MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 15

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%207.jpgMUKADDERAT KARŞISINDA VARLIKLARIN CEHİT VE GAYRETLERİNİN MANASI

Bu bahsimiz ilahi irade kanunları icabatı karşısında varlıkların iradeleri bahsinin bir temadisidir. Binaenaleyh o bahiste geçmiş olan sözlerin manaları bu bahiste geçecek sözlerin manalarile tamamlanmış olacaktır.

Hayatta hiç bir insanın az çok bir emek sarfetmeden yaşayabildiğini gördünüz mü veya gösterebilir misiniz. Hayatta hakiki her kazanç muhtelif şekilde az çok icra edilmiş bir amelin neticesinde elde edilir.

Basit bir lokma bile çiğnenmeden yutulursa fayda yerine zarar getirebilir. Amel, insanın bilerek veya bilmiyerek az çok bir irade sarfile ve az çok bir cehit ve gayret gözeterek yapmış olduğu hareketlerin bir neticesidir. Mesela yeni doğan bir çocuğun gıdasını ne tarzda aldığını düşünelim. Eğer bu varlık dünyaya gelir gelmez bir taş parçası gibi isteksiz ve hareketsiz kalsaydi annesinin memesini nasıl alabilirdi ve nasıl beslenebilirdi? Halbu ki çocuk baştan başa bir isteğe dayanan cehit ve gayretle annesinin memesini alır. Eğer herhangi bir arıza yüzünden o çocuk memeden mahrum kalsa da etrafındakiler ona südü ağzına akıtarak hazırdan verseler bile o, bu gıda maddesinden istifade edebilmek için hiç olmazsa onu yutarak midesine göndermek ve sonra da hazmetmek için lüzumlu işleri yapmak zorunda kalacaktır. Çocuğun bağlı iradesi dışında cereyan eden bu yutma ve hazım işleri de gizli kalmakla beraber gene onun memesini emmesinde göstermiş olduğu istek, cehit ve gayrete bağlı şeylerdir. Demekki dünyaya gözünü açtığı ilk günden itibaren ve hatta ana rahmine düştüğü andan itibaren insan şuursuzca bir irade ile cehit ve gayret sarfederek hayatını adım adım kazanmakla mükellef bulunmaktadır. İşte insan büyüdükçe artan bağlı şuurile isteklerini daha iyi idrak ederek, cehit ve gayretlerindeki isteğinin manasını anlıyacak ve bu husustaki anlayişi arttıkça da kazanmış olduğu şeylerin zevkine daha ziyade varacaktır.

Böylece, doğduğu en aciz halinde iken bile biyolojik inkişafını ancak göstereceği cehit ve gayretine borçlu olan bir insan, ruh kudretlerinin kullanma imkanlarının arttığı ileri ve tecrübeli yaşlarında nasıl olurda ilk çocukluk anındaki kadar dahi istekli bir cehit ve gayret göstermeden hakiki hayatının kazançlarını elde edebilir? Yani cehitsiz, gayretsiz ve isteksiz bir halin ataleti içinde nasıl tekamül edebilir? Ve nihayet tekamül edemeyince o insan nasıl, ilahi irade kanunlarının yüksek icaplarına uygun, kainatta büyük eserler meydana getirici değerli ve liyakatli bir varlık olmak kudretini elde etmek yolunu tutabilir?         

Halbuki şimdiye kadar tekrarlayip durduğumuz gibi bütün bu güzel nasipler, birer ilahi ihsan olarak bütün varlıklar miyanında insanlara da, yaratılışlarının gayesi ve binaenaleyh mukadderi olarak bahşedilmiş çok yüksek kıymetlerdir. Diğer taraftan, her mukadder olan şeyin tahakkuku bir zaruret olduğuna göre, mukadder olan insanın sonsuz şahikalara doğru ebedi yolculuğunda durmadan yükselmesinin de muhakkak gerçekleşmesi ve bunun için de her varlığın bu yolda bilerek veya bilmiyerek birtakım cehit ve gayretler sarfetmesi zarureti aşikar bir hakikat olarak meydana çıkar. İşte bu noktada da gene takdir ve icap mefhumlarının birbirile sımsıkı kucaklaşmış olduklarını görüyoruz.

Varlıklar bu suretle ilahi irade kanunlarının icapları olan namütenahi tahhakkuk imkanlarını tam bir serbestlik içinde cehit ve gayret gösterip kullanarak yükselmekle ve böylece de ilahi  murada, yani mukaddere uymakla mükelleftirler.

İsteksiz ve iradesiz herhangi bir hareketin gösterilmesi nasıl mümkün değilse öylece istek ve irade ile tev’em olan cehit ve gayretten mahrum hareketler de matlup neticelerin elde edilmesine kifayet etmez. Esasen cehit ve gayret, herhangi bir hareketin istihdaf ettiği neticenin elde edilmesi için gösterilen ruhi bir faaliyetin ifadesidir. Bu mevzua temas eden muhterem ruh dostumuz Kadrinin aşağıdaki tebliğini sevgili okuyucularıma büyük bir zevkle takdim ediyorum.

