ: Ağustos 5, 1947

<< B.R. – Bir adam hayatının mühim bir kısmını yalnız musiki dinlemekle geçirse ve yalnız musiki ile mesgul olsa bu adam da dünyadaki vazifelerini tam olarak yapmış insanlar gibi süratli bir tekamüle mazhar olabilirler mi?

<< Kadri – Canım siz bunları biliyorsunuz fakat gene soruyorsunuz. Hayatta muvaffak olmak, yani her iki vazifeyi de muvaffakiyetle başarmak için yapılması zaruri bir çok işler vardır. Bu işleri yapmadan bir adım dahi ileri atmanın imkan ve ihtimali yoktur. Bunlardan biri, dünyadaki vazifelerinizdir ki insanı her zaman bir çıkmazla karşı karşıya bırakıp bir çok deruni mücadelelerin vukuuna sebep olan ve hayat mücadelesi denilen yaşama tarzı için gösterilecek gayretlerdir. Diğeri de, ruhi kudretleri yükseltici, fazilet, fedakarlık, sevgi ve sair duyguların muhtelif şekillerde tebarüz ettirile ettirile bunları artık bir itiyat haline sokmak suretile tekamülün hazırlanması faaliyetidir. Musiki bu ruhi hareketlerin meydana çıkarılmasının yalnız bir kısmında insana çok kolaylık gösterici bir yol olur. Yalnız bu kısmın üzerinde mümkün olduğu kadar azami bir kudret sarfederek bunu çalıştırmakla bütün diğer vazifelerin ifasına imkan hasıl olur mu?

<< Maddi hayattan bir misal daha söyliyeyim: Mademki hayatta mücadele mecburiyeti vardır, bunları başarmak da icap eder. Şu halde bir adam bir yere kapanıp kendi kendine yalnız bir tahta parçasını yontsa ve bunda kadar büyük bir meleke sahibi olsa ki o tahtayi hiç kimse onun kadar yontamasa. Acaba bu adam, bütün hayatında kendisi için yapmağa mecbur olduğu bir çok vazifelerini ifa etmiş midir?

<< İşte musiki yalnız bir tarafa hizmet edici ve o vazifenin kolaylanmasına büyük yardımı dokunucu bir harekettir. Bu şayet diğer kudretlerle müştereken işlerse o zaman bu adam çok yükselir. Mesela çok güzel besteler yapan ve o bestelere bütün ruhunun en büyük kudretlerini katan bir musikişinas bu hareketini fazilet ve fedakarlıklarla birleştirerek her hususta tam bir şekilde çalışsa muhakkak bu adam iyi bir iş görmüş ve iki vazifesini de başarı ile bitirmiş sayılır. Fakat böyle yapmayıp da sabahlara kadar bir müzikholde menfaat mukabili çalışırsa ve hakikaten kudret sahibi bir varlık ise diğer vasıflarını harekete getirmeden çalıştığı müddetçe büyük bir netice alması da mümkün olmaz. >>

Hele büyük dostumuz Kadrinin aşağıdaki tebliği, maddi ve ruhi vazifelerin çok açık misallerini bize vermiş olması bakımından fevkalade kıymetlidir:

KADRİ: Mart 8, 1949

<< Vazife, iki türlüdür: Biri dünyada kendisine tahmil edilmiş olan yükleri taşımak mecburiyeti, diğeri de bunları yapabilmek için kendi iradesile kendine yüklemiş olduğu diğer bir vazife. Bir insanın ölmemek için çalışması bir vazifedir. Fakat bir insan hem kendini yaşatması, hem de ölmek üzere bulunan bir başkası için de çalışarak, yorularak onun hayatını idameye gayret etmesi ikinci bir vazifedir. Birincisini yapar ve işinde muvaffak olmuş bir insan gibi çıkar. İkincisini yapar, bir çoklarının yapamadıkları ve görmek imkanını bulamadıkları büyük bir kıymetin bir parçasını elde etmek imkanına sahip bir varlık olduğunu isbat edebilir.

