MUKADDERAT VE İCABAT - Dr. BEDRİ RUHSELMAN - BÖLÜM 16

Share

http://www.dunyaana.com/images/bedri%20ruhselman%205.jpgMUKADDERAT VE HAYAT İMTİHANI
                ( Epröv )

Mukadderat ve icabat bahsindeki mülahazalarda derinleştikçe ve ebedi ruh hayatı mevzuu üzerinde bu mülahazalara dayanarak durdukça, tecrübesiz gözlere mudil görünen illiyet prensibinin dünya hayatı ile ilgili bir sürü zincirlerinin bağları insan müfekkiresinde birer birer çözülmeğe başlar. Ve bu zincirlerin ifade ettiği meseleler rahatça halledilebilir. İşte bu bahiste okuyucularımla birlikte bu meselelerden bir iki tanesini Neo – Spiritüalizma ışığı altında mütalaa etmeği faydalı görüyorum.

Dünya hayatında bazı öyle hadiselerle karşılaşırız ki bunlar bize, sanki irade ve arzumuzun,cehit ve gayretlerimizin dışında zorla yaptırtılıyormuş gibi görünürler. Ve bunlar o kadar mütenevvi çehreler arzeder ki bu hususlarda henüz kafi derecede tecrübe ve görgü silahı ile hazırlanmamış bir kimse hemen illiyet prensibinin hakikatini bu gibi hadiseler karşısında inkar etmek meylini gösterir. Yani insanların, içinde yaşamakta oldukları hadiselerle, yapmış oldukları ameller arasında hiç bir münasebetin bulunmadığına kanaat getirir. Ve böyle hatalı bir görüş de insanı tabiatile cebri bir kaderiyecilik mesleğine doğru sürükler. Daha ziyade kalabilmek için çok eski zamanlardaki muharebelerde geçen hadiselerden bir tanesini misal diye ele alalım: Eski zamanlarda arasıra görüldüğü gibi bazı hükümdarlar bazan çok ehemmiyetsiz, hatta keyfi sebepler yüzünden muharebeler çıkartırlar ve yüzlerce adamın ölümüne sebebiyet verirlerdi. Acaba o zaman körü körüne birbirini boğazlıyan insanlar arasında böyle ancak hayvanlara yakışır bir hareketle birbirini boğazlamadan nefret eden insanlar da yok mu idi? Elbette vardı. Bununla beraber bunlarda böyle zalim ve keyfine meclup bir hükümdarın ihtiraslarına boyun eğerek düşman safındaki oğlunu bile öldürmeğe sevkedebilirdi. Şimdi böyle bir insan tasavvur edelim. Yani bir zorbanın emrile babasını veya oğlunu öldürmeğe memur kılınan bu zavallı adamı düşünelim. Bu adam ne yapacak? O emri yerine getirse çok sevdiği oğlunu yok edecek, getirmese hem kendi kafası uçacak, hem de vazife kaçağı telakki edilerek, muhitinde lekelenecek. Bu, korkunç bir durumdur. Bu baba evladını öldürecek mi, öldüremiyecek mi? Fakat bir insan kendi sevgili öz çocuğunu nasıl elile öldürebilir. Fakat bu işi yapmasa kendisi ölecek, şerefsizlik ve vazife kaçaklığı ile itham edilecek. Bu halin her ikisi de onun için kötü. Ve güç bir durumun ifadesi. Şimdi acaba bu adam neden bu kadar müşkül ve tehlikeli, hatta zararlı bir akibetle karşılaştı. Adamın o zamana kadar geçen hayatında hiçbir kötülüğü yok. Temiz, namuslu, faziletli ve daima iyilikten ayrılmıyan bir hayat geçirmiş. O halde bu acı ve felaketli hayata o layık olmamak lazım gelirdi. Yani burada sebepsiz, illetsiz bir netice mevcut. Hak edilmemiş kötü bir akibet var.

Hayır. İşte bir tek hayatı ele alırsak burada bu adamın halini izah edici hiç bir hareketini tesbit edemeyince illiyet prensibi hakkında yanlış hükümler verebiliriz, mukadderat ve icabat mevzuunu hatalı yollarda tefsir ve tariflere tabi tutmağa kalkışırız. Fakat işi biraz derinleştirdikten sonra görürüz ki bu adamın bildiğimiz hayatındaki bütün iyiliklerine rağmen, bilmediğimiz bir hayatında kendisine bu akibeti hak ettiren veya bu akibete onu müntaç kılan halleri mevcuttur. Ve o adam o geçmiş hayatının neticelerinin izlerini ruhundan silebilmek için bugün bu güç ve tehlikeli durumu ile büyük bir fırsata kavuşmuştur. Eğer burada nefsinden fedakarlık yapabilip, vicdanının emrini yerine getirerek hareket etmişse bu fırsatı kaçırmamış ve yeniden bir hüsran içine düşmemiş, yani hayat imtihanında muvaffak olmuş sayılır. Demekki o, böylece büyük bir hayat imtihanı ( epröv ) ile bugün karşı karşıya bulunmaktadır. Ve bu imtihandaki muvaffakiyet derecesine göre gerek kendi vicdanına ve gerek lazım gelen makamlara ruhunun kudret ve liyakatini isbat edecektir.

Keza bazı adamlar vardır ki bunlar geçim yüzünden meslek edindikleri bazı işlerin icabatına uyarak ister istemez adam öldürüp durmak zorunda kalırlar. Cellatlar gibi. Bunların da bu vazifelerini hüsnü ifa etmeleri ilerde elbette kendilerinin yüzlerini güldürecek  neticeler doğurmıyacaktır. İşte bunlar da dünya hayatının kendilerine bahşettiği imkanlar dahilinde ruh kudretlerinin kifayeti derecesini vicdanlarına karşı isbat etmek fırsatı ile karşı karşıya bulunmaktadırlar. Eğer bu kudretleri henüz kafi değilse bu vazifelerini seve seve ve belki de mukadder bir iş diye yapacaklar, boyuna adam öldürecekler. Ta ki onlarında kötü akibetleri gelsin ve onun azaplarını çeke çeke ruh kudretleri yükselsin. Ondan sonra gene böyle çetin bir hayat imtihanı ile karşılaştıkları zaman vicdanlarını bu karışık vazifelerinin üstünde tutsunlar ve artık kötü bir vazifeşinas olmaktansa hayırlı bir vazife kaçkını olmağı tercih edebilecek bir görgü seviyesine varmış olduklarını iç varlıklarına karşı isbat etmiş olsunlar. İşte bu da bir hayat imtihanının muvaffakiyetle bitmiş şeklidir.

Şu halde hayat imtihanları, bir bakımdan ruhun ebedi hayatının geçmiş safhalarından bir parçasının icabı, neticesi olduğu gibi, diğer bir bakımdan da gelecek hayat safhasının mukadder olacak akibetlerinin hazırlanmasının da birer vasıtası olmaktadır. İşte insan dünyaya böyle imtihanlarla yani eprövlerle karşılaşmak için gelir ve hayatın güçlüklerini de bu imtihanlar karşısında kaldıkça idrak eder. Kıymetli dostumuz Kadri aşağıdaki tebliği ile bu hususta bize ne kadar güzel fikirler veriyor!

KADRİ: 4 – 6 – 1947

<< Kaatillerin de bu dünyada birer vazifeleri vardır. Fakat bu vazifenin veriliş tarzının esasları çok evvellere dayanır. Hiç bir ruh kendi isteği ile bir varlığın hayatının söndürmek istemez. Bunlar acı olmakla beraber yapılması bazıları için zaruri olan mecburiyetlerdir. Ve planın bu şekilde devamına da lüzum ve ihtiyaç bazan vardır. Bunun, bazı ruhlar için ne kadar büyük bir işkence teşkil ettiğini ta o zaman burada, yani dünyaya gelmeğe hazırlandıkları bir zamanda anlarlar. Bazan böyle bir vazifeyi üzerlerine almamak için burada çok direnenler vardır. Onlar büyük bir azabın henüz acı izlerini üzerlerinde taşıdıkları bir zamanda yeniden böyle bir mecburiyetle karşılaşmağı hiç arzu etmezler. Ama bunu kabul etmek, bir vazifenin ifası bakımından bir kıymet arz eder. Ve ister istemez bu yola sürüklenirler.

<< Fakat böyle bir vazifeyi alıp muvaffakiyetle başarabilen ruhlar da vardır. İşte onlar bu çok elim imtihandan muvaffakiyet kazanarak çıkacak varlıklardır. Bütün hareket, onların bu katli irtikap edici bir şekilde hazırlanmış olmasına rağmen, ruhun sönmez kaynaklarından fışkıran yüksek kudretlerinin ani feveranları onların bu muvaffakiyetli hareketi göstermelerinde müessir olmuş ve bu vazifeyi yapmamalarından mütevellit bir azapla karşılaşmaları ihtimali yerine bir mükafata nail olmuşlardır. >>

Netekim bir insanın bir hatadan mütenebbih olmıyarak kötü hareketlerinde devam etmesi neticesinde fenalığın açık bir misaline şahit olabilmesi ve onun akibetlerini idrak edebilmesi için de bir imtihan devresi geçirmesi ilahi irade kanunlarının icabatındandır. Ve bir bakımdan da bu hal, mukadder bir tecelli olur. İnsan hataları bile bile yapmak gafletinden kendisini kurtarmak suretile böyle bir icapla karşılaşmaktan kendisini pekala koruyabilir. Ve kendisi için iztıraplı bir mukadderin sıkıntılarından kurtulmanın imkanını böylece bulabilir. Buna mukabil de kulağını vicdanının sesinden uzaklaştırıp nefsaniyetinin aldattığı çağırışlarına koşarak hareket ettiği takdirde de böyle ağır ve kolay kolay muvaffakiyetle ikmali mümkün olmıyan imtihan ve tecrübelere tabi tutulmak kaderini de bizzat kendisi  davet etmiş olur. Gene Kadri dostumuzun bu noktalara temas ederek vermiş olduğu bir tebliğini naklediyorum.

KADRİ: 21 – 5 – 1947

<< Ben başta ne dedim? Hata, sizin her gün karşılaştığınız, başınızı her gün vurduğunuz ve vuracağınız bir taş dedim. Hata bir yol göstericidir. Sizin vicdanınızı ve ruhunuzu parlatıcıdır. Fakat dediğim şekilde hatadan istifade ederek doğru yolu görmek ve hatayı düzeltmek şartile… Bu suretle hatadan edilecek istifadeleri ilerleterek yükselmek ve yükseltmek lazımdır. Hatayı olduğu gibi bırakmak doğru değildir. Hata olmasaydi tekemmül olmazdı. Cehennem hüsnü niyetliler için yapılmıştır diye bir darbı mesel vardır bilir misiniz? >>

Kadri dostumuzun bu son cümlesinin yanlış tefsirlere tutulmasını önlemek için bu noktada biraz duracağım. Cehennem kelimesi Neo – Spirütializmaya göre azap ve ıztırabın sembolüdür. Eğer hatayı yapmış bir insan yaptığını işin bir hata olduğunu bilerek, istiyerek tekrarlar durursa elbette netice de o an için ne bir ıztırap, ne de bir vicdan azabı ve huzursuzluğu duymaz. Ve böyle olunca da eski hatalarına yenilerini de eklemekten kendilerini kurtaramaz. Böyleleri tekamül ve yükselmek yolunda hiç bir cehit sarfetmek istemiyen ve bir dereceye kadar vicdanlarının seslerini kendi içlerinde boğabilmeye muvaffak olan kimselerdir. Buna mukabil öyleleride vardır ki herhangi bir zaafları neticesinde yapmış oldukları en küçük bir hata yüzünden günlerce ıztırap çekerler. Ve onu bir daha tekrarlamamak için kendilerini eza ve cefa verecek kadar tazyik altında bulundururlar. İşte bunlar tekamülde hızla ilerlemeğe namzet, hüsnü niyet sahibi kişilerdir. Şimdi tebliğe devam ediyoruz:

<< Bu cehennemin ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Fena niyetli ve fenalığı vazife edinmiş olanlar müstesna olmak üzere hiçbir kimse fenalık istemez. Bir insan iyilik için bir harekete teşebbüs eder ve bu teşebbüsünün, iyilik yaptığı insanın aleyhine netice verdiğini görür. İşte hatayi yapmıştır. Fakat üzülür, ezilir, bunu düzeltmek için yollar arar, günlerce uykusu kaçar, ıztırap çeker ve ıztırabı arttıkça da ruhu yükselir, tekemmül eder. Fakat bazısıda bu yaptığı işin karşısındakine fenalık verdiğini görünce hiç bir üzüntü duymadan oh olsun, der. Bir daha da kimseye hiç bir iyilik yaparsam bana da lanet olsun, der. Onun burada ettiği iyilik esasen ne bir iyiliktir ne de bir fazilet. O, fenalığın bir daha açık olarak tecellisine şahit olmak için böyle bir imtihana tabi tutulmuş fakat bu vermiş olduğu kararla da ve yaptığı işle de bu imtihanda muvaffak olmamıştır. Bunlar hep birer tecrübe, birer imtihandır. >>

<< B.R. – Bir insan iyi maksatla bir işe teşebbüs etse fakat o işte bir hata yapmasının muhtemel olduğunu da düşünse ve o işi yaptıktan sonra da hata tahakkuk etse o insan mesul müdür?

<< Kadri – Bilirse o işi yapmaması lazım. O işe neden girdi.Eğer birtakım mecburiyetler araya karışmışsa ve bu yüzden o işi yapmaktan kaçamamışsa mazurdur. Fakat bunlar öyle uzun şeyler ki… bunlar hep birer kader. Bunların çoğu evvelce ( yani geçirilmiş amellerin neticelerine göre B.R ) çizilmiş birer planın içinde geçmiş hadiselerdir. Acaba bu adamın böyle kendisini hatalara zorla sürükliyen bir mesleği seçmesi ve istemiyerek böyle bir işe girişmesi bir sebebe dayanmıyor mu? Neden o adam muhakkak o mesleğe girmek mecburiyeti içine düşmüştür? Bunların da ayrı ayrı sebepleri var. Şayet o adam hüsnü niyeti ile, hatalara düşeceğini anlıyarak bu işten kaçınmış, fakat buna rağmen gene o mesleğe intisap etmek zorunda kalmışsa demekki o anda bundan kaçmak onun elinde değildir. Yani bu, onun için mukaddermiş ve onun için bu yolu tutmak mecburiyeti varmış. O bu yolda hatalara düşecek ve bu yüzden de ıztırabını çekecek ve böylece, yani ıztırabın hayırlı kamçılarını yiyerek asıl doğru yolunu bulacaktır.

<< Bu adamın yalnız bir hataya düştüğünü anlaması, hatta bunu evvelden görmesi bile bir fazilettir. Hatayi yapmadan görmek onu yapmamağa çalışmak demektir. Elde olmıyarak yapılmışsa bu hata ona ıztırap çekmesi için mecburen yaptırılmış. Onun bu hatayi hemen anlıyarak mecrasını boğması ve hareketlerini düzgün bir yola sevkederek yükselmesi lazımdır. Fakat bilerek ve elinde olarak hatayi devam ettirmek değil.

<< Bir de hatalardan korkarak mesleğini terketmek vardır. Ben size intihar eden için ne yazdırmıştım? İşte burada da ayni hal vardır. Bu suretle hareket eden kimse bir korkaktır. Korkağın yeri yoktur. Görecek, bilecek, hatasını tahsis etmeğe çalışacak tashihini istediği halde muvaffak olamadığı hatalarının da azap ve ıztırabını duyacak, bu ıztırapları içinde boğulacak, ezilecek fakat o genede hüsnü niyetle hatadan kurtulmak yolunda gösterdiği cehit ve gayretlerle nasıl olduğunu bilmeden doğru yolunu bulacak. Böyle yapmayıpta hata yapacağım diye işi yarı yolda bırakıp dönerse bu yol asla onun doğru yolu olmıyacaktır. Ve asıl bu döndüğü noktadan itibaren kuyuların girdaplarına düşmüş bulunacaktır. >>

Yukarıdaki tebliğ, hayatta insanların başlamış oldukları hayırlı işlerden, maddi hiç bir engel ve güçlük karşısında kaçmamaları lazım geldiğini açıkça gösteriyor. Bu da boş ve lüzumsuz bir hareket değildir. Zira demir nasıl sürtüne sürtüne parlar ve ışıldarsa ruhlar da ancak – madde kainatında tekamül etmek ihtiyacında bulundukları müddetçe – haşin ve çetin hadiselerle karşılaşa karşılaşa parlaklıklarını arttırırlar. Yeter ki bu hadiseler karşısında iyi niyet ve diğerkamca hareket esasına dayanan bir azim ve sebatla faaliyetlerinde yılmadan devam etsinler. Görülüyor ki insan, tekamülüne devam edebilmek için geçmiş hayatındaki efalinin birer icabı olan, içinde bulunduğu dünya hayatının bütün zaruretlerine uymak mecburiyetindedir. İşte bu zaruretler veya icaplar onun hem eprövüdür, hem de kaderi. Yalnız şunu asla unutmamalı ki bütün bu imtihanlar, varlıkların müstakbel hayatlarının yüksekliğini kazanabilmelerini sağlayici muvaffakiyetlerin gösterilmesine fırsat vermek için onlara bahşedilmiş ilahi bir lütuftur. Ve insanlar dünyaya bu fırsatları kullanarak onların neticelerinden faydalanmak için gelirler veya gönderilirler. Bu fırsatların faydalı neticelerini almanın, yani hayat imtihanlarından muvaffakiyetle çıkmanın tek yolu da kitabımızın sonlarında bütün tafsilatile arzedeceğimiz << nefis mürakebesi >> ni yaparak vicdanın sesini duymağa çalışmak ve onunla amel eylemek azim ve kararını – ne pahasına olursa olsun – kendi kendisine vererek öylece hareket etmeğe çalışmaktır. Ve bu da ancak gene irade ile, cehit ve gayret sarfetmekle olur. Zira bu gibi işlerde yenilmesi lazımgelen düşman çok inatçı ve kuvvetlidir. Ve bu düşman da maddeye bağlı, maddi kıymet ve itibarları daima ön planda tutan, yalnız maddi faydalar peşinde koşan ve maddi zararlardan tevahhuş eden nefsaniyettir.

BEDRİ RUHSELMAN

Share

Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.

Copyright © Dünya Ana