KADRİ: 17 – 6 – 1949

<< Sarfedilen emeklerin mahsulü, ona verilen kuvvetle mütenasip bir şekilde netice verir. Hiç bir emek neticesiz ve mahsulsüz kalmaz. Şayet bu netice az olursa azlık yapılan himmetin eksik kalmasından, yahut bulunduğu muhite uygun olarak seçilmemiş olmasından ileri gelir. Bu sebepler aranır ve bulunursa ya kuvveti arttırmak, ya muhiti yapılan emeğe uygun düşecek bir yerde hazırlamak daha iyi netice verebilir.

<< Dünyada hiç bir şeyin neticesiz kalmayacağına inanmış olan insanların daima, yaptıkları işi iyi düşünerek boşuna bir emek haline inkilap etmemesi için kuvvetlerini verimli bir sahaya hasretmeleri hem etraflarını, hem kendi emeklerini şuurlu bir duruma sokmaları ellerinin boş kalmamasını intaç eder. Bunun için insan, kendi muhitine en müsait olacak tarzda kendi hareketini tanzim ile mükelleftir. Bundan aldığı neticeye göre de hareketinin ya şeklini, ya istikametini tebdil ederek ve daima islaha doğru adımlar atarak hem atrafını müstefit kılmağı, hem de istikbale giden yolu temizlemeği daha dünyada iken başarır. >>

* * *   
İnsanın dünyada iken tekamül yolunda göstereceği cehit ve gayretin manasını iyi anlaması lazımdır. Bu anlayiş insanlığın başlıca mümeyyiz vasıflarından birini teşkil eder. Hiç bir cehit ve gayret hotkamca maksatları takip etmiyecektir. Esasen hotkamlığın cehit ve gayrete rehberlik ettiği yerler, ancak dünyanın şahsi menfaatlere dayanan maddi faaliyet sahalarıdır. Yoksa müteal ruh hayatındaki ve yüksek alemlerdeki faaliyetlerin istikametlerini diğerkamca duygu ve düşünceler çizer. Ve bunun da bir çok amilleri vardır ki bu amiller miyanında bulunan sevgi, fedakarlık, merhamet ve şefkat gibi ruh halleri, hayat ve icapları mevzuunda ayrıca büyük birer bahis teşkil eder. Şu halde dünya işlerindeki maddi faaliyetin, ruh hayatile daha çok yakından ilgisi bulunan dünya dışı faaliyetlere bir hazırlık olabilmesi için insanın şefkat, merhamet, sevgi ve fedakarlık üzerine müesses bir diğerkamlıkla çalışması lazımdır. Ve ebedi hayat yolculuğundaki büyük muvaffakiyetlerin kapıları ancak bu anahtarlarla açılır. Kadrinin yukarıki tebliğinde bu noktaya temas aden bazı imalar olduğu gibi aşağıda naklettiğim diğer bir tebliği de bu bakımdan bize gene bir çok şeyler öğretmektedir:

KADRİ: 24 – 6 – 1949

<< İnsanlar hayatla mücadeleden kaçınmamalıdır. Hayat onlara tecrübe sahası hazırladığı için bundan kaçmak korkaklıktır. Ona katılmak, fakat bu atılışın da manasını bilmek esastır. Neden atılıyorsun? Ve neyi ümit ediyorsun? Ne elde etmek istiyorsun? Bunları tayin ederek işe başlarsan muvaffakiyet elindedir.

<< Hayatla mücadele edenler hiç bir zaman ne yapmak istediklerini doğru olarak tesbit etmemişlerdir. Edenler çok azdır. Bir tanıdığınıza ve güvendiğinize sorunuz: Neden bu kadar çalışıyor ve ne maksatla kazanıyorsun? Deyiniz. Zengin olmak için, refaha kavuşmak, istikbali temin etmek için diye cevap verirler. Yani hep dünya işlerinden bahsederler. Ben bu kazancı bir silah olarak kullanmak, önüme dikilen engelleri yıkmak için kullanacağım, onunla doğru yolu bulmanın çarelerini arıyarak, yollarda saplanmış olanları kurtararak,  başkalarının, diğerlerinin selametini, beşeriyetin menfaatini düşünerek hayat mücadelesine girdim. Kazanırsam bu muvaffakiyet benim değil, beni buraya gönderenlerin ve arkada bırakacaklarımın olacak,diye cevap vermezler. Eğer böyle cevap verirlerse o zaman hayat imtihanında kazanmış bir talebe ve hakiki bir insan olurlar. >>

Gene muhterem ruh dostlarımızdan Mustafa Mollanın bir tebliğinde ayni hakikatin ifade edilmekte olduğunu görüyoruz:

MUSTAFA MOLLA: 2 – 2 – 1948

Verilebilecek, yahut daha doğrusu kazanılacak alem önceden istenmiş, tayin olunmuş bir merhaledir. Öyle ise her isteğin ardından bir ufuk, her ufkun ardından bir yeni feza belirtmektedir. İdrak iktidara göredir. KUDRETİNİZİN KENDİNİZE MEVUT MERHALEYE SİZİ GÖTÜRMESİ İÇİN CEHTİNİZİN TAHRİKİ GEREKTİR. Demek istiyorum ki insan böylece mukaddere tabi, fakat körü körüne değil, bilakis istek ve izanla. >>

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana