Öyle görünüyor çünkü hazineye taş atılmaz, meyveler için atılır. Ağaç da bir taş yemeyle herhalde kurumaz, üstelik 7000 yaşlarında olduğunu düşünürseniz pek etkilenmez. Maksatlı bir benzetmeyle, dikkate alınmayan bir meseleyi anlatmak istiyorum. Bir ağacın bekçisi var iken, hangi aklı başında bir insan o ağaca taş atabilir? Öyle ki, meyvelerine değil, ağaca da taş atanlar var, ve hatta ağacı sahiplenmeye kalkanlar bile vardır. Pratik olarak herkes buna haddini bilmezlik der. Bekçinin işi, ağacı korumak ve taş atanları saf dışı bırakmaktır..
Meyveleri için tamam da insan ağaca niye taş atar. Hadi, bekçi taş atanların hakkını verdi diyelim. Her şey ortada, dönüp tekrar taş atmak veya attırmakla ne demek isteniyor?
İnsanın kendi kendisini veya arkasındakilerini yok eden bir eylemde bulunması cahilliktir. Bekçi bir değil, ağaç da bir değildir, bir sürü ağaçlar var, onlarında meyveleri var fakat en çok taşı yiyen de bizim ağaç oluyor. Ara sıra meyveler düşüyor, bazen yaralar alıyor fakat bekçisi çok iyi koruduğu halde yine de herkesin gözü bizim ağaçta. Taşlanıp durduğumuza göre bu işte bir hikmet var ama ne? Evet. Demek ki taşlar meyve toplamak için değil, elde edilemeyen veya edilmek istenmeyen şeyler için atılıyor. Ayrıca yalan söylemek de anlaşmaları sağlıyor. Burada, bekçi için, meyvelerden ziyade, ağaç çok daha değerlidir. Fakat, bizim ağacın diğer ağaçlardan farklı bir özelliği var. Ağaçları bekleyen bekçilerinin de özelliği var. Size söyleyebilirim ki, bizim ağacın hazineleri vardır.O kadar kıymetlidir ki, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ağaç bu kadar kıymetli hazinelere sahip olamamıştır. Pek çok kimsenin görmediği, göremediği, veya görmek istemediği hikmet te burada gizli. Ağacın saklı hazineleri. Biz şimdi hazineyi bulduk. Ağacın başına gelenleri bir kenara koyup artık hazineyle ilgileneceğiz ve size bunu ihbar edeceğiz. Zira, çok çok az kimse bu hazinelerin kıymetini ve varlığını anlayabilmiştir. Kıymet bilen imse de hiçbir zaman taş atmaz. Buradaki hazineden kasıt, insan ruhudur. Türk insanının ruhudur. Diğer milletlere mensup olanlardan ne farkı var? diye mutlaka sorulacaktır. En büyük görünür farkı, her şeye karşı çok çabuk uyum sağlaması ve içindeki ruhunun kabiliyetini dışarıya yansıtabilmesidir. Hedefine ulaşabilmesi için bunun provasını yapıyor, imtihan edilirmiş gibi her türlü hadiseyi yaşıyor hedefi gören yok tabi. Öbürleri de bunu kıskanıyor. Provalar da rezalet veya felaket kılıklı gibi görünmektedir. Yaşadığı hayatın veya yaptığı işin sabit bir formalitesi de yok. Haliyle, bu da onun çok çabuk plan veya planlar değiştirip yerine yenisini koyarak tecrübeli bir uyum kabiliyetinin gelişmesine sebep oluyor. Gizli ve kapalı olmasına rağmen her türk insanının içinde böyle bir hazine vardır. Hepside birbirinden farklı ve üstün kabiliyetlere sahiptir. Sadece yüzlerine baksanız, arada dağlar kadar fark görürsünüz, hepside ayrı bir tip. Tip konusu gülünecek bir konu değil özel bir ruhi organizasyon konusudur. Fakat diğer milletlerin durumu farklı , bir çinli, alman veya arap balık gibi birbirine benziyor. Sarışın bir Türk’ü Alman’dan esmer bir Türk’ü de araptan çok rahat ayırabilirsiniz, herkes birbirini tanımış fakat hazinelerini nasıl ayıracaksınız, hazineleri görünmüyor! Hepsinde hazine var fakat onun ortaya çıkması çok önemli, çıkmazsa ne kıymeti kalır! İşte bunu başarmaya aday olan ve başaracak olan ve hatta başaran da Türkiye olmuştur. Diğer hazineleri ortaya çıkaracak olan da Türk Milleti olmuştur. Milliyetçilikten dolayı söylemiyoruz, dünyada annelik vazifesi yapabilecek tek millet, adı üzerinde ANADOLU’dur. Bunu anlayabilmek için az bir gayretle az bir bilgi kafidir. Bu hatırlatmayla yetiniyoruz çünkü bu konuda hepimizin içinde dolu dolu yaşayıp ta anlatacağımız çok şikayetler ve ilhamlar var. Ne mutlu doğuştan Türk olana çünkü en büyük şansı hazinesi kadar gizli duruyor.?
Muharrem Gök ( 1998 )