<< Vazife yapılırken tabii fedakarlık da lazımdır. En ufak olarak kendi şahsınız için dahi vazifenizi yaparken bir fedakarlıkla karşı karşıya bulunuyorsunuz. Karnınızı doyurmak için katlandığınız hareketler bile az fedakarlık mı? Fakat bunu arttırmak ve başkaları için de büyük yorgunluklara katlanmak, onların da hisselerini ayırmak bir fedakarlık değil midir? ESASEN SAADET, BAŞKALARI İÇİN VERİLEN EMEKLERİN RUHTA BIRAKTIĞI HAZLARDIR. >>

Bütün bu tebliğler bize her şeyden evvel şunu öğretmiş bulunuyor: İnsanın dünyaya gelmekle vazifedar kılındığı iki gurup faaliyeti vardır: Bunlardan biri maddi faaliyettir. Bu, bedenin dünyada bir müddet ikinci vazifeyi ifaya müsait bir durumda yaşıyabilmesi için yapılması icap eden ve zaruri olan ve vasıta olarak kullanılması icap eden işlerdir. Yemek, içmek, zaralı dış tesirlere karşı korunmanın çarelerini araştırmak, nesli idame ettirmeğe uğraşmak, ve bütün bu işler için lüzumlu olacak kadar parayi, bilgiyi, içtimai mevkileri kazanmak... ilh. Maddi faaliyetlerin birer misalini teşkil eder.

Fakat geçen bentte de izah edildiği gibi, insanların dünyaya gelmesindeki gaye bu değildir. Yani yalnız dünyada yaşamak için dünyaya gelinmez. Öyle olsaydi dünyaya bir defa gelenler, hiç olmazsa dünyayi gaye ittihaz etmek istiyenler ve bunun için de bütün varlığı ile çalışanlar bir daha dünyayi terk edip gerisin geriye dönerek gitmezlerdi.

İnsan maddi faaliyetler gösterip büyük bir hayat mücadelesi içinde yoğurularak hırpalanarak, ezilerek ve meşakkatler çekerek görgü ve tecrübesini arttırmak ve bu suretle bir tek dünya hayatının kendisine sağlıyabileceği tekamül merhalesini atlatabilmek için dünyaya gelir. O halde, esas gaye bu olunca insanı bu gayeye doğrudan doğruya götüren dünyada başka bir faaliyet daha olmalıdır işte bu faaliyet de ruhi faaliyettir.

Ruhi faaliyet gurubunda bilhassa, bilaistisna bütün canlı varlıklara karşı yakınlık göstermek, sevgi ile bağlanmak, ve kendisi için olduğu kadar bütün bu varlıklar için de, onlardan hiç bir karşılık beklemeden yalnız onların faydalanmaları ve iyilikleri için – tıpkı bir babanın evladına yaptığı gibi – şefkatle, merhametle ve fedakarlıkla emek sarfetmek, çalışmak ve bu vazifesini yapamadığı zaman da onun üzüntüsünü duymak ve bu suretle ruhunun daha yüksek vazifelere layık kuvvetlerini inkişaf ettirmeğe çalışmak... gibi ilahi hareketler vardır. Bunu eskiler kardeşlik diye ifade etmişlerdi . Fakat bu söz kafi değildir. Yukarda arzettiklerim yapılmadıkça kardeşlikten bahsetmek insanın kendi kendisini bu yolda aldatmasından başka bir şeye yaramaz. Ve bu yolda da insanın kendi kendisini aldatmasının hiç bir manası ve lüzumu kalmaz. Çünkü hiç bir kimse başka birisinin hareketinden mesul olmıyacağı gibi, hiç bir kimse de diğer birisinden hesap sormağa hak sahibi değildir. Binaenaleyh kimsenin başkasına karşı ruhi faaliyet sahasında, olduğundan başka türlü görünmesine lüzum yoktur. Bilakis insanların hem kendilerine, hem de başkalarına karşı samimi olmaları lazımdır.

Gene tebliğlerden öğrendiğimize göre, maddi ve ruhi faaliyetler diye dünyada birbirinden bıçakla kesilerek ayrılmış gibi iki türlü faaliyet tarzı yoktur. Mesela ibadet ve düa ruhi faaliyet olmakla beraber dünyadaki bir insanın bütün ruhi vazifesinin hududunu çizmiş olmaktan uzaktır. Yani bir insan bütün ömrünü bir camide veya kilisede veya herhangi bir ibadethanede gece gündüz ibadet etmekle geçirse hiç şüphesiz o insan tekamülü için iyi bir iş yapmış olmakla beraber dünyada Allahın kendisinden beklediği ruhi vazifelerini tamamile yapmış olmaktan çok uzak kalır. Mesela bütün hayatı boyunca böyle gece gündüz sadece bir mabette ibadet edip hayattan ve insanlarla münasebetten uzak kalmış bir adamın yanında, Allahı her an düşünmek, ona her kalbinin atışı ile birlikte şükran duygularını göndermekle beraber insanların, hayvanların ve nebatların bile zavallı gördüğü hallerine acıyan, elinden gelen iyiliği onlara yapmağa çalışan ve yapamadığı anlarda da bunun ıztırabını çeken bir insan tekamül yolunda süratle fırlayıp evvelkini yarı yolda bırakarak geçer gider. Halbuki bu ikinci insanın bu işleri yaparken ayni zamanda maddi birtakım faaliyetleri yapması da gerekir. Çünkü dünyada, evvelkiler bunlara bağlıdır. O halde maddi faaliyetlerle ruhi faaliyetler birbirini kucaklamış vaziyettedir. Bunun gibi, karnını doyurmak için lokmasını ağzına atan bir insan elbette maddi bir faaliyeti ifa etmektedir, fakat eğer o sırada bu insan yanında aç kalan komşusunun o günkü açlığı karşısında bir şey, bir yardım yapamadığını da düşünüyor ve o ağzına attığı lokmayi çiğnerken bunun azabını da çekiyorsa işte ayni zamanda ruhi faaliyetin de en güzel numunelerinden birini göstermiş olur. Her işte durum böyledir.

Yani bir insan rahatça yemek yiyebiliyorsa bu rahatlığı içinde aç kalan komşusunu da düşünmekle mükelleftir. Bir insan para kazanıyorsa sefil olan insanlara yardım etmekle mükelleftir. Akıl, fikir, bilgi sahibi ise aklı ermiyenlere, bilgiye ihtiyacı bulunanlara hiçbir menfaat gözetmeden – yani ne maddi, ne manevi hiç bir taraftan, hiç bir karşılık beklemeden – bildiklerini öğretmekle mükelleftir. Hekim olmuşsa lüzum ve ihtiyacından gayri bir şey beklemeden hastalarının şifasını, istirahatini, ıztıraplarının durdurulmasını düşünmekle ve bunun için de emek sarfetmekle mükelleftir. Avukatlık yapıyorsa yardıma mühtaç ve mağdur gördüklerini, onları istismar etmeden himaye etmekle mükelleftir... ilh. Bütün bu işler böylece cereyan ettiği takdirde hem maddi, hem de ruhi faaliyetler büyük bir başarı ile müştereken ifa edilmiş olur. Fakat bunlar kolay değildir. Yalnız şu da muhakkaktır ki büyük neticeler hiç bir vakit kolay yollardan elde edilemez. Büyük işlerin başına geçenlerin de elde edecekleri büyük neticelere mukabil göstermeleri kendilerinden beklenen cehit ve gayret elbette o nisbette fazla olacaktır.

Hülasa dünyada hiç bir insan bu biri maddi, diğeri ruhi olan iki türlü faaliyetten affedilmiş değildir. Ve her insanın kendi çapında ve kendi imkanları dahilinde bu iki türlü faaliyeti yapmakla mükellef olduğunu bilmesi lazımdır. Allaha karşı ibadetin tam olması ancak bu vazifelerin ihmal edilmemesi ile mümkün olur.

İşte bu noktaya ehemmiyet verip ona göre hareket etmek veya etmemekle insan, mukadderinin ana hatlarının takdir edilmesine yol açmış olurlar. Vazifesini yapmıyan bir adamı çalıştığı yerden kovarlarsa kabahat başkasında değil o adamdadır. Fakat dünyadaki vazifesini yapmıyan insanı Allah hiç bir yerden koğmaz, ancak Onun iradesi kanunlarına göre, o adama yapılacak muamelelerden de onu kimse kurtaramaz. İşte bu mukadderdir.

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana